
Esas No: 2012/1108
Karar No: 2012/1108
Karar Tarihi: 16/7/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
DURSUN ÇİÇEK BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2012/1108) |
|
Karar Tarihi: 16/7/2014 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Engin YILDIRIM |
Raportör |
: |
Serhat ALTINKÖK |
Başvurucu |
: |
Dursun ÇİÇEK |
Vekili |
: |
Av. İrem ÇİÇEK |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hukuka uygun olmayan
delillere dayanılarak tutuklandığını, tutukluluk halinin kuvvetli suç şüphesine
dayanmadığını, Mahkemece tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen
kararların gerekçelerinin yeterli olmadığını, duruşma sırasında kendisine söz
verilmeksizin tutukluluğun devamına karar verildiğini, hakkında yürütülen yargılamanın
adil olmadığını, yargılamayı yapmakta olan mahkemenin bağımsız olmadığını ve
doğal hakim güvencesine aykırı olarak teşekkül ettiğini ileri sürerek
Anayasa’nın 19., 36., 37., 38., 138. ve 139.
maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 5/12/2012
tarihinde İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe
ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/6/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm, 26/6/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir.
Adalet Bakanlığı, görüşünü 26/8/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 6/9/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı
beyanlarını 4/10/2013 ve 6/11/2013 tarihlerinde iki
ayrı dilekçe ekinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
1. Başvuru Dilekçesinde İfade Edildiği
Şekliyle
7. Başvurucu hakkında “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etmek, silahlı terör örgütü kurmak veya yönetmek, silahlı terör
örgütüne üye olmak, açıklanması yasaklanan gizli belgeleri temin etmek,
Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmek, Devletin güvenliğine
ilişkin belgeleri tahrip etmek, amacı dışında kullanmak, hile ile almak-çalmak,
ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın almak veya taşımak veya
bulundurmak, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek, kayda alınan konuşmaların
basın yoluyla yayınlanması, özel hayata ilişkin görüntü ve sesleri ifşa etmek,
kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek” suçlarından İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca 13/04/2010 tarih, 2008/1756
soruşturma, E.2010/373, K.2010/264 sayılı iddianame düzenlenmiştir.
8. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
düzenlenen iddianame üzerine, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 29/04/2010 tarih ve E.2010/106 sayılı tensip tutanağı ile
başvurucu hakkında yakalama kararı çıkarılmasına karar verilmiştir.
9. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 29/4/2010 tarihli yakalama kararına aynı
tarihte itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı “…
mevcut delil durumu, sanığa atılı silahlı terör
örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya
görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının vasıf ve mahiyeti,
dosya içeriği, muhtelif kriminal raporlar ve tanık
beyanları dikkate alındığında sanığa isnat edilen suçları işlediğine dair
kuvvetli şüphe sebeplerinin olması, delilleri gizleme veya değiştirme
hususlarında da kuvvetli şüphenin bulunması, adli kontrol uygulamasının yeterli
olmayacağı, atılı suçların CMK.100/3’de yazılı tutuklamayı gerektirebilecek
suçlardan olması” gerekçesiyle
30/4/2010 tarihinde reddedilmiştir.
10. Hakkında yürütülen kovuşturma
kapsamında 30/4/2010 tarihli birinci celsede “… mevcut delil durumu,
sanığa atılı silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini
ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının
vasıf ve mahiyeti, dosya içeriği, muhtelif kriminal
raporlar ve tanık beyanları dikkate alındığında, sanığa isnat edilen suçları
işlediğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin olması, delilleri gizleme veya
değiştirme hususlarında da kuvvetli şüphenin bulunması, adli kontrol
uygulamasının yeterli olmayacağı, atılı suçların CMK’nın100/3 maddesinde sayılan
tutuklamayı gerektirebilecek suçlardan olması” gerekçesiyle İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesince başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir.
11. Başvurucu, kendisine izafe edilen
eylemlerin, asker kişi olması nedeniyle askeri mahal olan Genelkurmay Başkanlığı
Karargâhı içinde işlendiği ileri sürüldüğünden, 353 sayılı Askeri Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 9. maddesi uyarınca davanın askeri
mahkemede görülmesini 25/5/2010 tarihinde talep etmiş,
ancak söz konusu talepten bir sonuç elde edememiştir.
12. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin
25/6/2010 tarih ve 2010/421 Değişik İş sayılı kararı
ile “2010/106 Esas sayılı dosyası İle
Erzurum 2010/108 esas sayılı dosyası arasında hukuki ve fiili İrtibat bulunması
nedeniyle 2010/106 esas sayılı dosyası üzerinde birleştirilmesine, Mahkememiz
ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla 2010/1 Esas sayılı dava dosyasını yürütmekte
olan Yargıtay 11. Ceza Dairesi arasında dolaylı olarak olumlu birleştirme
konusunda uyuşmazlık oluştuğundan bu uyuşmazlığın giderilmesi için CMK.16/3
maddesi uyarınca yukarıda belirtilen gerekçeler dikkate alınarak, birleştirilen
her iki dosya ile ilgili olarak merci tayini için Yargıtay Ceza Genel Kuruluna
gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına dosyanın gönderilmesine,
Yargıtay 11.Ceza Dairesine verilen kararla ilgili olarak bilgi verilmesine dair
sanık ve sanık vekillerinin yokluğunda” savunma ve iddianın hiçbir
talebi olmadığı halde ve savunmanın beyanı alınmaksızın başvurucu hakkındaki
davaların birleştirilmesine karar verilmiştir.
13. Başvurucu 23/1/2012
tarihinde, hakkındaki her iki davanın suç tarihi ve suç iddialarının bire bir
aynı olması gerekçesiyle 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca “aynı suç
tarihlerini kapsayacak şekilde ve aynı suç iddiaları ile duruşma salonları
arasında sadece 100 metre olan hukukken eşit statüdeki iki ayrı mahkemede dava
açılması ve kovuşturma yapılması”na itiraz etmiş ve birbiriyle bağlantılı iki
davanın birleştirilmesini talep etmiş ancak talebi reddedilmiştir.
14. Başvurucu, Genelkurmay Askeri
Savcılığı tarafından hazırlanan iddianame kapsamında, 20/7/2010
tarihinde Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesinde yapılan duruşma sırasında,
hakkında askeri mahkemede dava açılmasını talep etmiş ancak talebi
reddedilmiştir.
15. Başvurucunun, Genelkurmay
Başkanlığı Askeri Savcılığı tarafından hazırlanan iddianame üzerine Genelkurmay
Başkanlığı Askeri Mahkemesinde açılan ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde 29/04/2010 tarihinde kabul edilen iddialarla aynı eylemleri
içeren her iki davanın Uyuşmazlık Mahkemesine taşınması yönündeki talebi de
sonuçsuz kalmıştır.
16. Son olarak “Tutuklu sanıkların üzerlerine atılı suçları
işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi yeterli
görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu nedenlerle atılı
suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan tutuklu sanıklar hakkında
daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz
kalacağı” gerekçesiyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli kararı ile başvurucunun tahliye
taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
17. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin
18/9/2012 tarihli kararına başvurucu tarafından
24/9/2012 tarihinde itiraz edilmiş, ancak itiraz İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2/10/2012 tarih ve 2012/738 Değişik İş sayılı kararı ile
reddedilmiştir.
18. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2/10/2012 tarihli kararına itiraz etmiş,
itirazı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2012 tarih ve 2012/1266
Değişik İş sayılı kararıyla“Dosya kapsamı incelendiğinde, atılı olan suçların
işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunduğu, bu
suçların CMK.100/3 Maddesinde sayılması sebebiyle tutuklama nedenlerinin
bulunduğu kabul edildiğinden, suçların niteliği ve yüklenen suçlar için
öngörülen ceza miktarlarına göre adli kontrol uygulamalarının sanık açısından
yetersiz kalacağı ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin sanık hakkında verilen
tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu”
gerekçesiyle reddetmiştir. Karar aynı tarihte başvurucuya tebliğ edilmiştir.
2. Adalet Bakanlığının Görüşünde İfade
Edildiği Şekliyle
a. Ergenekon
Soruşturma Süreci
19. 12/6/007 tarihinde, Trabzon İl Jandarma
Komutanlığı’na telefonla yapılan bir ihbar üzerine, İstanbul’un Ümraniye
ilçesinde bir gecekonduda polis tarafından arama yapılmıştır. Bu arama
esnasında, askeri bir sandık içerisinde toplam 27 adet el bombası bulunmuştur.
Söz konusu gecekonduda kiracı olarak yaşayan A.Y. ve A.Y.’nin
babasının ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler ifadelerinde, 27 el bombasının bulunduğu
sandığı eve getiren kişinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekli olmuş bir
astsubay olan O.Y. olduğunu belirtmişlerdir.
20. Bu ifadeler üzerine O.Y’nin işyeri ve evinde 13/6/2007
tarihinde arama yapılmıştır. Bu aramalarda bir adet tabanca, şarjör ve mermiler
ile bir bıçak ve bilgisayar belleği ile bir adet flaş belleğe el konulmuştur.
Flaş bellekte yapılan incelemede “Lobi, Çok
Gizli-Aralık 1999/İstanbul” isimli bir belgeye rastlanmıştır. Bu
belgenin “Giriş” bölümünde, “…
Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren ‘Ergenekon’a bağlı olarak
‘Sivil Unsurların’ örgütlenmesi zorunluluğu kaçınılmaz bir gerçektir”
ifadelerinin bulunduğu tespit edilmiştir.
21. O.Y’de ele geçirilen söz konusu belge,
içeriği ve el bombalarının ciddiyeti dikkate alınarak soruşturma
genişletilmiştir. Bu çerçevede, Ergenekon adı verilen davada yargılanan birçok
kişinin ev ve işyerlerinde aramalar yapılmış, bu kişiler gözaltına alınmış ve
bazıları da yetkili mahkemelerce tutuklanmıştır. Yapılan aramalarda ve ilgililerin
bilgisayarlarında çok sayıda örgütsel doküman ve örgütün yapısını gösteren
belgeler ele geçirilmiştir.
22. Soruşturmaya konu bir başka şahsın
evinde yapılan aramada 12 adet el bombası, çok sayıda silah, TNT kalıpları ve
diğer patlayıcı maddeler ile değişik gizli askeri belgeler bulunmuştur.
23. Yine bir kısım yerlerde yapılan
aramalarda suç oluşturan birçok delil elde edilmiştir. Bu deliller arasında,
kamu görevlilerine ve üst düzey bürokratlara yönelik fişlemeler, Türk Silahlı
Kuvvetleri içerisinde illegal örgütlenmeye yönelik belgeler ile Yargıtay
binasını ayrıntılı olarak gösteren ve kaçış yollarının belirtildiği bir kroki
bulunmuştur. Soruşturma kapsamında bir kısım belgelerin farklı şüphelilerde ele
geçirildiği iddianamelerde belirtilmiştir.
24. “Ergenekon
Soruşturması”nın
başlangıç evresinde elde edilen delillerden yola çıkılarak soruşturma
Cumhuriyet Başsavcılığınca genişletilmiş ve bu süreçte özellikle bazı emekli
veya muvazzaf general ve subaylar soruşturmaya dâhil edilmiştir. Bu kişilerin
ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda örgütün hiyerarşik yapısını
gösterdiği iddia edilen deliller ile Hükümeti zorla yıkmak için yapıldığı iddia
edilen bazı planlar ele geçirilmiştir. Ortaya çıkarılan planlar arasında “Sarıkız”,
“Yakamoz”, “Eldiven”, “Ayışığı”, “Kafes” ve “İrtica ile Mücadele” isimli eylem planları
bulunmaktadır.
25. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan
iddianamelerde Sarıkız, Kafes ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı isimli
eylem planlarının askeri darbeden önceki sürece ilişkin oldukları ve bu
planlardaki temel amacın yapılacak askeri darbeye zemin hazırlamak olduğu; Yakamoz isimli eylem planının askeri
darbenin uygulanmasına ilişkin olduğu; Eldiven
isimli eylem planının ise askeri darbeden sonraki süreçte devletin ve siyasi
kurumların yeniden yapılandırılmasına ilişkin planları içerdiği belirtilmiştir.
26. Dönemin kuvvet komutanları olan A.Y., Ö.Ö. ve İ.F. ile Jandarma Genel Komutanı M.Ş.E.
tarafından hazırlandığı iddia edilen “Sarıkız” isimli eylem planı, Hükümete karşı halkta
genel bir hoşnutsuzluk olduğu inancını yaymak için yapılacak faaliyetleri ve bu
çerçevede basını yönlendirmeyi amaçlamıştır. Bu plan, özellikle öğrencilerin,
sivil toplum mensuplarının ve sendika üyelerinin, Hükümete karşı protesto
gösterileri düzenlemeleri konusunda yönlendirmesini ve ulusal seviyede
gösteriler yapılmasını da öngörmektedir.
27. Kafes Eylem Planı’nda, Türkiye’deki
gayrimüslimlere yönelik yapılacak çalışmalar “operasyon”
olarak nitelendirilerek, bu operasyonun değişik aşamalardan oluştuğu ifade
edilmiştir. Hazırlık aşamasında,
Türkiye’deki gayrimüslimlerin isim, adres ve toplandıkları yer ve günlerin
tespiti için çalışmalar yapılacağı belirtilmiştir. Korku oluşturma safhasında, tespit edilen AGOS Gazetesi abone
listesinin internet üzerinden yayınlanacağı, abonelere tehdit telefonlarının
açılacağı, İstanbul Adalar bölgesinde duvarlara tehdit içerikli mesajlarının
yazılacağı ifade edilmiştir. Kamuoyu
oluşturma safhasında, ulusal basın ve web siteleri kullanılarak bu
eylemlerin sorumlusunun Ak Parti iktidarı olduğu ve bu partinin azınlıklar
konusunda vurdumduymaz davrandığı inancının oluşturulacağı belirtilmiştir. Eylem safhasında ise, İstanbul’da
özellikle gayrimüslimlerin yaşadığı bölgelerde bomba patlatılması, AGOS
Gazetesi’nin bulunduğu yer ile benzeri yerlerde ses bombası patlatılması,
gayrimüslim mezarlıklarına yönelik saldırılar düzenlenmesi ve onların ev,
işyeri ve araçlarının kundaklanmasının planlandığı ifade edilmiştir.
28. İrtica ile
Mücadele Eylem Planı, yine kitle iletişim araçları (medya organları)
kullanılarak, halkın iktidardaki AK Parti’ye olan desteğini ortadan kaldırmak
için yanıltıcı haberler yapılmasını içermektedir. Bu planla, Ergenekon
soruşturmasında tutuklanan askerlerin masum olduğu yönünde propaganda
yapılarak, kara propaganda yoluyla halkın iktidar partisine olan desteğinin yok
edilmesi amaçlanmıştır.
29. Ayışığı isimli eylem planı ise, öncelikle, her türlü anti
demokratik eyleme karşı olmakla tanınan dönemin Genelkurmay Başkanı H.Ö.’nün etkisiz hale getirilmesini veya görevinden
ayrılmaya zorlanmasını hedeflemiştir. Bu plan, AK Parti üyesi bir kısım
milletvekillerinin bu partiyi terk etmesini sağlamayı da amaçlamıştır. Ayrıca,
hükümet aleyhine yapılacak bir askeri darbe için Cumhurbaşkanı’nın desteğini
almayı veya onun tarafından gelecek muhalefeti etkisiz kılmayı da
hedeflemiştir.
30. Yakamoz isimli eylem planına gelince, bu
plan özellikle yapılacak askeri darbenin uygulanmasına ve hükümetin
devrilmesinden sonra kurulacak hükümete ilişkin planları içermektedir.
31. Eldiven eylem planı, planlanan askeri
darbenin gerçekleştirilmesinden sonra alınacak özel önlemlere ilişkindir. Bu
eylem planında, medyanın ve siyasi oluşumların yeniden yapılandırılması,
silahlı kuvvetlerin yeniden organize edilmesi, yeni bir Cumhurbaşkanının
seçilmesi, bazı kamu kurumlarının yeniden düzenlenmesi ve dış politikanın
yeniden belirlenmesi konularında planlara yer verilmiştir.
32. “Ergenekon
Soruşturması” olarak adlandırılan soruşturma sürecinde, bazı suikast
planları ele geçirilmiştir. Bazı şüpheliler, gerçekleştirilen birkaç suikast
olay veya planının faili oldukları gerekçesiyle, elde edilen delillere de
dayanılarak, savcılıkça bu soruşturmaya dâhil edilmiştir.
33. Soruşturmada elde edilen delillere
dayanılarak, Cumhuriyet Gazetesi merkez binasına yapılan saldırı olayı ile
Danıştay olayına ilişkin dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde yürütülen ve
Ergenekon ismi verilen dava ile birleştirilmiştir. İlgili sanıklar, halen
Ergenekon davası çerçevesinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi önünde
yargılanmaya devam etmektedir.
34. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
8/3/2009 tarihli İddianamesinde (s. 78) soruşturma
kapsamında elde edilen delillerden Ergenekon isimli davada yargılanan bazı
sanıkların özellikle PKK, DHKP-C ve
Hizbullah isimli terör örgütleriyle ilişkilerinin olduğunun
saptandığı, hatta bu örgütlerin, söz konusu davanın sanıkları tarafından
kontrol altına alındığı ve yönlendirildiği iddia edilmiştir
35. Bazı sanıklarda ele geçirilen “Ergenekon-Analiz Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi” isimli belgede, medyanın işlevi ve toplum
üzerindeki etkileri incelenerek, örgütün kendi medya kuruluşlarını oluşturması
ve mevcut medya kuruluşlarını da kontrol altına alması gerektiği ifade
edilmiştir.
36. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
26/8/2011 tarihli iddianamesinde (s. 5) bazı
sanıkların ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen “Ulusal Medya 2001” isimli belgenin,
yukarıda ifade edilen amacın gerçekleştirilmesi için hazırlandığı iddia
edilmiştir.
b. Başvurucunun
Gözaltına Alınması, Hakkında Yürütülen Soruşturma ve Açılan Davanın Seyri
37. Başvurucu hakkında, 30/6/2009 ve 11/11/2009 tarihlerinde ifadesini alan İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 13/4/2010 tarihli iddianamesiyle iddia edilen
Ergenekon Terör Örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan
kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından kamu
davası açılmıştır.
38. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne
sunulan ve toplam yedi şüphelinin yer aldığı 13/4/2010
tarihli iddianame ile Savcılık, başvurucuyu iddia edilen Ergenekon Silahlı
Terör Örgütünün üyesi olmakla ve örgütün amaç ve stratejisi doğrultusunda “İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı
belgeyi hazırlayıp bir suretini bir örgüt üyesine teslim etmekle itham
etmiştir. Savcılığa göre; söz konusu belgede yer verilen planlar ülke genelinde
uygulamaya konulmuş ve bu kapsamda, Erzincan ilinde bazı kamu kurumlarında
görev yapan örgüt üyelerinin belgede yer alan eylem planlarının bir kısmını
gerçekleştirmek amacıyla çalışmalar başlattıkları iddia edilmiştir. Örgütün
talimatı ile başvurucunun hazırladığı ve sonrasında uygulamaya konulan bu
planlar ile ülkede kaos ortamı oluşturmaya, böylece
cebir ve şiddet yöntemleri ile hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya
tamamen engellemeye teşebbüs edilmiştir. Bu cümleden olarak; Milli Eğitim
Bakanlığı’na bağlı okullarda öğrenim gören öğrencilerin ibadet görüntülerinin
ve bazı parti mensuplarının lüks yaşam tarzları medyaya taşınarak kara
propaganda yoluyla iktidardaki AKP Hükümetinin yıpratılması, halkta yürütme
organına karşı infial uyandırılması ve yürütme organının güçsüz ve etkisiz
duruma düşürülerek çalışamaz hale getirilmesi planlanmıştır. Öte yandan;
kamuoyunda Fethullah Gülen Cemaati olarak
adlandırılan topluluğa ait ev ve yurtlara silah yerleştirilmesi ve ardından
yapılacak aramalarla söz konusu grubun hukuken silahlı terör örgütü olarak
tescilinin sağlanması ve kara propaganda ile kamuoyunda grubun PKK terör örgütü
ile irtibatı varmış kanaatinin uyandırılması hedeflenmiştir.
39. Bu iddiaları desteklemek için Savcılık, Ağır Ceza
Mahkemesi"ne başvurucunun imzasını taşıdığına ilişkin Adli Tıp Kurumu
Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis
Laboratuvarı Dairesi Başkanlığı ve Jandarma Kriminal
Laboratuvarı’nın raporları bulunan “İrticayla
Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgeyi, bilirkişi raporlarını, tanık
beyanlarını, ihbar mektuplarını, arama ve inceleme tutanaklarını, DVD ve
bilgisayar kayıtlarını delil unsurları olarak sunmuştur.
40. Başvurucu hakkındaki iddianameyi 29/4/2010 tarihinde kabul ederek başvurucunun yargılamasına
başlayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin aynı tarihli yakalama kararına
istinaden başvurucu 30/4/2010 tarihinde yakalanmıştır. Aynı gün İstanbul 13.
Ağır Ceza Mahkemesi heyeti huzuruna çıkarılan başvurucu sorgusunun yapılıp
savunmasının alınmasının ardından tutuklanmıştır.
41. Başvurucu ve diğer şüpheliler
hakkındaki iddianamenin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 29/4/2010 tarihinde kabul edilmesinin ardından söz konusu
dava dosyasının, “Ergenekon” ana
dosyası ile aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle 30/3/2012
tarihinde birleştirilmesine karar verilerek başvurucunun yargılanmasına devam
edilmiştir.
42. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi"nin 2008/191 Esas sayılı “Ergenekon”
ana dosyası ile aralarında fiili ve hukuki irtibat bulunan 22 ayrı iddianameyle
açılan davalar ile hali hazırda yürüyen bir kısım diğer dava dosyaları
birleştirilmiştir.
43. Başvurucunun yargılamasının devam
ettiği dava dosyasının 5/8/2013 tarihli 321.
celsesinde mahkeme, başvurucuyu “Cebir ve
şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya
görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçundan mahkûm ederek başvurucunun
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
44. 30/4/2010 tarihinde gözaltına alınmış olan
başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin hakkında mahkûmiyet kararı
verdiği 5/8/2013 tarihine kadar tutuklu kalmıştır.
3. 5/8/2013 Tarihinde Tefhim Edilen Kısa Karar
45. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru tarihi itibariyle ilk derece mahkemesi önünde derdest olan davada, İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarihili kararı ile başvurucunun isnat olunan suçlardan
müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği öğrenilmiştir. UYAP
vasıtasıyla elde edilen 5/8/2013 tefhim tarihli kısa
kararda başvurucunun;
“a. Hakkında 5237 sayılı TCK 314/2, ve 312/1 maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılması
için kamu davası açılmış ise de, sanığın eylemlerinin bir bütün halinde 5237
sayılı TCK 312/1 maddesindeki suçu oluşturduğu anlaşıldığından sanığın eylemine
uyan “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan
kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs
etmek” suçunu işlemiş olduğu sabit olduğundan TCK 312/1 maddesi uyarınca
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına,
b. Verilen cezanın miktarı dikkate alınarak,
TMK 5. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına,
c. Yargılama sürecindeki olumsuz tutum ve
davranışları nedeniyle TCK 62. maddesi gereğince takdiri indirim yapılmasına takdiren yer olmadığına,
d. Başkaca artırım ve indirim yapılmasına takdiren yer olmadığına,
e. Sanığın kasten işlemiş olduğu
suçtan dolayı mahkum olduğu hapis cezasının sonucu olarak TCK 53. maddesinin 1., 2., 3. fıkralarının uygulanmasına,
f. TCK 58/9 maddesi gereğince cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre ve infazından sonra
denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına,
g. TCK 63. Maddesi gereğince hüküm
kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsi hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran
bütün haller nedeniyle geçirilmiş sürelerin hükmolunan hapis cezasından
mahsubuna”
karar verilmiştir.
46. Başvurucu hakkındaki davanın temyiz
aşamasında olduğu anlaşılmaktadır.
B. İlgili
Hukuk
47. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
312. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cebir ve
şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya
görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.”
48. 5237 sayılı Kanun’un 314. maddenin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu kısmın
dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı
örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
49. 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu’nun 5. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“3 ve 4
üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin
edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak
hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her
nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet
hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Suçun,
örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde
cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım
yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.
…”
50. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi
şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
9. Suç
işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde
220),
10.
Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),
11.
Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311,
312, 313, 314, 315),
…
(4)
(Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya
hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı
verilemez.”
51. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi
şöyledir:
“(1)
Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç
otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip
gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (1)
(2)
Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde
şüpheli tarafından da istenebilir.
(3) Hâkim
veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip
gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında
ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re’sen
karar verir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
52. Mahkemenin 16/7/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/12/2012 tarih ve 2012/1008
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
53. Başvurucu;
i. 30/4/2010 tarihinden bu yana
tutuklu olarak yargılandığını, tutuklamaya dayanak teşkil eden delillerin ve
bilirkişi raporlarının hukuka uygun olmadığını, tutukluluk halinin devamına
dair Mahkemece verilen kararların gerekçelerinin yeterli olmadığını, tutukluluk
halinin kuvvetli suç şüphesine dayanmadığını, 18/9/2012 ve 17/10/2012 tarihli
duruşmalarda duruşma savcısının tutuklama talebine karşılık kendisine ve
müdafilerine söz verilmeden tutukluluğun devamına karar verildiğini ileri
sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin,
ii.
Lehine olan delillerin toplanmadığını, savunma tanıklarının iddia tanıkları ile
aynı koşullar altında çağrılıp dinlenmediğini, aynı suç iddiası ile yargı
hiyerarşisinde aynı seviyede olan iki ayrı mahkemede yargılanmak zorunda
bırakıldığını ileri sürerek Anayasa’nın 36., 37. ve
38. maddelerinin,
iii.
Yargılandığı davada görevsizlik kararı verilerek dosyanın davaya bakmakla
görevli olan askeri mahkemeye gönderilmesi taleplerinin reddedildiğini,
mahkemenin bağımsız olmadığını, hâkimlik teminatı ve doğal hâkim - mahkeme
hakkının bu yolla ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 138. ve 139.
maddelerinin,
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil
Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
54. Başvurucu, lehine olan delillerin toplanmadığını, savunma
tanıklarının iddia tanıkları ile aynı koşullar altında çağrılıp dinlenmediğini,
aynı suç iddiası ile yargı hiyerarşisinde aynı seviyede olan iki ayrı mahkemede
yargılanmak zorunda bırakıldığını, yargılandığı davada görevsizlik kararı
verilerek dosyanın askeri mahkemeye gönderilmesi taleplerinin reddedildiğini,
mahkemenin bağımsız olmadığını, hâkimlik teminatı ve doğal hâkim - mahkeme
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
55. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurunun kabul
edilebilirliği ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
kararlarına atıfla, makul sürede yargılanma hakkı ihlali iddiaları hariç, adil
yargılanma hakkına dair şikâyetlerin, ancak söz konusu yargılamanın bir kesin
hükümle sona ermesinden sonra incelenmesinin mümkün olabileceğini, tarafsızlık
ve bağımsızlık, aleni karar ve tabii hâkim ilkeleri, mahkemeye erişim hakkı
gibi adil yargılanma hakkının gereklerinden her birine ilişkin ihlal
iddialarının bir sonraki yargılama aşamasında ya da üst bir yargı organı
tarafından düzeltilme ihtimalinin her zaman mevcut olduğunu, adil yargılanma
hakkına dair şikâyetler konusunda kanun yollarının henüz tüketilmediğini
belirtmiştir.
56. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, Bakanlıkça
verilen emsal kararların ve örneklerin çelişkili ve kendi konumu ile bağlantılı
olmadığını, ihlal edilen özgürlük ve güvenlik hakkı iade edilmeden adil
yargılanma hakkının tartışılmasının hukuki ve vicdani olmadığını, tutuklama
kararlarının yarattığı hak ihlalinin ortadan kaldırılmasının başta Adalet
Bakanlığı olmak üzere akıl ve vicdan sahibi her kişi ve kurumca istemesi
gerektiğini, bu konuda hukuka ve yasaya aykırı mazeret ileri sürülmesinin,
gerçeğe aykırı emsal ve örnekler gösterilmesinin iyi niyet ve yargı etiği
ilkelerine aykırı olduğunu, masumiyet karinesinin ihlali niteliğinde olduğunu,
kendisi ile ilgili olmayan iddiaların polis tutanaklarından alıntılar yapılarak
dile getirildiğini, Bakanlık görüşünde çarpıtma ve çelişkilerin bulunduğunu
belirtmiş ve bu görüşe katılmamıştır.
57. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun,
lehine olan delillerin toplanmadığı, savunma tanıklarının iddia tanıkları ile
aynı koşullar altında çağrılıp dinlenmediği, aynı suç iddiası ile yargı
hiyerarşisinde aynı seviyede olan iki ayrı mahkemede yargılanmak zorunda
bırakıldığı, yargılandığı davada görevsizlik kararı verilerek dosyanın askeri
mahkemeye gönderilmesi taleplerinin reddedildiği, mahkemenin bağımsız olmadığı,
hâkimlik teminatı ve doğal hâkim-mahkeme hakkının ihlal edildiği yönündeki
şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı” kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
58. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale
neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş
idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
59. Bu hüküm uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen
işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerekir.
60. Zira temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları
vasıtasıyla çözüme kavuşturulması gerekir. Bireysel başvuru yoluna, iddia
edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi
durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013,
§§ 17-18). Başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasında derdesttir. Bu şikâyet
bakımından başvuru yolları henüz tüketilmemiştir.
61. Açıklanan nedenlerle, başvurunun “lehine olan delillerin toplanmadığı, savunma
tanıklarının iddia tanıkları ile aynı koşullar altında çağrılıp dinlenmediği,
aynı suç iddiası ile yargı hiyerarşisinde aynı seviyede olan iki ayrı mahkemede
yargılanmak zorunda bırakıldığı, yargılandığı davada görevsizlik kararı
verilerek dosyanın askeri mahkemeye gönderilmesi taleplerinin reddedildiği,
mahkemenin bağımsız olmadığı, hâkimlik teminatı ve doğal hâkim-mahkeme hakkının
ihlal edildiği” yönündeki şikâyetlerinin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. 18/9/2012
ve 17/10/2012 Tarihli Duruşmalarda Başvurucuya Söz Verilmeden Tutukluluk
Halinin Devamına Karar Verildiği İddiası
62. Başvurucu, 18/9/2012
ve 17/10/2012 tarihli duruşmalarda kendisine ve müdafilerine söz verilmeden
tutukluluk halinin devamına karar verildiğini ileri sürmüştür.
63. Adalet Bakanlığı, söz konusu
duruşmalarda verilen tutukluluğun devamına dair kararların 5271 sayılı Kanun’un
108. maddesine göre mahkemesince resen yapılan değerlendirme neticesinde
verildiğini belirtmiştir.
64. Başvurucu, Adalet Bakanlığının
görüşüne katılmamış ve tutukluluğun devamı kararlarının bahsi geçen duruşmalar
sırasında kendisince yapılan itirazlara rağmen alındığını ifade etmiştir.
65. Anayasa’nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne
sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında
karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest
bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına
sahiptir.”
66. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yakalama
veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin
yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma
yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına
sahiptir.”
67. Anayasa’nın 19. maddesinin
sekizinci ve Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkraları, her ne sebeple
olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişiye tutuklanmasının yasallığı hakkında
süratle karar verebilecek ve tutulması kanuni değilse salıverilmesine
hükmedebilecek bir mahkemeye başvurma hakkı tanımaktadır. Anılan Anayasa ve
Sözleşme hükümleri esas olarak, tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz
başvurusu üzerine, bir mahkeme nezdinde yürütülmekte olan davalardaki tahliye
talepleri veya tutukluluğun uzatılması kararlarının incelenmesi açısından bir
güvence oluşturmaktadır (B. No: 2012/1158, 21/11/2013,
§ 30).
68. Tutukluluk incelemesinin
düzenlendiği 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesinin (3) numaralı fıkrasında,
kovuşturma evresinde tutuklu sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip
gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında
ya da en geç otuz günlük süre içinde hâkim veya mahkemece resen karar
verileceği hükme bağlanmıştır.
69. Başvurucunun yargılandığı dosya
kapsamında, 18/9/2012 tarihli 232. ve 17/10/2012
tarihli 247. celselerin duruşma tutanaklarının incelenmesinde tutukluluk
halinin devamına ilişkin başvurucu ya da vekili tarafından herhangi bir
itirazda bulunulmadığı görülmektedir. Başvurucunun itirazı 18/9/2012
ve 17/10/2012 tarihli duruşmaları müteakiben ilgili itiraz mahkemeleri nezdinde
yapılmıştır.
70. Kovuşturma aşamasında 5271 sayılı
Kanun’un 108. maddesine göre tutukluluk halinin devamına ilişkin yapılacak
değerlendirme resen (ex officio)
yapılmakta olup Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile hürriyeti
kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine itiraz edebilme hakkı kapsamında
değerlendirilemez (B. No: 2012/1158, 21/11/2013, §
32).
71. Açıklanan nedenlerle, “5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre mahkemesince
resen gerçekleştirilen incelemede başvurucuya söz verilmeksizin tutukluluk
halinin devamına karar verildiği” yönündeki şikâyetin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Kuvvetli
Suç Şüphesi ve Tutuklama Nedenleri Bulunmadığı Halde Özgürlükten Mahrum
Bırakılma İddiası
72. Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi ve
tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlüğünden mahrum bırakıldığını ileri sürmüştür.
73. Adalet Bakanlığı görüşünde, Sözleşme’nin 5.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendine göre bir ceza yargılaması
çerçevesinde bir kişinin ancak hakkında suçu işlediğine dair makul şüphe ya da
inandırıcı nedenlerin bulunması halinde mahkeme önüne çıkarılması amacıyla
tutuklanmasına karar verilebileceğinin
düzenlediğini, tutukluluk kararının dayandırılması gereken “makul şüphe” kavramının Sözleşme’nin ilgili
bendi ile getirilen korumanın temel unsuru olduğunu, makul şüphe olarak kabul
edilebilecek durumların somut olayın kendine özgü koşullarının tamamına bağlı
olduğunu belirtmiştir.
74. Adalet Bakanlığı, soruşturmayı yapan görevlilerin,
yakalandığı anda kişiyi suçla itham etmek için yeterli delilleri toplamış
olmasının gerekmediğini, dolayısıyla tutma şüphesine dayanak oluşturan olgular
ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete
gerekçe oluşturacak veya suç isnadına temel teşkil edecek olan olguların aynı
düzeyde değerlendirilmemesi gerektiğini, tutukluluğu meşru kılan bazı gerekçeler göstererek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olarak
değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir.
75. Adalet
Bakanlığı, somut olayda, başvurucu ile aynı dava kapsamında yargılanan
kişilerce aynı gerekçelerle ve özellikle tutuklanmalarının ulusal mevzuata ve Sözleşme’nin 5.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendine aykırılık iddiası ile yaptıkları
başvurularda AİHM’in, söz konusu başvurucuların
haklarında isnat olunan suçu işlediklerine dair inandırıcı nedenler olmadığı
halde özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları yönündeki şikâyetlerini “açıkça dayanaktan yoksun” bularak
reddettiğini, başvurucunun iddialarının da benzer nitelikte olduğunu
belirtmiştir. Bakanlık, başvurucunun tutukluluğu hakkında
kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlüğünden
mahrum bırakıldığı şikâyetinin dayanaktan yoksun olup olmaması da dâhil tüm
kabul edilebilirlik şartları ve esas yönünden incelenmesinde, başvurucunun
isnat edilen suçu işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna
edebilecek bilgiler olup olmadığı ve bu suretle başvurucunun tutuklanmasına
yetecek makul şüphe oluşturacak inandırıcı nedenler bulunup bulunmadığının AİHM’in konuyla ilgili kararları da göz önüne alınmak
suretiyle Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğunu belirtmiştir.
76.
Başvurucu,
Adalet Bakanlığının görüşünde, kendisi ile hiçbir illiyet bağı olmayan konulara
yer verildiğini, olay ve olgular hakkında Bakanlıkça yapılan değerlendirmelere
katılmadığını, başvurunun olay ve olgular kısmında dile getirilen hususların
somut ve yasal delillere dayanmadığını, tutarsız ve çelişkili ifadeler
içerdiğini, kendisi ile hiçbir illiyet bağı olmayan olaylardan bahsedilerek
şüphe yaratılmasının hukuk, adalet, demokrasi ve özgürlükler adına düşündürücü
olduğunu, kendisi ile aynı dosya kapsamında yargılaması devam eden ancak
kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan kişilerin AİHM nezdindeki başvurularına atıf
yapılmasının kabul edilemez olduğunu, Adalet Bakanlığının emsal gösterdiği dava dosyalarındaki
delil durumu ile kendisine yönelik iddiaların çok farklı olduğunu, hakkındaki
iddialara yönelik yasal delil olmadığından kendisine isnat olunan suçların
işlenemez suç niteliğinde olduğunu, suç unsurlarının bulunmaması nedeniyle üç
kez yetkili mahkeme tarafından tahliye edilerek tutuklanma talebinin
reddedildiğini, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 13/4/2010
tarihli iddianamesi kaynak gösterilerek, kendisine yönelik hiçbir yasal delil
ve somut olguya dayanmayan ithamlarda bulunulmasının masumiyet karinesini ihlal
ettiğini belirtmiştir.
77. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
78. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci
fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke
olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda
gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı
olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
79. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin
tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti
bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur.
Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle
desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin
niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.
80. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak
kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin
yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun
amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin
tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya
ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna
göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile
ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe
oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (B. No:
2012/1272, 4/12/2013, § 73).
81. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un
100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak
hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların
ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama
nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1)
delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları
üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği
konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46).
82.
Diğer
yandan, Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece
mahkemelerinin kararlarındaki kanun hükümlerinin yorumlanmasına ya da maddi
veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz.
Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da
derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya
bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde
hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda
incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla
bağdaşmaz (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 49).
83.
Somut
olayda başvurucu, hakkında somut bir delil olmaksızın gözaltına alınarak
tutuklanmasının hukuki olmadığını ileri sürmektedir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 13/4/2010
tarihli iddianamesine göre başvurucu, iddia edilen Ergenekon Silahlı Terör
Örgütünün üyesi olmakla ve örgütün amaç ve stratejisi doğrultusunda “İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgeyi hazırlayıp bir suretini
bir diğer örgüt üyesine teslim etmekle itham edilmiştir. İddianameye
göre, söz konusu belgede yer verilen planlar ülke genelinde uygulamaya
konulmuş, bu kapsamda Erzincan ilinde bazı kamu kurumlarında görev yapan örgüt
üyeleri belgede yer alan eylem planlarının bir kısmını gerçekleştirmek amacıyla
çalışma başlatmış, örgütün talimatı ile başvurucu tarafından hazırlanan ve
uygulamaya konulan bu planlar ile ülkede kargaşa ortamı oluşturulmaya
çalışılmış, böylece cebir ve şiddet yöntemleri ile hükümetin görevlerini yapmasını
kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs edilmiştir.
84.
İddianameye göre ayrıca,
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda öğrenim gören öğrencilerin ibadet
görüntülerinin ve bazı parti mensuplarının lüks yaşam tarzları medyaya
taşınarak menfi propaganda yoluyla iktidardaki AK Parti Hükümeti’nin
yıpratılması, halkta yürütme organına karşı infial uyandırılması ve yürütme
organının güçsüz ve etkisiz duruma düşürülerek çalışamaz hale getirilmesi
planlanmıştır. Öte yandan, kamuoyunda Fethullah Gülen
Cemaati olarak adlandırılan topluluğa ait ev ve yurtlara silah yerleştirilmesi
ve ardından yapılacak aramalarla söz konusu grubun hukuken silahlı terör örgütü
olarak tescilinin sağlanması ve menfi propaganda ile kamuoyunda grubun PKK
terör örgütü ile irtibatı varmış kanaatinin uyandırılması hedeflenmiştir.
85.
Başsavcılık iddianamesinde,
başvurucuya isnat edilen eylemlerin değerlendirildiği ve hakkındaki suçlamalara
ilişkin delillere yer verildiği görülmektedir. Söz konusu iddianame ile
Başsavcılık, başvurucunun, eylemlerine uyan 5237 sayılı Kanun’un 312/1, 314/2,
53, 58/9 ve 63. maddeleri ile 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesi uyarınca
cezalandırılmasını istemiştir.
86. Somut olayda başvurucu hakkında
yürütülen kovuşturma kapsamında 30/4/2010 tarihli
birinci celsede “… mevcut delil durumu, sanığa atılı silahlı terör örgütüne
üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının vasıf ve mahiyeti, dosya
içeriği, muhtelif kriminal raporlar ve tanık
beyanları dikkate alındığında, sanığa isnat edilen suçları işlediğine dair
kuvvetli şüphe sebeplerinin olması, delilleri gizleme veya değiştirme
hususlarında da kuvvetli şüphenin bulunması, adli kontrol uygulamasının yeterli
olmayacağı, atılı suçların CMK’nın 100/3 maddesinde
sayılan tutuklamayı gerektirebilecek suçlardan olması” gerekçesiyle İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesince tutuklanmıştır.
87.
Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasına göre bir kişi, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmak
koşuluyla, hakkında dava açmak için gerekli delillerin tespiti amacıyla
tutulabilir. Tutmanın amacı ayrıca kişi hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya
çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını ilerletmektir.
88.
İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı, başvurucunun yargılandığı dosyada, esas hakkındaki mütalaasını 18/3/2013 tarihinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine
sunmuştur. Başsavcılık esas hakkındaki mütalaasında; “Sanık Dursun
Çiçek’in Ergenekon Terör Örgütünde ara yönetici konumunda olduğu, örgütün amaç
ve stratejisi doğrultusunda “İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgeyi
hazırlayıp, bir suretini örgüt üyesi sanık S. Ö’e
teslim ettiği, daha sonra belgede yer verilen planların ülke genelinde
uygulamaya konulduğu, bu kapsamda, Erzincan ilinde bazı kamu kurumlarında görev
yapan örgüt üyelerinin, belgede yer alan eylem planlarının bir kısmını
gerçekleştirmek amacıyla çalışmalar başlattıkları, aşağıda internet andıcına ilişkin ayrıntılı açıklamalarımızda izah edilen
eylemleri gerçekleştirmek, örgütün talimatı ile sanığın hazırladığı ve
uygulamaya konulan bu planlar ile ülkede kaos ortamı
oluşturma faaliyetinde bulunmak suretiyle cebir ve şiddet yöntemleri ile
hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek
suçunu işlediği yapılan yargılama ve toplanan delillerle sabit olduğundan” şeklindeki görüşlerini bildirmiş ve başvurucunun “Cebir ve şiddet yöntemleri ile Hükümetin görevlerini
yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçundan
eylemine uyan 5237 sayılı Kanun’un 312. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve 3713
sayılı Kanun’un 5. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesini talep
etmiştir.
89.
Yargılamayı yürüten İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesi, 5/8/2013 tarihli 321. celsede
başvurucunun “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini
ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye
teşebbüs etmek” suçundan “ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası” ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
90. Başvurucunun yargılandığı davanın
niteliği, kapsamı ve sanık sayısı dikkate alındığında isnat edilen eylemlerin
suç oluşturup oluşturmadığı bir bütünlük içerisinde yapılacak yargılama
sonucunda toplanan delillere göre davayı gören mahkemece belirlenebilir. Keza
bu belirlemenin hukuka uygun olup olmadığı kanun yollarında incelenebilir. Yargılama dosyasından, başvurucunun “İrticayla
Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgeyi hazırlayarak bu belgede yer alan planları
ülke genelinde uygulamaya koymak, ülkede kargaşa ortamı oluşturma faaliyetinde
bulunmak suretiyle cebir ve şiddet yöntemleri ile hükümetin görevlerini
yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek ve bunu destekler
nitelikteki delil ve bulgular çerçevesinde tutuklandığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun yargılanması neticesinde derece mahkemesince
verilen karar da bu bulguları teyit etmektedir.
91. Dava dosyasının incelenmesinden,
başvurucunun tutuklanması için yeterli şüphenin ve tutuklama nedenlerinin
bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvuru dosyasında bunun aksini ifade eden herhangi
bir husus da yer almamaktadır. Bu durumda başvurucunun, suç işlediğinden
şüphelenilmesi için somut olgu ve bilgi bulunmadığı halde tutuklandığı ve
tutukluluğun sürdürüldüğü iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
Tutukluluğun devamına dair kararların ilgili ve yeterli olup olmadığı
meselesinin ise tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği ve uzun
bir süredir tutuklu olduğu iddialarının incelenmesi sırasında ele alınması
gerekir.
92. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
“kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri
bulunmadığı halde özgürlükten mahrum bırakıldığı”na ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” sebebiyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Tutukluluğunun
Uzun Sürdüğü İddiası
93. Başvurucunun, tahliye taleplerinin
ve tahliye taleplerinin reddi üzerine yaptığı itirazlarının formül gerekçelerle
reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu olduğu yönündeki şikâyetleri açıkça
dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığı için başvurunun bu şikâyete ilişkin kısmının kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
94.
Başvurucu,
tahliye taleplerinin ve tahliye taleplerinin reddi üzerine yaptığı
itirazlarının formül gerekçelerle reddedildiğini ve uzun bir süredir tutuklu
olduğunu ileri sürmüştür.
95.
Adalet Bakanlığı,
tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararların gerekçelerinin
yetersizliğine ilişkin şikâyet ile ilgili olarak, yetkili mahkemenin
tutuklamanın devamına karar verirken belirli bir süre “suçun vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol
tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK100/3-a maddesinde sayılan
suçlardan olması” şeklindeki gerekçelere dayandığını, ancak 6352 sayılı
Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların
Ertelenmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından, yargılamayı yapan
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012 tarihli
210. celsede başvurucunun tahliye talebinin yargılama dosyasının kapsamındaki
diğer sanıklardan ayrı olarak değerlendirildiğini, bu tarihten sonraki
tutuklulukla ilgili değerlendirmelerde derece mahkemesinin 27/7/2012 tarihli
kararına atıfla başvurucunun tutukluluk gerekçelerinin devam ettiğinin
belirtildiğini, adli kontrol tedbirlerinden herhangi birine başvurmanın yerinde
olup olmayacağının da mahkemece incelendiğini belirtmiştir.
96.
Başvurucu,
hakkında
verilen yakalama, tutuklama ve tutukluluk halinin devamı yönündeki çok sayıdaki
kararın kelimesi kelimesine aynı ve yasa maddesinin tekrarı niteliğinde
olduğunu, hakkındaki suçlama ve delil durumu farklı olan birçok sanık için tek
maddelik bir gerekçe yazılmasının mahkeme kararlarının ve özellikle tutuklama
kararlarının mutlaka gerekçeli olmasını düzenleyen amir kanun ve Anayasa
hükümlerine aykırı olduğunu, 27/7/2012 tarihli 210. celsede İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesince tutukluluk hali ile ilgili yapılan değerlendirmenin tutukluluğun
devamı açısından yeterli olmadığını ifade etmiştir.
97. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre
içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı
isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince
duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir
güvenceye bağlanabilir.”
98. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın
makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest
bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
99. Tutukluluk süresinin makul olup
olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup
olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini
bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas,
tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak
masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının
mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 61).
100. Bir davada tutukluluğun belli bir
süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu
amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece
mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin
kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 62).
101. Tutuklama tedbirine kişilerin
suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar
tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra,
uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin
gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli
yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize
suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde
gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların
birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63).
Tutukluluk süresinin makul seviyede kalması için ilgili makamların almış
oldukları önlemler de dâhil olmak üzere tüm bu unsurların birlikte
değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
ulaşılabilir (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 43).
102. Dolayısıyla Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde
esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine
bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz
başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince
gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun
olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve
tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke
olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir
(B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
103. Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli
makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir
şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde
yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye Taraf
Devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere
suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep
olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye, B. No: 66066/09, 9/7/2013, § 46).
104. Bir kişinin gerekçeden tamamen
yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul
edilemez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy/Rusya, B. No: 72967/01, 1/3/2007, § 91).
Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler
gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek
mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm
gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu
çerçevede değerlendirilmemelidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Mooren/Almanya [BD], B. No: 11364/03, 9/7/2009,
§ 79).
105. İtiraz veya temyiz merciinin,
itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere
katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak
gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil
etmez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26).
106. Makul sürenin hesaplanmasında
sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı
durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir.
Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak
kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar
verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No:
2012/237, 2/7/2013, §§ 66-67).
107. Öte yandan hukuka uygun olarak
tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama
nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak
belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No:
2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
108. Somut olayda başvurucu 30/4/2010 tarihinde tutuklanmış ve İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 5/8/2013 kararı ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile
cezalandırılmıştır. Buna göre başvurucu yaklaşık 3 yıl 3 ay boyunca bir suç
isnadına bağlı olarak özgürlüğünden mahrum kalmıştır.
109.
6352 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girmesinin ardından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucu hakkında:
“a- Sanık
hakkında 30.04.2010 tarihli tutuklama sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış
olması,
b- Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının henüz
tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar
tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını değiştirmeleri
konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde soruşturma ve
bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma şüphesinin devam ettiği,
c- Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt yöneticisi ve
örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısım sanıkların haklarında henüz
tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma aşamasında yurt
dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs iddiasıyla
soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında yargılanan ve
hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma şüphesinin bulunduğu,
d- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde
tutuklu yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her bir dava,
özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel olarak
belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı, nitelik ve
nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı, sanığa
atılı suçun CMK100. maddesinde düzenlenen ve katalog
suçlar kapsamında kabul edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal
düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu
kapsamında olduğu, bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk süresinin üst
sınırının 10 yıl olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının alt
ve üst sınırları, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer
yargılamalardaki uygulamalar da göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu
sürenin makul olduğu,
e- Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın başlangıcındaki
tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı dikkate alındığında,
mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz yargılamanın asıl olup,
tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok ayrıntılı,
somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi halinde ihsas-ı
rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç şüphesinin tespitinde
bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Dosyamızda mevcut çok sayıda yazı ve belgeyle ilgili
inceleme raporları, uzman incelemesi raporları, ihbar mektupları, genelkurmay
başkanlığınca gönderilen yazı ve belgeler, telefon kayıtları, sanık hakkında
daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı
anlaşıldığından tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına”
şeklinde karar vermiştir.
110. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından 18/9/2012 tarihli 232. celsede, 27/7/2012
tarihli karara atıfla “Tutuklu sanıkların
üzerlerine atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç
şüphesinin dahi yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu
nedenlerle atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan tutuklu
sanıklar hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri
uygulanmasının yetersiz kalacağı” gerekçesiyle başvurucunun tahliye
taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
111. Mahkemece 18/9/2012 tarihinde
gerçekleştirilen tutukluluk incelemesi, 27/7/2012 tarihinde gerçekleştirilen
incelemeden 52 gün sonra yapılmıştır.
112. Başvurucu, 18/9/2012
tarihli duruşmada İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince verilen tutukluluk halinin
devamına ilişkin karara 24/9/2012 tarihinde itiraz etmiş, ancak itirazı
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/10/2012 tarih ve 2012/738 Değişik İş
sayılı kararı ile “tutukluluk halinin
devamına ilişkin kararda usul ve yasaya aykırılık olmadığı” gerekçesiyle
reddedilmiştir.
113. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2/10/2012 tarihli kararına itiraz etmiş,
ancak itirazı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2012 tarih ve 2012/1266
Değişik İş sayılı kararıyla “Dosya kapsamı
incelendiğinde, atılı olan suçların işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesini
gösteren olguların bulunduğu, bu suçların CMK.100/3 maddesinde sayılması
sebebiyle tutuklama nedenlerinin bulunduğu kabul edildiğinden, suçların
niteliği ve yüklenen suçlar için öngörülen ceza miktarlarına göre adli kontrol
uygulamalarının sanık açısından yetersiz kalacağı ve İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin sanık hakkında verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin
kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu” gerekçesiyle reddetmiştir.
114. Tutuklamanın devamına karar
verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin
durumunun da dikkate alınması bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye talebini
inceleyen mahkeme, ret gerekçesinde başvurucunun kaçacağına ya da delilleri
karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.
115. Mahkemenin, 6352 sayılı Kanun
kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine verdiği 27/7/2012 tarihli kararında yer alan, dava kapsamında
yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine
bazı sanıkların delilleri karartma girişiminde bulunması şeklindeki
gerekçeleri, diğer sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak
değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı
olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle,
aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme
yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak, tutukluluk
gerekçelerinin somutlaştırılmasını engellediği gibi, özgürlüğün esas,
tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede
tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olduğu söylenemez (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 117).
116. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol
hükümlerinin 6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma
imkanı ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla
yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli
kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı görülmektedir. Bu durumda,
tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden
beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin
makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
117. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
“tahliye taleplerinin ve tahliye
taleplerinin reddi üzerine yaptığı itirazlarının formül gerekçelerle
reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu olduğu” yönündeki
şikâyetleri ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi
Yönünden
118. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
119. Başvuruda, Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
120. Başvurucu, uğradığı zarar
karşılığında tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucuya, özgürlük ve güvenlik
hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi
edilemeyecek ölçüdeki manevi zararının varlığı ve somut olayın özelliklerini
dikkate alarak takdiren 3.000,00 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
121. Başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
122. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun;
1. “Lehine olan delillerin toplanmadığı, savunma tanıklarının iddia
tanıkları ile aynı koşullar altında çağrılıp dinlenmediği, aynı suç iddiası ile
yargı hiyerarşisinde aynı seviyede olan iki ayrı mahkemede yargılanmak zorunda
bırakıldığı, yargılandığı davada görevsizlik kararı verilerek dosyanın askeri
mahkemeye gönderilmesi taleplerinin reddedildiği, mahkemenin bağımsız olmadığı,
hâkimlik teminatı ve doğal hâkim-mahkeme hakkının ihlal edildiği”
yönündeki şikâyetlerinin “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. “5271 sayılı Kanun’un 108. maddesine göre mahkemesince resen
gerçekleştirilen incelemede başvurucuya söz verilmeksizin tutukluluk halinin
devamına karar verildiği” yönündeki şikâyetin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. “Kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde
özgürlükten mahrum bırakıldığı” yönündeki şikâyetlerinin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. “Tahliye taleplerinin ve tahliye taleplerinin reddi üzerine yaptığı
itirazlarının formül gerekçelerle reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu
olduğu” yönündeki şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. “Tahliye taleplerinin ve
tahliye taleplerinin reddi üzerine yaptığı itirazlarının formül gerekçelerle
reddedildiği ve uzun bir süredir tutuklu olduğu” yönündeki
şikâyetleri ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya takdiren 3.000,00 TL
manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE ve tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Bakanlığına yapılacak
başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması
halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için
yasal faiz uygulanmasına,
E. Kararın bir örneğinin Mahkemesine gönderilmesine,
16/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.