
Esas No: 2014/184
Karar No: 2014/184
Karar Tarihi: 16/7/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
NEJDET ATALAY BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/184) |
|
Karar Tarihi: 16/7/2014 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Serruh
KALELİ |
Üyeler |
: |
Zehra Ayla PERKTAŞ |
|
|
Burhan ÜSTÜN |
|
|
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Zühtü ARSLAN |
Raportör |
: |
Serhat ALTINKÖK |
Başvurucu |
: |
Nejdet
ATALAY |
Vekili |
: |
Av. Mustafa YILDIZ |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutuklanmasını haklı
gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını, derece
mahkemelerinin formül gerekçelerle tahliye taleplerini reddettiğini,
tutukluluğun makul süreyi aştığını, belediye başkanı seçildikten sonra tutuklu
bulundurulmalarının siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik bir müdahale
olduğunu, emsal nitelikteki Anayasa Mahkemesi kararının kendisi hakkında
uygulanmadığını, yargılama sırasında tabii hakim ilkesinin gözetilmediğini
ileri sürerek Anayasa’nın 10., 19., 37. ve 67. maddelerinin ihlal edildiğini
iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 6/1/2014 tarihinde Batman
1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca,
29/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 12/2/2014 tarihinde yapılan
toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte
yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular
12/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı,
görüşünü 20/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 20/3/2014 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, karşı beyanlarını 31/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet
Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 29/3/2009 tarihinde
yapılan yerel seçimlerde, Batman Belediye Başkanı olarak seçilmiştir.
9. 24/12/2009 tarihinde gözaltına
alınan başvurucu, Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2009 tarih ve
2009/73 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
10. Başvurucu hakkında, örgütün
faaliyetlerini düzenlemek suretiyle örgütü yönetme, 2911 sayılı Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun’a muhalefet ile terör örgütü propagandası
yapma suçlarını işlediğinden bahisle kamu davası açılmıştır.
11. Başvurucu Anayasa Mahkemesinin
4/12/2013 tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı kararına dayanarak, yargılamasının
devam ettiği Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinden 6/12/2013 tarihinde
tahliyesini talep etmiştir.
12. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi,
başvurucunun talebini 11/12/2013 tarih ve E.2010/444 sayılı kararıyla
reddetmiştir.
13. Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli ret kararına karşı başvurucu, 20/12/2013
tarihinde Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir.
14. İtirazı inceleyen Diyarbakır 4.
Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun itirazını 24/12/2013 tarih ve 2013/701
Değişik İş sayılı kararı ile reddetmiştir. Başvurucu anılan ret kararının
2/1/2014 tarihinde kendisine tebliğ edildiğini bildirmiştir.
15. Başvurucu Diyarbakır 2. Ağır Ceza
Mahkemesince 1/7/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki ceza
davası ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.
B. İlgili Hukuk
16. 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu’nun 7. maddesi şöyledir:
“Cebir ve şiddet kullanılarak;
baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede
belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar,
yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi
hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün
yöneticisi olarak cezalandırılır.”
17. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
Birinci fıkrada
tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”
18. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 100. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Aşağıdaki suçların işlendiği
hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var
sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine
Karşı Suçlar (Madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
…”
19. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine
giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde,
gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
20. 5271 sayılı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma
evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
21. Mahkemenin 16/7/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 6/1/2014 tarih ve 2014/184 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
22. Başvurucu;
i. Tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi
olmadığı halde tutuklandığını, yerel mahkemelerin formül gerekçelerle tahliye
taleplerini reddettiğini, uzun bir süredir tutuklu olduğunu ileri sürerek
Anayasa’nın 19. maddesinin,
ii. 29/3/2009 tarihinde Batman Belediye Başkanı olarak seçildiğini,
Anayasa’nın 67. maddesinde seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi
parti içinde siyasi faaliyette bulunma hakkının güvence altına alınmasına
rağmen belediye başkanı seçildikten sonra tahliye edilmemesi nedeniyle görevini
fiilen yerine getiremediğini, tutukluluk halinin belediye başkanı olarak siyasi
faaliyette bulunma ve temsil hakkını engellemesi nedeniyle seçilme hakkına bir
müdahale olduğunu, belediye başkanı seçildikten sonraki tahliye taleplerinin
reddine ilişkin mahkeme kararlarında seçilme ve temsil hakkıyla yargılamanın
tutuklu olarak sürdürülmesindeki kamu yararı arasında makul dengenin
gözetilmediğini, belediye başkanı olduktan sonra tutuklu kaldığı süre de
gözetildiğinde seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik müdahalenin
ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığını ileri
sürerek Anayasa’nın 67. maddesinin,
iii. Yerel seçimler ile belediye başkanı olarak seçilmesinin ardından
ilk derece mahkemesinin tutuklama tedbiri konusundaki tutumunda hiçbir
değişiklik gözlenmediğini, 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen
Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe
girmesinin ardından derece mahkemelerince verilen kararlarda hedeflenen meşru
amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından lehlerine
olan adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığını, Anayasa
Mahkemesinin 4/12/2013 tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı kararını emsal
göstererek Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine yaptıkları başvuruların klişe
gerekçelerle reddedildiğini, Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasına göre
Anayasa Mahkemesinin kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını
bağlamasına ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulüne
Dair Kanunun 50. maddesi uyarınca da Anayasa Mahkemesinin kararlarının
gereğinin yerine getirilmesinin bir zorunluluk olmasına rağmen derece
mahkemesinin tutuklama kararında ısrar etmesinin kanun önünde eşitlik ilkesini
ihlal ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın 10. maddesinin,
iv. 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 250.,
251. ve 252. maddelerinin yürürlükten kaldırıldığını, ancak aynı Kanun’un
geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasında
yer alan “Ceza Muhakemesi Kanununun
yürürlükten kaldırılan 250. maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen
mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu
mahkemelerce bakmaya devam olunur. Bu davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik
karan verilemez. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 10
uncu maddesinin kovuşturmaya ilişkin hükümleri bu davalarda da uygulanır.”
şeklindeki hükme göre aynı suçlara
bakmakla yetkili iki ayrı mahkeme kurulduğunu, “tabii/olağan mahkeme” ilkesinin bir uyuşmazlığı yargılayacak
olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olması ve
yargılanacak olayın meydana geldiği anda o olay için kanunun önceden öngördüğü
mahkeme anlamına geldiğini, bu mahkemenin hâkiminin de “tabii hâkim” olduğunu, bir uyuşmazlığın
ancak doğumu anında görevli ve yetkili olan mahkeme tarafından
görülebileceğini, tabii hâkim ilkesine göre davanın olaydan sonra çıkarılacak
bir kanunla kurulacak bir mahkeme tarafından görülemeyeceğini, tabii hâkim
ilkesinin sonucu olarak “olağanüstü/istisnai”
mahkemelerin kurulamayacağını, 6352 sayılı Kanun’un 75. maddesiyle 3713 sayılı
Kanun’un 10. maddesinin yeniden düzenlenerek bu Kanun kapsamına giren suçların
soruşturma ve kovuşturma usulleri yeniden düzenlenerek yeni mahkemelerin
kurulmasının tabii hâkim ilkesine aykırı olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 37.
maddesinin,
ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği
Hakkının İhlali İddiası
i. Tutukluluğun Somut Olgu ve Olaylara
Dayanmadığı İddiası
23. Başvurucu, tutuklanmasını haklı
gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını ileri
sürmüştür. Başvurucunun bu iddialarının Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
24. Adalet Bakanlığı, görüşünde bu
şikâyetle ilgili ayrı bir değerlendirme yapmamıştır.
25. Başvurucu, söz konusu iddia ile
ilgili olarak, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır.
26. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
27. Anayasa"nın 19. maddesinin birinci
fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke
olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda
gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa"nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 43).
28. Anayasa"nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin
tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti
bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur.
Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle
desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin
niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.
29. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak
kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin
yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun
amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin
tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya
ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna
göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile
ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete
gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (B. No:
2012/1272, 4/12/2013, § 73).
30. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun"un
100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak
hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların
ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama
nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme
veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı
verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması
halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste halinde
belirtilmiştir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46).
31. Diğer yandan, Anayasa"da yer alan
hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa"ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No:
2012/239, 2/7/2013, § 49).
32. Başvurucu 24/12/2009 tarihinde
gözaltına alınmış ve Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2009 tarih ve
2009/73 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Tutuklamaya gerekçe olarak, “… hakkında mevcut delillerin toplanmamış olması,
yüklenen suçun niteliği, atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde sayılı katolog suçlardan olması” gösterilmiştir.
Başvurucu hakkında savcılıkça düzenlenen iddianame incelendiğinde, yasadışı PKK
terör örgütü adına faaliyet yürüten KCK/TM yapılanması bünyesinde KCK
sözleşmesinin 14. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendinde yer alan Ekoloji ve
Yerel Yönetimler Komitesinden emir ve talimat alarak örgütsel faaliyetleri
düzenlediği, yapılan görevlendirme neticesinde aynı maddenin 5. fıkrasında yer
alan Mali Alan Merkezi kapsamında faaliyetleri düzenlediği, ikametinde ve
KCK/TM yapılanması içerisinde faaliyet gösteren örgüt üyelerinin ikametlerinde
yapılan aramada örgütsel dokümanların ele geçirildiği iddiasıyla, örgütün
faaliyetlerini düzenlemek suretiyle örgütü yönetme, 2911 sayılı Kanun’a
muhalefet ile terör örgütü propagandası yapma suçlarını işlediğinden bahisle
kamu davası açıldığı görülmektedir.
33. Somut olayda başvurucu, söz konusu
iddiasını soyut olarak dile getirmekle yetinmiş ve bu konuda herhangi bir
açıklamada bulunmamıştır. Dava dosyasının incelenmesinden, tutuklama kararının,
Derece Mahkemesinin bu konudaki hukuki yetki ve görevi çerçevesinde verildiği
anlaşılmaktadır. Başvuru dosyasında bunun aksini ifade eden herhangi bir husus
da yer almamaktadır. Bu durumda başvurucunun, suç işlediğinden şüphelenilmesi
için somut olgu ve bilgi bulunmadığı halde tutuklandığı ve tutukluluğun
sürdürüldüğü iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Tutukluluğun
devamına dair kararların ilgili ve yeterli olup olmadığı meselesinin ise
tutukluluğun makul olup olmadığının incelenmesi sırasında ele alınması gerekir.
34. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
“tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay,
olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığı”na ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” sebebiyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı
İddiası
35. Başvurucunun, tutukluluğun makul
süreyi aştığı ve formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiğine
ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul
edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetlere ilişkin
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlali
İddiası
36. Başvurucu, hakkındaki davanın “tabii hâkim ilkesi”ne aykırı olarak olağanüstü
bir mahkeme tarafından görüldüğünden şikâyet etmişlerdir.
37. Adalet Bakanlığı görüşünde, adil
yargılanma hakkının, davaların yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir
mahkeme tarafından görülmesini gerektirdiğini, Sözleşme’nin 6. maddesinin
mahkemelerin yasayla kurulması şartını öngördüğünü, bu düzenlemenin amacının
mahkemenin bağımsızlığını sağlamak üzere demokratik bir toplumda yargı
sistemini yürütmenin takdirine bırakmamak ve bu sistemin parlamento tarafından
düzenlenmesini sağlamak olduğunu, Sözleşme’nin 6. maddesinin yasayla
kurulmaları koşuluyla özel mahkemelerin kurulmasını engellemediğini, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Keser/Türkiye
kararında (B. No: 29321/11, 15/10/2013, §§ 25-28) Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu tarafından yetkilendirilen Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin,
yetkileri Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesinde belirlenen mahkemeler
olduğunu belirterek söz konusu şikayeti açıkça dayanaktan yoksun bulduğunu
belirtmiştir.
38. Başvurucu, söz konusu iddia ile
ilgili olarak, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunu’nun 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
40. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun, haklarındaki
davanın tabii hâkim ilkesine aykırı olarak olağanüstü bir mahkeme tarafından
görüldüğü yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan “adil
yargılanma hakkı” kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
41. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının
kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin “adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
42. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir.”
43. Bu hüküm uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen
işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerekir.
44. Zira temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları
vasıtasıyla çözüme kavuşturulması gerekir. Bireysel başvuru yoluna, iddia
edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi
durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17-18). Başvurucu
hakkındaki dava, derece mahkemesi önünde derdesttir. Dolayısıyla bu şikâyet
bakımından başvuru yolları henüz tüketilmemiştir.
45. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
hakkındaki davanın “tabii hâkim ilkesi”ne
aykırı olarak olağanüstü bir mahkeme tarafından görüldüğü iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Eşitlik İlkesinin İhlali İddiası
46. Başvurucu, Anayasa’nın 10.
maddesinde düzenlenen “kanun önünde eşitlik
ilkesi”nin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
47. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa
Mahkemesi içtihatlarına göre, başvurucunun Anayasa’nın 10. maddesinde
düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme’nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık
yasağının ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki
ifadeler dikkate alındığında, Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer
temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerektiğini (B. No:
2012/1049, 26/3/2013, § 33; B. No: 2013/1337, 16/5/2013, § 20), başka bir ifadeyle
ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal
iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda ayrımcılığa maruz
kaldığı sorularına cevap verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
48. Bakanlık, başvurucu ile benzer durumda olan kişilerin
başvuruları ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin kararlarını emsal göstererek
tahliye talep ettiği, ancak talebinin reddedildiği iddiasıyla ilgili olarak;
Anayasa Mahkemesince, aynı hukuki metne ya da duruma ilişkin olarak, aynı derecedeki
bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları ile temyiz
mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin yorum farklılıklarının tek başına adil
yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceğine karar verdiğini
ifade etmiştir (B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 45).
49. Başvurucu, söz konusu iddia ile ilgili olarak, başvuru
dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır.
50. Başvurucunun, Anayasa’nın 10.
maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının, soyut olarak değerlendirilmesi
mümkün olmayıp, mutlaka Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve
özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 33).
51. Başvurucunun, eşitlik ilkesinin
ihlali iddiasının esas olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde ve
bu hakla bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Dolayısıyla kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı bakımından eşitlik ilkesi, bağımsız nitelikte koruma işlevine
sahip olmayıp, bu hakkın kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını
güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 34).
52. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği yönündeki iddialar çerçevesinde
değerlendirilmesi gerekir.
d. Seçme, Seçilme ve Siyasi Faaliyette
Bulunma Hakkının İhlali İddiası
53. Başvurucu, belediye başkanı olarak
seçildikten sonra tutuklandığını ve tutukluluğu nedeniyle görevini fiilen
yerine getiremediğini ileri sürmüştür.
54. Adalet Bakanlığı görüşünde, serbest
seçim hakkının Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli
ilkelerinden biri olduğunu, seçme ve seçilme hakkının mutlak nitelikte bir hak
olmadığını, Sözleşme’nin taraf devletlere seçme ve seçilme hakkının kapsam ve
uygulamasını belirleme konusunda geniş bir takdir hakkı verdiğini, seçme ve
seçilme hakkının kullanımının belli şartlara bağlanabileceğini, Anayasa
Mahkemesinin de benzer nitelikteki başvurulara ilişkin 4/12/2013 tarihli iki
kararında yer verilen ilkelere göre seçilme, seçilme ve bağımsız olarak veya
bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma hakkının güvence altına
alındığını ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir.
55. Başvurucu, söz konusu iddia ile ilgili olarak, başvuru
dilekçesindeki beyanlarını tekrarlamıştır.
56. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının
incelenmesi mümkün değildir. Başvurucunun iddiasının Anayasa’nın 67. maddesinin
birinci fıkrası ve Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün
3. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
57. Anayasa’nın “Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları”
başlıklı 67. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Vatandaşlar, kanunda gösterilen
şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti
içinde siyasî faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.”
58. Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 3. maddesi
şöyledir:
“Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama
organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak
şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt
ederler.”
59. AİHM, “serbest seçim hakkı”nı
Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden
biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme’ye Ek 1
No.lu Protokol’ün 3. maddesince korunan hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan
etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için
hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
B. No: 9267/81, 2/3/1987, § 47; Ždanoka/Letonya [BD], B. No: 58278/00,
16/3/2006, § 103; Yumak ve Sadak/Türkiye
[BD], B. No: 10226/03, 8/7/2008 § 105).
60. AİHM, Sözleşme’ye
Ek 1 No.lu Protokol’ün 3. maddesindeki serbest seçim hakkını, “yasama organı”nın seçimi ya da bu organın
iki meclisi varsa en azından bir meclisin seçimi ile sınırlı olarak değerlendirmektedir
(Gorizdra/Moldova (kk.),
B. No: 53180/99, 02/07/2002, hukuk kısmı, § 2; Cherepkov/Rusya (kk.), B. No: 51501/99, 25/01/2000, hukuk kısmı, § 1).
61. AİHM, serbest seçim hakkının
kapsamını, yasama yetkisine sahip olmayan yerel yönetimlerin seçimlerini
içerecek kadar genişletmemiş ve yerel seçimlerin, ulusal yasaları yerel düzeyde
uygulayarak parlamentonun desteklenmesi işlevine sahip olduğunu belirtmiştir.
AİHM ayrıca, belediye seçimlerinin (Cherepkov/Rusya (kk.), B. No: 51501/99, 25/01/2000), bölgesel seçimlerin
(Malarde/France (kk.),
B. No: 46813/99, 5/9/2000), il genel meclisi seçimlerinin (Santoro/Italy, B. No: 36681/97,
16/1/2003), belediye ve ilçe meclisi seçimlerinin (Mółka/Poland (kk.),
B. No: 56550/00, 11/4/2006) Sözleşme’ye Ek 1 No.lu
Protokol’ün 3. maddesinde belirlenen serbest seçim hakkının kapsamında
olmadığına karar vermiştir.
62. Anayasa’nın 67. maddesinde seçme,
seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette
bulunma hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasa Mahkemesine yapılan bir
bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından
müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış
olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına
da girmesi gerekir. Somut olayda, belediye başkanı seçilen başvurucunun
tutuklanması nedeniyle bu görevini yerine getiremediğine ilişkin iddiası,
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalmaktadır.
63. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
tutukluluğu nedeniyle belediye başkanlığı görevini yerine getiremediğine
ilişkin iddiasının, Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşıldığından “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
64. Başvurucu, tahliye taleplerinin
formül gerekçelerle reddedildiğini ve makul olmayan bir süredir tutuklu
olduğunu ileri sürmüştür.
65. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa
Mahkemesi ve AİHM’in tutukluluk süresinin
hesaplanmasıyla ilgili ilkelerine değinerek somut olayda başvurucunun
25/12/2009 tarihinde tutuklandığını, başvuru tarihi itibariyle yaklaşık dört
yıl iki aydır tutuklu olduğunu, tutuklamaya ilişkin konularda AİHM kararlarlarına göre belli bir süreye kadar tutukluluğun
devamı için makul şüphe ya da inandırıcı nedenlerin aranmasının yeterli
olduğunu, somut olayda başvurucunun atılı suçu işlediğine dair inandırıcı
delillerin bulunup bulunmadığının, toplam tutukluluk süresi ve tutukluluk konusundaki
ulusal mahkeme kararlarının gerekçelerinin, davanın kapsamının ve
karmaşıklığının, sanık sayısının, isnat olunan suçun organize suç olmasının,
yargılama süresince derece mahkemesine izafe edilebilecek herhangi bir ihmal
veya hareketsiz kalmanın bulunup bulunmadığının ve yargılamanın sürdürülüp
tamamlanmasında mahkemenin kendinden beklenen her türlü dikkat ve özeni
gösterip göstermediğinin birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ve bu konudaki
takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.
66. Başvurucu, dört yılı aşan bir
süredir tutuklu olduğunu, klişe gerekçelerle tutukluluğunun devamına karar
verildiğini, adli kontrol tedbirlerinin dikkate alınmadığını, delilleri yok
etme, gizleme ve değiştirme ihtimalinin bulunmadığını ifade etmiş ve başvuru
formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
67. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan
kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma
sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma
ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine
getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
68. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın
makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest
bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
69. Tutukluluk süresinin makul olup
olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup
olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini
bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas,
tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak
masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının
mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
70. Bir davada tutukluluğun belli bir
süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla,
yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece
mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin
kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/1137,
2/7/2013, § 62).
71. Tutuklama tedbirine kişilerin
suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun
devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin
kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte
gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli”
görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de
incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya
sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin
değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle
sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No:
2012/1137, 2/7/2013, § 63). Tutukluluk süresinin makul seviyede kalması için
ilgili makamların almış oldukları önlemler de dâhil olmak üzere tüm bu
unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda
bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 43).
72. Dolayısıyla Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde
esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine
bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz
başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince
gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun
olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve
tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke
olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir
(B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
73. Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli
makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir
şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde
yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye Taraf
Devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere
suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep
olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No. 66066/09,
9/7/2013, § 46).
74. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı
kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz: Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy/Rusya, B. No: 72967/01, 1/3/2007, § 91).
Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı
ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı
derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı
vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Mooren/Almanya [BD], B. No: 11364/03, 9/7/2009,
§ 79).
75. İtiraz veya temyiz merciinin,
itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki
gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak
gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: García Ruiz/İspanya,
B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26).
76. Makul sürenin hesaplanmasında
sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı
durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir.
Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak
kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar
verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No:
2012/237, 2/7/2013, §§ 66, 67).
77. Dava dosyası incelendiğinde
başvurucunun, 1/4/2013, 18/4/2013 ve son olarak da 6/12/2013 tarihinde tahliye
talebiyle mahkemeye başvurduğu görülmektedir. Başvurucunun 1/4/2013 tarihli
tahliye talebi Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/4/2013 tarihli kararıyla,
“… isnat olunan suçun vasıf ve mahiyeti,
sanıkların üzerine atılı suçlarla ilgili tanık beyanları, aramalarda ele
geçirilen belge ve dokümanlar, dijital malzemelere ilişkin inceleme
tutanakları, telefon görüşmeleri ve ortam dinlemeleri, görüntü inceleme ve
fotoğraftan tespit tutanakları, teknik araçlarla izleme ve dinleme çözüm
tutanakları, doküman inceleme tutanakları, olay tespit tutanakları ve fiziki
takip tutanaklarına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların
bulunması, sanıkların delilleri yok etme gizleme, değiştirme, tanıklar üzerinde
baskı yapma olasılıklarının bulunması, suçların 5271 sayılı Kanun’un 100/3
maddesinde sayılan katolog suçlardan olması ve isnat
edilen suçlar için öngörülen ceza miktarı, sanıkların kaçma şüphesinin
bulunması ...” gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluk halinin
devamına karar vermiştir.
78. Başvurucunun 18/4/2013 tarihli
tahliye talebi Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/4/2013 tarihli
kararıyla, “… olay tutanakları, iletişim tespit tutanakları ve fotoğraftan tespit
tutanakları ile tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren olguların bulunması, suçların 5271 sayılı Kanun’un 100/3 maddesinde
sayılan katolog suçlardan olması ve isnat edilen
suçlar için öngörülen ceza miktarı, sanıkların kaçma şüphesinin bulunması,
tutuklama tedbirinin makul ve dosya kapsamında uyumlu olması …”
gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluk hallerinin devamına karar vermiştir.
79. Başvurucu son olarak, 6/12/2013
tarihinde tahliye talebiyle Mahkemeye başvurmuş, ancak talebi Diyarbakır 6.
Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli kararıyla, “… isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, sanıkların
üzerine atılı suça ilişkin gizli tanık beyanları, fiziki takip ve tespit
tutanakları, olay tutanakları, iletişim tespit tutanakları ve fotoğraftan
tespit tutanakları ile tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren olguların bulunması, suçların 5271 sayılı Kanun’un 100/3
maddesinde sayılan katolog suçlardan olması ve isnat
edilen suçlar için öngörülen ceza miktarı, sanıkların kaçma şüphesinin
bulunması, tutuklama tedbirinin makul ve dosya kapsamında uyumlu olması …”
gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluk hallerinin devamına karar vermiştir.
80. Başvurucu Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli ret kararına itiraz etmiş, ancak itirazı
Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/12/2013 tarih ve 2013/701 Değişik İş
sayılı kararıyla “Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli
ara kararıyla verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin kararında herhangi
bir isabetsizlik bulunmadığı …” gerekçesiyle reddedilmiş ve
tutukluluk hallerinin devamına karar vermiştir.
81. Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hâllerde tutulabilirler. Bu şartların tutukluluk
süresince devam ediyor olması, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve
meşruiyeti bakımından olmazsa olmaz bir koşul olmakla birlikte bu durumun devam
edip etmediğinin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması ve yürütülen
işlemlerde gerekli özenin gösterilmesi gerekir (B. No: 2012/338, 2/7/1013, §
70).
82. Somut olayda başvurucu 24/12/2009
tarihinde tutuklanmış olup yargılaması derece mahkemesi önünde devam
etmektedir. Başvurucu Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesince 1/7/2014 tarihinde
tahliye edilmiştir. Buna göre başvurucu, yaklaşık 4 yıl 6 ay boyunca
özgürlüğünden mahrum kalmıştır.
83. Derece mahkemelerince verilen
tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri
incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve
tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı
hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki tutukluluk
halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. İlgili
ve yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum
bırakıldığı dikkate alındığında söz konusu tutukluluk süresi makul olarak
değerlendirilemez.
84. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın
19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
85. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari
eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
86. Başvuruda, Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
87. Başvurucu, uğradığı zarar
karşılığında 20.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucuya,
özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal
tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararının varlığı ve somut
olayın özelliklerini dikkate alarak takdiren 5.000,00
TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
88. Başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 209,90 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.709,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
89. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. “Tutukluluğun somut olgu ve olaylara dayanmadığı” yönündeki
iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. “Hakkındaki davanın tabii hâkim ilkesine aykırı olarak olağanüstü bir
mahkeme tarafından görüldüğü” yönündeki iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. “Tutukluluğu nedeniyle belediye başkanlığı görevini yerine getiremediği”
yönündeki iddiasının “konu bakımından
yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. “Tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği ve uzun bir
süredir tutuklu olduğu” yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. “Tahliye taleplerinin formül
gerekçelerle reddedildiği ve tutukluluğun makul süreyi aştığı” iddiası yönünden Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 5.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE
ve tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucular tarafından yapılan toplam 209,90 TL harç ve
1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.709,90 TL yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Bakanlığına yapılacak
başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması
halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için
yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
16/7/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.