
Esas No: 2012/1184
Karar No: 2012/1184
Karar Tarihi: 16/7/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
NİLGÜN HALLORAN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2012/1184) |
|
Karar Tarihi: 16/7/2014 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Engin YILDIRIM |
Raportör |
: |
Yunus HEPER |
Başvurucu |
: |
Nilgün HALLORAN |
Vekili |
: |
Av. Kemal VURALDOĞAN |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, bir elektronik iletide kullandığı sözlerden
dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesi nedeniyle Anayasa’nın 26. maddesinde
koruma altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ve Anayasa’nın
36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 19/12/2012 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 24/12/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 23/1/2014
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 24/1/2014
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 25/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 25/3/2014 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 7/4/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu olayların geçtiği tarihte, Ankara
Üniversitesinde Profesör ve Rektör Yardımcısı olarak görev yapmaktadır.
9. Aynı üniversitede görevli diğer bir profesör olan O.Ö.
2158 kişinin üye olduğu bir elektronik ileti gurubunda üniversite yönetiminin
icraatlarını eleştirmiştir. O.Ö’nün eleştirileri şu
şekildedir:
“Turnikelerin kaldırılması ile ilgili birkaç
soru: 1. Daha önce turnikelerin kaldırılması, öğretim üyeleri ve öğrenciler
tarafından defalarca istenmiş olduğu ve bu konudaki rahatsızlıklar dile
getirildiği halde yönetim neden hep sessiz kaldı? 2. Şimdi birdenbire
kaldırılmasının nedenini yönetim bize açıklayabilir mi? 3. Bu hareket bir seçim
yatırımı mı? Soruların cevaplanması umudu ile.”
10. Başvurucu O.Ö.’nün
eleştirilerine cevap olarak onun elektronik ileti hesabına 8/2/2011
tarihinde şu içerikli bir elektronik ileti göndermiştir:
“Sayın
O.Ö, ilginç mesajınızı kişiliğinizin aynası olarak algılıyorum. Hani bazı
insanlar vardır, ne yapılırsa yapılsın aşağılık duygularının yansısı olarak
tepki verirler ya sizinki de öyle bir şey. Bu iş seçim yatırımı değildir. Sizin
kime oy vereceğiniz de kimsenin umurunda değil inanın. Biz yönetim olarak
yapılması gerekeni yapılması gerektiği zamanda yapıyoruz”
11. O.Ö., başvurucunun yalnız
kendisine göndermiş olduğu elektronik iletiyi 9/2/2011 tarihinde elektronik
ileti gurubuna atarak guruba dâhil tüm üyelerin görmesini sağlamıştır.
12. O.Ö., başvurucu aleyhine
23/2/2011 tarihinde Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası
açmıştır.
13. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, 21/6/2011
tarihinde “Davalının verdiği cevapta;
davacıya iltifatta bulunulmamıştır, tartışmaya tarafların mensubu olduğu
akademik camianın seviyesine uygun veya orta halli insanların anlayışına uygun
şekilde iştirak edilmemiş, tereddüde yer bırakmayacak şekilde davacının girdiği
tartışmadaki düşüncelerin, aşağılık duygularının yansıdığı kişiliğin aynası
olarak görülerek hakaret edilmiştir. İki kişi arasında özel yazışmada cevap
olarak gönderilmemiş aksine Ankara Üniversitesi öğretim mensubu 2158 kişiye
açık haberleşme sitesine gönderilmiştir. Tasvip edilmeyen bir düşünceye veya
açıklamaya hakaretle cevap verilmiştir. Üniversitede öğretim
üyesi olan bir kimseye veya ünvanı olmayan herhangi
bir kimseye rektör yardımcısı bir akademisyen tarafından aşağılık duygusu
taşıdığı ithamı o kişiyi üzer ve kişilik haklarını ihlal eder, tarafların
ekonomik durumu dikkate alınarak B.K 49. maddesine göre manevi tazminata
hükmedilmesi gerekmiştir” gerekçesi ile
başvurucunun davacıya 3500,00 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir.
14. Temyiz üzerine karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 16/10/2012 tarihli ilamı ile onanmıştır.
B. İlgili Hukuk
15. 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun “sorumluluk” kenar
başlıklı 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren,
bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili
yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına
kasten zarar veren de,bu
zararı gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 16/7/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 19/12/2012 tarihli ve 2012/1184 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
17. Başvurucu, bir elektronik iletide kullandığı sözler
nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesi nedeniyle Anayasa’nın 26. maddesinde
koruma altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlal edildiğini
iddia etmektedir. Başvuran ayrıca Mahkemenin kendisine karşı önyargılı
davrandığını ve usul kurallarını kendisinin aleyhine yorumladığını bu sebeple
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
18. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin ve Yargıtayın,
usul kurallarını kendisinin aleyhine yorumladığını ileri sürmüştür. Başvuranın
şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimini dikkate alınarak
bu şikâyetlerin Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
19. Başvurucunun, üniversite profesörleri arasında mevcut bir
tartışmada muhatabına karşı sarf ettiği sözlerden dolayı aleyhine tazminata
hükmedilmesinin düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlali niteliğinde
olduğuna ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka
bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlığın Görüşü
20. Başvurucu, Ankara Üniversitesi
öğretim görevlileri ve öğretim üyelerinin üye olduğu bir elektronik ileti
gurubunda, uzun yıllardır Üniversitenin Cebeci Kampüsünün girişinde bulunan ve
kampüse girişlerin kontrol altında tutulması için kullanılan güvenlik
turnikelerin kaldırılmasına ilişkin olarak başlayan tartışmada üyelerden
Profesör O.Ö.’nün Üniversite Rektörlüğünü
eleştirdiğini ve yapılanları iki yıl sonraki Rektörlük seçimlerine bağladığını,
Rektör yardımcısı olarak kendisinin Profesör O.Ö.’ye
cevap verdiğini belirtmiştir.
21. Başvurucu, elektronik iletide geçen “aşağılık duygusu” teriminin bilimsel bir
kavram olduğunu, davacıya hakaret etme amacıyla kullanılmadığını, aşağılık
duygusu teorisinin müellifinin Alfred Adler olduğunu
ve bu konuda pek çok bilimsel çalışma bulunduğunu, bu duygunun herkeste mevcut
olan bir duygu olduğunu, bu duygunun insan olmanın bir gereği olduğunu,
aşağılık duygusunun, “aşağılık kompleksinden” farklı olduğunu belirtmiştir.
Başvurucu, davacı ile birbirlerini karşılıklı olarak eleştirdiklerini, her iki
tarafın birbirlerini ve üniversiteyi eleştirme hakları olduğunu, İlk Derece
Mahkemesinin gerekçesinde olduğu gibi düşüncelerini orta halli insanlar gibi
dile getirmediği için cezalandırılmasının düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğüne haksız bir müdahale olduğunu ileri sürmüştür.
22. Başvurucu, söz konusu elektronik
iletiyi yalnızca O.Ö.’nün posta hesabına
gönderdiğini, O.Ö.’nün ise tüm grup üyelerine
gönderdiğini, üniversite yönetiminin faaliyetleri çerçevesinde başlayan
tartışmada hakaret kastı içermeyen ve eleştirilere cevap niteliğindeki sözleri
nedeniyle cezalandırılmasının Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.
23. Başvurucunun iddialarına karşı Bakanlık görüşünde, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) içtihatları hatırlatılarak başvurucunun
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edildiğine dair şikâyetlerinin
başvurucunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile başkalarının özel hayatı
arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanmadığı açısından değerlendirilmesi
gerektiği belirtilmiştir.
24. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne
karşı, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrar etmiştir.
b.
Değerlendirme
25. Somut başvuruya konu hakaret davasında başvurucu,
kullandığı sözlerin hakaret içerdiği kabul edilerek 3.500,00 TL tazminat
ödemeye mahkûm edilmiştir. O halde söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.
26. Öte yandan söz konusu müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesi
açısından “yasayla öngörülmüş”
olduğu ve Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde “başkalarının şöhret veya haklarının korunması”
şeklinde “meşru bir amaç güttüğüne”
yönelik bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bu durumda söz konusu müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli” ve “ölçülü” olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
27. Başvurucunun Ankara Üniversitesi öğretim üyesi ve öğretim
görevlilerinin dâhil olduğu bir kamusal tartışmada sarf ettiği sözlerden dolayı
manevi tazminata mahkûm edilmesine ilişkin kararda, demokratik bir toplumda,
başvurucunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile başkalarının şöhret veya
haklarının korunması arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği
değerlendirilmelidir.
28. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına
sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir
almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. …
Bu hürriyetlerin
kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel
nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması,
suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel
ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının
kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek
kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
29. Anılan düzenleme uyarınca düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate sahip
olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”,
buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve
verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının
fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması
ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe
ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve
yayabilmesi anlamına gelir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014,
§ 40).
30. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğun varlığı, her türlü
düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde
birey özgün kişiliğini düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve
tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir. İfade özgürlüğü, kendimizi ve
başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla
ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 41).
31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ifade özgürlüğünün
“toplumun ilerlemesi ve her insanın
gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun asıl
temellerinden birini” oluşturduğuna sıklıkla dikkat çekmektedir. AİHM’e göre “İfade
özgürlüğü, 10. maddenin 2. fıkrasına bağlı olarak, yalnızca lehte olduğu kabul
edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi veya düşünceler
için değil, aynı zamanda devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok
edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar,
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın
demokratik toplum olmaz.” (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976,
§ 49).
32. Düşünceyi açıklama özgürlüğü konusunda devletin pozitif
ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük
kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça
düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi
tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise düşünceyi açıklama özgürlüğünün
gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (benzer yöndeki
AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye,
B.No:23144/93, 16/3/2000, §43).
33. Düşünceyi açıklama özgürlüğüne yönelik sınırlamalar
konusunda devletin ve kamu makamlarının takdir yetkisine sahip olduğu
belirtilmelidir. Ancak bu takdir alanı da Anayasa Mahkemesinin denetimine
tabidir. Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze
dokunmama kriterleri çerçevesinde yapılacak denetimde genel ya da soyut bir
değerlendirme yerine, ifadenin türü, şekli, içeriği, açıklandığı zaman,
sınırlama sebeplerinin niteliği gibi çeşitli unsurlara göre farklılaşan
ayrıntılı bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır (B. No:
2013/2602, 23/1/2014, § 48).
34. Anayasa Mahkemesi yerleşik içtihatlarında demokratik
toplumu, “Demokrasiler, temel hak ve
özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir.
Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren
sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu
nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak
koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve
ancak yasayla sınırlandırılabilirler.” (AYM, E.2006/142, K.2008/148,
K.T. 24/9/2008) biçiminde tarif etmiştir. Diğer bir
deyişle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını
durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya
ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge
bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59,
K.2011/69, K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142,
K.2008/148, K.T. 17/4/2008).
35. Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk
kriterleri, öncelikle düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde
olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak
kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. Nitekim AİHM de demokratik
toplumda gerekli olmayı, “zorlayıcı sosyal
ihtiyaç” şeklinde somutlaştırmaktadır. Buna göre, sınırlayıcı
tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da gidilebilecek en son
çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir
tedbir olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM kararları için bkz. Axel Springer
AG / Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012;
Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve
60641/08, 7/2/2012).
36. Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun ana
temellerinden olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü sadece lehte olduğu
kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil,
ayrıca Devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı
gelen, onları rahatsız eden ifadeler için de uygulanır. Çünkü bunlar,
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
37. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada
devreye girecek olan bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade
edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate
alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum
düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter
olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında bir ilişki vardır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeni için
gerekli olmak ile ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “[T]emel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir
sınırlamanın,] demokratik toplum düzeni için gerekli
nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle
birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama
niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir…” (AYM, E.2007/4,
K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek, amaca, temel
haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih edilmesi
gerektiğine karar vermiştir.
38. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel
hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak
için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için
seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
39. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak
değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin
kararlarında dayandıkları gerekçelerin düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü
kısıtlama bakımından “demokratik bir
toplumda gerekli” ve “ölçülülük ilkesi”ne
uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır.
40. Öte yandan Anayasa’nın 26. maddesine göre ifade
özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden birisi de başkalarının şöhret veya
haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının
korunmasıdır.
41. Bireyin şeref ve itibarı ise Anayasa’nın 17. maddesinde
yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin
saldırılarını önlemekle yükümlüdür (B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 35). Üçüncü kişilerin şeref ve itibara
müdahalesi, birçok ihtimalin yanında, elektronik iletiler gibi haberleşme
vasıtaları yoluyla da olabilir. Bir kişi haberleşme vasıtalarıyla bir kamuoyu
tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı
manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
42. Bireylerin maddi ve manevi varlığına üçüncü kişilerin
müdahalelerine karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesinde Devletin pozitif
yükümlülüğü, mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz.
Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi
yoluyla da mümkündür. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan
müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür.
Hakaret ceza hukuku anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak
nitelendirilmekte ve tazminat davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla
bireyin, üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla,
hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (B.No:
2013/1123, 2/10/2013, § 35).
43. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması
ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması
hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge
kurması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Von
Hannover/Almanya (no.2) [BD], B.No:
40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 99).
44. AİHM, Axel Springer AG
davasında düşünceyi açıklama özgürlüğü ile başkalarının şöhretinin çatışması
hâlinde çatışan menfaatlerin dengelenip dengelenmediğini, dolayısıyla
müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını belirlemeye
yönelik bazı kriterler geliştirmiştir. Bu kriterler;
a) basında yer alan yazı veya ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara
ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, b) hedef alınan kişinin tanınmışlık
düzeyi ve yazının amacı, c) ilgili kişinin yayından önceki davranışı, d)
bilginin elde edilme yöntemi ve doğruluğu, e) yayının içeriği, biçimi ve sonuçları
ve f) yaptırımın ağırlığı olarak ifade edilmiştir (bkz. Axel Springer AG / Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012).
45. Bu kriterlerden özellikle “yazının hedef aldığı kişinin kimliği ve yazının amacı”nın
özel önemi bulunmaktadır. Zira AİHM, başkalarının şöhret ve haklarının
korunması kapsamında düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdahalenin demokratik
toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş
kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler
yapmaktadır. Siyasetçiler ve kamuoyunca tanın kişiler gördükleri işlev
nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumundadırlar. Bu nedenle
siyasetçilerin veya kamusal yetki kullanan görevlilerin sade vatandaşlara göre
eleştiriye daha açık olmaları kaçınılmazdır.
46. Anayasa Mahkemesi, müdahalenin demokratik bir toplumda
gerekli olup olmadığını, müdahalede bulunulurken hakkın özüne dokunulup
dokunulmadığını, ölçülü davranılıp davranılmadığını ve düşünceyi açıklama
özgürlüğü ile başkalarının şeref ve itibarının korunması hakkının çatışması
hâlinde adil bir dengenin kurulup kurulmadığını her olayın kendine has
özelliklerine göre takdir edecektir.
47. Dolayısıyla, başvurucunun Anakara Üniversitesi Rektör
Yardımcısı olarak kendisine kamuoyu önünde yöneltilmiş eleştirilere karşı sarf
ettiği sözlerden dolayı aleyhine tazminata hükmedilmesinin ölçülü olduğunun
kabulü halinde, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne yapılan müdahalenin
gerekçelerinin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları
sonucuna varılabilir.
48. Başvurucu, aleyhine tazminata hükmedilmesine neden olan “ilginç mesajınızı kişiliğinizin aynası olarak
algılıyorum. Hani bazı insanlar vardır, ne yapılırsa yapılsın aşağılık
duygularının yansısı olarak tepki verirler ya sizinki de öyle bir şey”
ifadelerinin davacının elektronik ileti gurubunda güvenlik turnikelerinin
kaldırılması uygulamasını seçim yatırımı olarak gören açıklamalarına karşı
yapıldığını ve hakaret kastı bulunmadığını savunmuştur. Başvurucuya göre söz konusu
“aşağılık duygusu” deyimi
bilimsel bir tanımlama olup bu duygu istisnasız herkeste bulunmaktadır.
Başvurucu iddialarını delillendirmek amacıyla söz
konusu “aşağılık duygusu”
tanımlamasını ortaya atan Bireysel Psikoloji Ekolünün kurucusu Alfred Adler’in konu hakkındaki yazıları ile bu konuda
yazılmış “Aşağılık Duygusu ve Karakter”
isimli bir kitaba, aynı konuda yazılmış bir yüksek lisans tezine ve bazı
internet yazılarına dayanmıştır.
49. Başvurucu söz konusu eserlerde ifade edilen şu görüşlere
dayanmıştır:
“yeniliklere karşı
gösterilen müşterek mukavemetin en önemli sebebi aşağılık duygusunun
belirtilerinden biri olan çekememezliktir. Ortaya bir fikir atılır atılmaz,
büyük, küçük, okumuş, cahil daima aynı şeyi duyar ve aynı hareketlerde bulunur;
ortaya atılan fikrin önemini azaltmağa, değerini düşürmeye çalışır. Hepimizde
mevcut olan bu hal tabidir ve aşağılık duygusunun sonucudur.”
“Her çocuk dünyaya gelirken bunu, yani aşağılık duygusunun
tohumlarını da beraberinde getirir.”
“Beden, ruh yapısı tamamıyla sağlam ve sosyal durumu
elverişli, çok iyi bir eğitimle yetiştirilen insanların aşağılık duygusunu
duymamaları lazım gelirdi. Halbuki hiç böyle olmuyor
ve her bakımdan mükemmel bir şekilde büyüyen insanların aşağılık duygusunun
tesirleri altında bulunduklarını görüyoruz.”
“Bütün insanlar övülmekten, sevilmekten, sayılmaktan
hoşlanırlar. Çünkü her insan derece derece aşağılık
duygusunun tesiri altındadır.”
50. Başvurucuya göre söz konusu aşağılık duygusu aynı zamanda
insanları kuvvetli, hayatı daha çekilebilir hale getiren ve olumlu yönleri olan
bir duygudur.
“Adlere göre… insanları
daha kuvvetli varlıklar haline gelmeğe zorlayan… emniyetini
sağlamak için şu veya bu şekilde didinmeğe icbar eden… aşağılık
duygusudur. Bu duygu emniyet ve sükunet yaratmak
suretiyle hayatı çekilebilir bir hale getirmeğe elverişli bir amaç bulmak için
duyulan ve önüne geçilmesine imkan olmayan bir arzudur.”
51. Başvurucunun yargılandığı Ankara 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi, başvurucunun davacıya iltifatta bulunmadığı, tartışmaya tarafların
mensubu olduğu akademik camianın seviyesine uygun veya orta halli insanların
anlayışına uygun şekilde iştirak etmediği, tereddüde yer bırakmayacak şekilde
başvurucunun kullandığı “aşağılık duygusu”
sözlerinin hakaret içerdiğini kabul etmiştir. Ayrıca Mahkeme, olayın kabulünde
hataya düşerek davaya konu iletinin iki kişi arasında özel yazışmada cevap
olarak gönderilmediğini aksine Ankara Üniversitesi öğretim üyesi mensubu olan
2158 kişiye açık haberleşme sitesine gönderildiğini kabul etmiştir (bkz. § 13).
52. Somut bireysel başvurunun incelenmesinde yalnızca derece
mahkemelerince verilen kararların ele alınması ile yetinilemez. İlk olarak başvurucu tarafından söylenen sözlerin yalnızca
davacının elektronik posta adresine gönderilen bir elektronik iletide dile
getirildiği göz önünde bulundurulmalıdır. İkinci olarak ise yargılamaya konu “aşağılık duygularının yansısı” şeklindeki ifadenin içinde geçtiği konuşmanın bütünü ile
birlikte ve söylendiği bağlamdan
kopartılmaksızın, olayın bütünselliği içerisinde değerlendirilmesi gerekir.
53. Söz konusu elektronik iletide esas itibariyle davacının
eleştirilerine cevap verilmiştir. Davacı, kampüsün girişinde bulunan güvenlik
turnikelerinin kaldırılmasının daha önce defalarca istendiği halde üniversite
yönetiminin bu taleplere sessiz kaldığını, turnikelerin birdenbire
kaldırılmasının seçim yatırımı olabileceğini ima etmiştir. Başvurucu
bu eleştiriye karşı, yönetim olarak üniversitede yapılması gerekenleri yaptıklarını,
bunun seçim yatırımı olmadığını, herkes tarafından istenen güvenlik
turnikelerinin kaldırılmasının eleştirilmesinin ise ancak psikolojik
sebeplerinin olabileceğini ileri sürmüş ve davacının eleştirisinin üniversite
yönetimince ne yapılırsa yapılsın verilen bir tepki olması nedeniyle “aşağılık duygusunun bir yansısı” olduğunu
belirtmiş ve bu bağlamda davacıyı eleştirmiştir.
54. Başvurucuya göre aşağılık duygusu, yeniliklere karşı
gösterilen müşterek mukavemetin en önemli sebebidir ve ortaya bir fikir
atıldığında veya bir davranış gerçekleştirildiğinde bu duyguya sahip olanların
ortaya atılan fikrin önemini azaltmağa, değerini düşürmeye çalıştıklarını
belirtmiş ve her insanda mevcut olan bu halin tabii olduğunu ileri sürmüştür.
55. Bu ifadeler davacının eleştirilerine karşı
değerlendirmeler içeren değer yargıları olarak nitelendirilmelidir. Bir değer
yargısının doğruluğu kanıtlanabilir değildir ve değer yargılarının kişinin
görüş ve yorumlarından meydana gelmesi nedeniyle ispat edilmeleri mümkün
olmadığı gibi ispatının istenmesi de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün
ihlali anlamına gelecektir.
56. Durum böyle iken, mevcut davanın koşullarında, başvuranın
ifade ettiği değer yargısının bir hakaret oluşturmadığı iddiası başvuranın
savunmaları ve dosyaya delil olarak koyduğu akademik yazılarla en azından
kısmen desteklenebilir durumdadır (benzer değerlendirmeler için bkz. Sorguç/Türkiye, B. No: 17089/03, 23/9/2009, § 32).
Öte yandan, bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile
müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince
desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla
desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (bkz. Sorguç/Türkiye, B. No: 17089/03, 23/9/2009, § 29).
57. Somut olayda, uzun yıllardır Ankara Üniversitesinin kampus girişlerinde bulunan güvenlik turnikelerinin
kaldırılması etrafında akademik personel arasında bir tartışma başlamıştır.
Dosyaya yansıyan bilgilere göre söz konusu güvenlik turnikeleri üniversitelerin
özgürlükçü görünümüyle çeliştiği düşünülmekte ve uzunca zamandır bu
turnikelerin kaldırılması talebi bulunmaktadır. Üstelik söz konusu turnikelerin
kaldırılması ve üniversitelere giriş ve çıkışlarda uygulanan sıkı güvenlik prosedürlerinin gevşetilmesi davacı da dâhil olmak üzere
akademik personel tarafından olumlu bir uygulama olarak görülmektedir. Buna
karşın davacı, uygulamanın neden bugüne kadar bekletildiği yönünde bir
eleştiride bulunmuş, başvurucu ise yapılan olumlu uygulamanın değerinin
azaltılmaya çalışıldığını düşünerek davacıya başvuruya konusu elektronik iletiyi
göndermiştir.
58. Yukarıda belirtilen olaylar göz önünde bulundurulduğunda,
üniversite girişlerinde bulunan güvenlik turnikelerinin kaldırılması etrafında
cereyan eden tartışmada kamu yararı bulunmaktadır. Söz konusu tartışma
üniversite öğretim elemanlarının elektronik posta gurubunda yapılmakla ve
davacı, üniversite yönetimine karşı eleştirilerini bu posta gurubunda dile
getirmiş olmakla birlikte başvurucu davacıyı rahatsız eden açıklamalarını,
davacının elektronik posta adresine gönderdiği elektronik ileti ile yapmıştır.
Başvurucu, üniversite yönetimi adına herkesin erişebileceği bir açıklama yapmak
yerine davacının eleştirilerine karşı kendi şahsi hesabından ve yalnızca
davacının görebileceği bir eleştiri yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun
söz konusu elektronik iletiyi tüm posta gurubuna gönderdiğini
değerlendirmiştir. Oysa başvurucunun dava konusu elektronik iletiyi yalnızca
davacıya gönderdiği not edilmelidir.
59. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
kişinin manevi varlığının korunması hakkından faydalanılabilmesi için, kişinin
itibarına yönelik saldırının belirli bir ağırlık düzeyine ulaşması ve kişinin
manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkından şahsen yararlanmasına
zarar verici nitelikte olmalıdır (benzer bir değerlendirme için bkz. A./Norveç, B. No: 2807006/, 9/7/2009, § 64).
Somut davada başvurucu, elektronik iletisini yalnızca davacıya göndermiş fakat
davacı, içeriğinde hakaret olduğunu ve şeref itibarına zarar verdiğini ileri
sürdüğü elektronik iletiyi tüm posta gurubuna göndererek başvurucunun
açıklamalarının posta gurubuna üye herkesin okuyabileceği şekilde
yaygınlaştırılmasını sağlamıştır. Çıkarlar arasında adil bir denge kurulması
sırasında bu hususun da göz önünde bulundurulması gerekir.
60. Başvurucunun savunmasına göre “aşağılık duygusu” deyimini hem davacının eleştirilerinin ne
kadar ölçüsüz olduğuna dikkat çekmek ve hem de kendisinin eleştirisini de özetleyebilecek
bir deyim olması sebebiyle kullanmıştır. Buna karşın her durumda davacının,
başvurucunun kullandığı sözlere onun verdiği anlamı bilmesi beklenemez.
61. Söz konusu tartışmanın taraflarının kimlikleri de göz
önünde bulundurulmalıdır. Başvurucu rektör yarımcısı bir öğretim üyesi iken
davacı herhangi bir idari görevi olmayan öğretim üyesidir. Düşünceyi açıklama
ve yayma özgürlüğü ile başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının
çatışması halinde, eğer şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise
dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi göz önüne alınmalıdır (B.
No: 2013/5574, 30/6/2014, § 71; kamu tarafından
tanınan kişiler için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir AİHM kararı
için bkz. Minelli/İsviçre (k.k), B. No: 14991/02, 14/6/2005). Bununla
birlikte, mevcut başvurudaki gibi şöhreti söz konusu olan kişi sade vatandaş
ise koruma üst düzeyden yapılmalı ve bu durum, dengelemede göz önünde
bulundurulmalıdır.
62. Sonuç olarak, üniversite girişlerinde bulunan güvenlik
turnikelerinin kaldırılması etrafında üniversite öğretim üyeleri ve öğretim
görevlileri arasında cereyan eden ve kamu yararı bulunan tartışmada davacının
eleştirilerine karşı üniversite rektör yardımcısı olan başvurucu yapılan olumlu
uygulamanın değerinin azaltılmaya çalışıldığını düşünerek davacıyı sert ve
iğneleyici biçimde cevap vermiştir. Başvurucu, üst düzey bir kamu görevlisi
olarak davacının, güvenlik turnikelerinin kaldırılmasının zamanlamasının
manidar olduğu yönündeki eleştirilerine karşı daha fazla tahammül göstermesi
gerekirken davacının hakaret içermeyen ve sert de olmayan eleştirilerine karşı
çok daha sert biçimde ve bu sözlerin “aşağılık
duygularının yansısı” olduğu biçiminde cevap vermiştir.
63. Başvurucunun dava konusu sözlerinde geçen “aşağılık” kelimesi günümüzde, “bayağılık”, “adilik” gibi “düşük
nitelikli olma” anlamlarında kullanılmaktadır. Başvurucunun,
davacının eleştirilerinin aşağılık duygusundan kaynaklandığı ve bu duygunun her
insanda bulunduğu, her bakımdan mükemmel büyüyen insanların da bu duygunun
tesiri altında olduğu biçimindeki açıklamaları davacının söz konusu elektronik
iletiyi okuduğu zaman hissettiği olumsuz duyguları ortadan kaldırmamaktadır.
Ayrıca başvurucunun eleştirel açıklamalarını yalnızca davacıya göndermiş olması
da bu açıklamalarda yer alan “tahkiri”
ortadan kaldırmamaktadır.
64. İlk Derece Mahkemesi davacının
hakarete uğradığını değerlendirerek başvurucunun 3500,00-TL tazminat ödemesine
hükmetmiş, Yargıtay da bu hükmü onamıştır. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru
incelemesinde bireylerin anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece
mahkemelerinin dava konusu olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına
müdahalede bulunmaz. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında,
davacının Ankara Üniversitesi yönetimine yönelttiği eleştirilere karşı
kullandığı sözlerden dolayı başvurucu aleyhine açılan tazminat davasında
3500,00-TL tazminat ödemeye mahkûm edilmesinden ibaret müdahalenin başvurucunun
ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahale oluşturduğu ve davacının itibar hakkının
korunmasını isteme hakkı ile başvurucunun ifade özgürlüğü arasında kurulması
gereken dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu söylenemez. Bu nedenle
başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü
yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün
ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 26. maddesinin birinci
fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
16/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.