
Esas No: 2014/11114
Karar No: 2014/11114
Karar Tarihi: 8/11/2017
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
KAYHAN ÖZDEMİR BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/11114) |
|
Karar Tarihi: 8/11/2017 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Heysem KOCAÇİNAR |
Başvurucu |
: |
Kayhan
ÖZDEMİR |
Vekili |
: |
Av.
Hayrettin KESKİNSOY |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yükleniciye devredilen arsa payının, kat karşılığı
inşaat sözleşmesinin gereklerinin yerine getirilmemesi sebebiyle açılan tapu
iptali ve tescil davası sonucunda arsa malikleri adına tesciline hükmedilmesi
nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/7/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Davacılar A.Y. ve H.A. yaptıkları kat karşılığı inşaat
sözleşmesi uyarınca adlarına kayıtlı 43 ada 8 parsel sayılı taşınmazın
1340/3000 payını başvurucuya devrettiklerini ileri sürmüşlerdir. Davacılar
10/10/2015 tarihli davadilekçesiyle, üstlenmiş olduğu
edimi yerine getirmeyen başvurucunun taşınmaz üzerinde kat irtifakı
kurulmasından yararlanarak bazı bağımsız bölümleri devrettiğini ve bazı
bağımsız bölümleri teminat göstererek bankalardan kredi aldığını belirterek kat
karşılığı inşaat sözleşmesinin feshi, davalılar üzerindeki tapu kaydının iptali
ve taşınmaz üzerinde bulunan ipotek, haciz vb. teminatların fekkine karar
verilmesini istemişlerdir.
9. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 10/11/2012 tarihli ve
E.2005/703, K.20127577 sayılı kararla başvurucunun davacılar ile yapmış olduğu
kat karşılığı inşaat sözleşmesinin gereklerini yerine getirmediğinden
sözleşmenin geriye etkili olarak feshine, başvurucu tarafından yapılan satışlar
ve bağımsız bölümler üzerinde kurulan sınırlı ayni haklar geçerli
bulunmadığından tapu kaydının iptaliyle davacılar adına tesciline veteminatın kaldırılmasına karar vermiştir.
10. Temyiz edilen karar, Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 5/7/2013
tarihli ve E.2013/1024, K.2013/4689sayılı kararı ile onanmış ve karar düzeltme
isteğinin aynı dairenin 27/2/2014 tarihli ve E.2013/7010, K.2014/1410 sayılı
kararı ile reddedilmesiyle kesinleşmiştir.
11. Nihai karar başvurucu vekiline 4/6/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
12. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun
106. maddesi şöyledir:
“Karşılıklı taahhütleri havi olan bir akitte
iki taraftan biri mütemerrit olduğu takdirde, diğeri
borcun ifa edilmesi için münasip bir mehil tayin veya münasip bir mehilin
tayinini hakimden isteyebilir.
Bu mehil zarfında borç ifa edilmemiş bulunduğu
surette alacaklı her zaman onun ifasını talep ve teahhür
sebebi ile zarar ve ziyan davası ikame eylemek hakkını haizdir; birde aktin icrasından ve teahhürü
sebebiyle zarar ve ziyan talebinden vazgeçtiğini derhal beyan ederek borcun ifa
edilmemesinden mütevellit zarar ve ziyanı talep veya akdi fesh
edebilir.”
13. 818 sayılı mülga Kanun’un 107. maddesi şöyledir:
"Aşağıdaki hallerde bir mehil tayinine
lüzum yoktur.
1 - Borçlunun hal ve vaziyetinden bu tedbirin tesirsiz olacağı anlaşılırsa
2 - Borçlunun temerrüdü neticesi olarak borcun ifası alacaklı için faidesiz kalmış ise.
3 - Akdin hükümlerine göre borç tayin ve tesbit
edilen bir zamanda veya muayyen bir mehil içinde ifa edilmek lazım
geliyorsa."
14. 818 sayılı mülga Kanun’un 355. maddesi şöyledir:
“İstisna, bir akittirki
onunla bir taraf (müteahhit), diğer tarafın (iş sahibi) vermeği taahhüt
eylediği semen mukabilinde bir şey imalini iltizam eder.”
15. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 123.
maddesi şöyledir:
“Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde,
taraflardan biri temerrüde düştüğü takdirde diğeri, borcun ifa edilmesi için
uygun bir süre verebilir veya uygun bir süre verilmesini hâkimden isteyebilir.”
16. 6098 sayılı Kanun’un 124. maddesi şöyledir:
“Aşağıdaki durumlarda süre verilmesine gerek
yoktur:
1. Borçlunun içinde bulunduğu durumdan veya
tutumundan süre verilmesinin etkisiz olacağı anlaşılıyorsa.
2. Borçlunun temerrüdü sonucunda borcun ifası
alacaklı için yararsız kalmışsa.
3. Borcun ifasının, belirli bir zamanda veya
belirli bir süre içinde gerçekleşmemesi üzerine, ifanın artık kabul
edilmeyeceği sözleşmeden anlaşılıyorsa.”
17. 6098 sayılı Kanun’un 125. maddesi şöyledir:
“Temerrüde düşen borçlu, verilen süre içinde,
borcunu ifa etmemişse veya süre verilmesini gerektirmeyen bir durum söz konusu
ise alacaklı, her zaman borcun ifasını ve gecikme sebebiyle tazminat isteme
hakkına sahiptir.
Alacaklı, ayrıca borcun ifasından ve gecikme
tazminatı isteme hakkından vazgeçtiğini hemen bildirerek, borcun ifa edilmemesinden
doğan zararın giderilmesini isteyebilir veya sözleşmeden dönebilir.
Sözleşmeden dönme hâlinde taraflar, karşılıklı
olarak ifa yükümlülüğünden kurtulurlar ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri
isteyebilirler. Bu durumda borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat
edemezse alacaklı, sözleşmenin hükümsüz kalması sebebiyle uğradığı zararın
giderilmesini de isteyebilir.”
18. 6098 sayılı Kanun’un 470. maddesi şöyledir:
“Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser
meydana getirmeyi, işsahibinin de bunun karşılığında
bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir."
2. Yargıtay İçtihatları
19. Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 10/12/2012 tarihli ve
E.2012/5443, K.2012/7269 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Arsa payı karşılığı inşaat yapım
sözleşmeleri; yüklenicinin finansı kendisi tarafından sağlanarak arsa malikinin
arsası üzerine bina yapım işini üstlendiği, arsa malikinin ise, bedel olarak
binadaki bir kısım bağımsız bölüm mülkiyetini yükleniciye geçirmeyi vaat ettiği
sözleşmelerdir.
Burada iki sözleşme iç içedir. Biri, hiçbir
şekle bağlı olmayan “inşaat sözleşmesi”; diğeri ise, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK)’nun 634, 818 sayılı
Borçlar Kanunu(BK)’nun 213, Tapu Kanunu’nun 26. ve
Noterlik Kanunu’nun 60.maddeleri uyarınca, resmi biçimde yapılması gereken
“mülkiyeti nakil borcu doğuran sözleşme”dir. Bu
nedenle, “arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri”nin
noterde ‘düzenleme’ biçiminde yapılması gerekmektedir. Burada şekil geçerlik
şartıdır. Emredici kural gereği, resmi şekle uyulmadan yapılan sözleşmeler ise
geçersizdir.
Ancak, şekil koşuluna uygun olmadığı için
geçersiz olan arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesinin fiilen hayata
geçirildiği, tarafların edimlerini ağırlıkla yerine getirdiğinin anlaşıldığı
durumlarda bu sözleşmelere geçerlilik tanınmalıdır.Şekil
zorunluluğunun birinci istisnası; “sözleşme adi yazılı şekilde olsa bile,
yüklenici edimini (bina meydana getirme borcunu) tamamen veya reddolunmayacak oranda yerine getirmişse, arsa sahibi artık
bu sözleşmenin geçersizliğini ileri süremez” kuralıdır. Zira böyle bir
davranış, TMK’nun 2.maddesinde tanımlanan “Bir hakkın
açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz” kuralına aykırı düşer.
İkinci istisnası ise; “sözleşmeyle yükleniciye
bedel olarak verilmesi kararlaştırılan taşınmazın devrine ilişkin yüküm,
taşınmaz tapuda yükleniciye devredilerek gerçekleşmişse, başlangıçta geçersiz
olan sözleşmenin geçerli hale gelmesidir.” Zira karma nitelikteki sözleşmenin diğer
kısmı, yani “inşaat sözleşmesi”, zaten biçim koşuluna bağlı değildir.
Gerek, edimlerin karşılıklı olarak tümüyle
veya önemli oranda yerine getirilmesi ve gerekse şekil koşuluna uyulmadan
yapılan sözleşmeye rağmen, arsa payının tapuda yükleniciye geçirilmesi halinde
şekil eksikliğinin ileri sürülmemesi kuralı, dayanağını Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 30.09.1988 tarih, 1987/2-1988/2 sayılı
kararının gerekçesinden almaktadır.
Öte yandan, kat karşılığı inşaat yapım
sözleşmesi gereğince yüklenicinin bedele, başka bir anlatımla sözleşmede kararlaştırılantapu payıveya
bağımsız bölümlere hak kazanabilmesi için inşaatı sözleşme ve ekleri ile
tasdikli proje ve inşaat ruhsatı ile kamu düzeninden olan imar mevzuatı ve bu
doğrultuda çıkartılan Deprem Yönetmeliği hükümlerine uygun olarak tamamlayıp,
arsa sahiplerine teslim etmesi gerekir.
Somut olayda, sözleşmenin geçersizliği iddia
edilmediği gibi karşılıklı edimler belli seviyede yerine getirilmiş, arsa payı
yükleniciye devredilmiştir. Mahkemece, isabetli olarak, tarafların adi yazılı
30.08.2000 tarihli arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin varlığı ve
geçerliliği noktasındaki beyanları gereğince sözleşmenin geçerli olduğu kabul
edildiği halde sözleşme gereği avans olarak verildiği anlaşılan arsa paylarının
davacılara geri dönüşü ve böylece sözleşmenin feshi sonucunu doğuracak şekilde
hüküm kurulması çelişki oluşturmuştur. Davacıların, aralarındaki sözleşme
doğrultusunda 30/100 ve 70/100 oranlarındaki paylaşıma göre kendilerine isabet
eden bağımsız bölüm ve arsa payının adlarına tescilini dava konusu ettikleri
mahkemece kabul edilerek, belediyeden inşaata ilişkin işlem dosyası
getirtilerek, mahallinde keşif yapılıp bilirkişi kurulundan inşaatın fiili ve
hukuki durumunu gözeten gerekçeli, açıklamalı ve denetime elverişli bir rapor
alınarak, yüklenici davalının adi yazılı da olsa sözleşmedeki edimini tamamen
ya da davacılarca red olunmayacak seviyede yerine
getirdiğinin belirlenmesi halinde taşınmaza ait tasdikli projelerden de
yararlanılarak kat mülkiyeti kurulacakmış gibi kat irtifakına esas payların
yine bilirkişi raporu ile belirlenip, bu paylara hangi bağımsız bölümlerin
isabet ettiği ve davacıların hangi bağımsız bölümleri ve arsa paylarını hak
ettikleri tespit edilerek, sonucuna göre infazı kabil bir karar verilmesi
gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru
olmamıştır."
B. Uluslararası Hukuk
20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi"ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol"ün 1. maddesinin temel
amacı, devlet tarafından mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalelere karşı
kişinin korunmasını sağlamaktır. Bununla birlikte Sözleşme"nin 1. maddesi
uyarınca her taraf devlet "kendi yetki
alanı içinde bulunan herkesin, Sözleşme"de tanımlanan
hakları ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama" yükümlülüğü
altındadır. Bu genel nitelikli görevin yerine getirilmesi, Sözleşme ile güvence
altına alınan hakların etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak için bazı
pozitif yükümlülüklere yol açmaktadır (Ališić ve diğerleri/Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan,
Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 60642/08, 16/7/2014,
§ 100; Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99,
25/7/2002, § 96).
21. AİHM; Sözleşme"ye ek 1 No.lu
Protokol"ün 1. maddesinin devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı,
özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet
hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü içerdiğini kabul
etmektedir. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası
mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına
yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir.
Bu bağlamda devlet özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar
yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma
oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında
ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında makul ve adil
bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. Mahkeme, bu
gerekliliğin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü
incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§
90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, §
112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§
82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99,
24/11/2005, § 134).
22. Bununla birlikte AİHM; iç hukukun yorumlanması ve
uygulanması konusundaki görevinin sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk
kurallarının yorumlanması bakımından sahip olduğu takdir hakkına açık bir keyfîlik veya bariz bir takdir hatası olmadıkça
karışamayacağını belirtmektedir (Anheuser‑Busch
Inc./Portekiz,
§ 83; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007,
§ 47).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 8/11/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
24. Başvurucu, dava konusu taşınmazın 1340/3000 hissesini
25/12/1996 tarihinde tapuda yapılan resmî işlemle 200.000 TL karşılığında satın
aldığını ve taşınmazın satın alma bedeli olarak nakit yerine davacılar ile
anlaşarak arsa üzerinde bina inşa etmeyi üstlendiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu inşa ettiği binanın depremde hasar görüp davacıların isteğiyle
yıkıldığını ve artık inşaatın belli bir tarihe kadar bitirilme zorunluluğundan
bahsedilemeyeceğini savunmuştur. Başvurucu ayrıca kat karşılığı inşaat
sözleşmelerinin resmî şekle tabi olup davacılar ile arasında bu nitelikte bir
sözleşme bulunmadığını da belirterek derece mahkemelerinin kanun ve içtihatlara
aykırı olarak tapu iptaline ve tescile karar vermesi sonucunda mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiası yanında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
Ancak başvurucunun temel iddiası, uyuşmazlık konusu taşınmazdaki (tapu) payının
iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.
Dolayısıyla başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışındaki diğer bütün
iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
26. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak
bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak
ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması
olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel
kişilerin birbirlerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete
atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru
konusu yapılan dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle
kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar
yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler
Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).
27. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan
Anayasa’nın 5. maddesi kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri
kaldırmayı, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir. Bahsedilen Anayasa
hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin gerçekleştirilmesine
yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir. Anayasa’nın pek çok
maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve gerçekleştirilmesi için
devletin alacağı tedbirlerden bahsetmektedir (Türkiye
Emekliler Derneği, § 38).
28. Anayasa"nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye
bağlanmıştır. Bu maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan
mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca
devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir.Anayasa"nın
5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin
pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler, kimi
durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet
hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, B.
No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41).
29. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren
etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve
kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan
uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek
sorumluluklarını da içermektedir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. §§
20-22).
30. Başvuru konusu olayda devlete düşen pozitif yükümlülük, arsa
sahibinin iade hakkını kullanması sebebiyle başvurucunun mülkiyet hakkını
koruyacak ve ona yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaları
oluşturmak ve bunun etkin bir şekilde işlemesini sağlamaktır.
31. Yargıtay içtihatlarında, arsa payı karşılığı inşaat yapım
sözleşmesinin arsa sahibi veya sahipleri ile yüklenici arasında yapılan ve eser
sözleşmelerinin bir türü olan sözleşme tipi olduğu açıklanmıştır. Buna göre
arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmeleri; yüklenicinin maliyeti kendisi
tarafından sağlanarak arsa malikinin arsası üzerine bina yapım işini
üstlendiği, arsa malikinin ise bedel olarak binadaki bir kısım bağımsız bölüm
mülkiyetini yükleniciye geçirmeyi vaat ettiği sözleşmelerdir. İnşaat yapım
sözleşmelerinde yüklenicinin ana borçlarının bir inşaat (eser) meydana getirme
ve bu eseri iş sahibine teslim etme borçları olduğu kabul edilmiştir. Buna
karşılık bu tür sözleşmelerde iş sahibinin de arsa üzerinde meydana getirilen
esere karşılık “arsa payı devri” suretiyle bir bedel ödemeyiasli
edim olarak borçlandığı belirtilmektedir. Bu sözleşmelerde iş sahibinin
ödeyeceği ücret (bedel), arsa sahibi tarafından ayni olarak ödenmektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410,
22/6/2017, §44).
32. Somut olayda ilk derece mahkemesi, devir işlemi, bu devirkarşılığı bedel yerine bina inşa edilmesi şeklindeki
edim ve ilk yapılan binanın depremde hasar görmesinden sonra başvurucunun taşınmaz
üzerine yeni bir bina inşa edilmesine ilişkin projeyi üstlenmiş olması
hususlarını dikkate alarak taraflar arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesi bulunduğuve edimini ifa etmeyenbaşvurucunun
tapudaki iktisabının geçersiz olduğu değerlendirmesini yapmış ve davanın
kabulüne karar vermiştir. Yargıtay, yerleşmiş içtihatları doğrultusunda ilk
derece mahkemesinin yapmış olduğu değerlendirmeyi usul ve yasaya uygun bularak
onamıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olarak önceden
oluşturulan öngörülebilir, ulaşılabilir ve belirli nitelikte olduğu anlaşılan
hukuksal çerçeve kapsamında delillerin değerlendirildiği ve hukuk kurallarının
yorumlanarak sonuca varıldığı görülmektedir ( bkz. §§
9-10).
33. Dolayısıyla somut olayda devletin pozitif yükümlülükleri
kapsamında mülkiyetin kullanılmasına ve korunmasına yönelik yeterli
güvencelerin mevcut olduğu, bireysel başvuruya konu kararlarda yer verilen
tespit ve gerekçeler itibarıyla mülkiyet hakkının korunması yükümlülüğü
yönünden başvurucunun usule ilişkin güvencelerden etkin biçimde yararlanmasının
sağlandığı ve yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı
sonucuna varılmıştır. Sonuç olarak yukarıda da değinildiği üzere mülkiyet
hakkına ilişkin şikâyet yönünden bir ihlalin olmadığının açık olduğu
anlaşılmaktadır.
34. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
37. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 50, 52).
38. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
39. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 8 yıl 5 aylık
yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
40. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun"un
50. Maddesi Yönünden
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
42. Başvurucu, 200.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
43. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
44. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 8.400 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
45. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 8.400 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesine
(E.2005/703, K.2012/577) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/11/2017tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.