
Esas No: 2013/5274
Karar No: 2013/5274
Karar Tarihi: 16/7/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
LEVENT ERSÖZ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/5274) |
|
Karar Tarihi: 16/7/2014 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Engin YILDIRIM |
Raportör |
: |
Serhat ALTINKÖK |
Başvurucu |
: |
Levent ERSÖZ |
Vekili |
: |
Av. Hulusi COŞKUN |
|
|
Av. Gürkan COŞKUN |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, yargılandığı mahkemenin
özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii
mahkeme”, “bağımsız ve tarafsız
mahkeme”, “hakkaniyete uygun ve
açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiğini, kaçma olasılığı
bulunmamasına rağmen tutuklu bulundurulduğunu, kendisiyle ilgili tutukluluk
süresinin ve koşullarının değerlendirilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 10.,
17., 19., 20., 26., 36., 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 15/7/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca,
13/12/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm, 14/1/2014 tarihinde yapılan
toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte
yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular
15/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı,
görüşünü 17/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 18/3/2014 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, karşı beyanlarını 31/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet
Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu hakkında, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının 8/3/2009 tarih, 2009/511 soruşturma ve 2009/268 esas
numaralı iddianamesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (1)
numaralı, 311. maddesinin (1) numaralı, 312. maddesinin (1) numaralı, 313.
maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu
davası açılmıştır.
9. Başvurucu, 15/1/2009 tarihinde göz
altına alınmış ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2009 tarih ve
2009/19 sayılı kararı ile tutuklanmıştır.
10. Başvurucu, Mahkemeden birçok kez
tahliye talebinde bulunmuş, ancak bir sonuç alamamıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi son olarak 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi gereğince tutukluluk
durumunu değerlendirerek 12/7/2013 tarih ve 2013/435 Değişik İş sayılı kararı
ile başvurucunun tahliye talebini reddetmiştir.
11. Başvurucu, İstanbul 4. Ağır Ceza
Mahkemesince 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
12. Başvurucu hakkındaki dava temyiz
aşamasında derdesttir.
B. Başvurucunun
Savcılık İfadesi
13. İddianamenin 731. sayfasında
şüpheli sıfatıyla “Ergenekon Terör Örgütü”
içerisinde üst düzey sorumlu olarak faaliyet göstermek, yürütme organına karşı
isyana tahrik, sahte kimlik kullanmak ve sahte kimlik ile Türkiye’ye giriş
yapmak hususları hatırlatılıp sorulduğunda başvurucu, 30/6/2008 tarihinde kendi
pasaportu ile Moskova’ya gittiğini, Türkiye’deki gelişmeleri izlediğini, sağlık
problemlerinin ortaya çıkması üzerine Türkiye’ye dönmeye karar verdiğini,
Türkiye’ye rahat girmek için İvan isimli yabancı bir şahıs adına düzenlenmiş
sahte pasaport ile deniz yolundan 20/11/2008 tarihinde Zonguldak üzerinden
giriş yaptığını, üzerinde bulunan sahte kimliğin eşi tarafından kendisine
verildiğini ifade etmiştir.
C. Başvurucunun
Sorgusundaki Beyanları
14. Başvurucu, şüpheli sıfatıyla
sorgusunda özetle, 20 veya 21/11/2008 tarihinde yurda döndüğünü, arandığını
döndükten sonra öğrendiğini, yurt dışında ailesiyle ara sıra görüştüğünü, ancak
arandığı ile ilgili bir bilginin kendisine söylenmediğini, yakalandığında
üzerinde çıkan M.O.G adına düzenlenmiş sahte nüfus cüzdanının kendisine ailesi
tarafından verildiğini, kendisinin de kullanmaya başladığını, yurt dışına
gitmeden bir operasyon yapılacağından haberdar olmadığını beyan etmiştir (bkz: İddianame, s. 731).
D. Başvurucu
Hakkında Derece Mahkemesince Verilen Hüküm
15. UYAP sistemi üzerinden edinilen
bilgiye göre, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarih ve E.2009/191
sayılı kısa kararına göre başvurucunun;
i. Hakkında 5237 sayılı Kanun’un 312.
maddesinin (1) numaralı ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun 147. maddeleri
gereğince “Türkiye Cumhuriyeti İcra
Vekilleri Heyetini Cebren Iskat Veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek”
suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, yargılama
sürecindeki tutum ve davranışları nedeniyle 5237 sayılı Kanun’un 59. maddesinin
(2) numaralı fıkrası uyarınca cezasında takdiren 1/6
oranında indirim yapılarak neticeten 16
yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,
ii. Yasaklanan bilgileri temin etme
suçunu işlediği sabit olduğundan, eylemine uyan 5237 sayılı Kanun’un 334.
maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince 2 yıl hapis cezası ile
cezalandırılmasına, suçun zincirleme olarak işlendiği gerekçesiyle takdiren 1/4 oranında artırım yapılarak 2 yıl 6 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına, 5237 sayılı Kanun’un 62. maddesi uyarınca
cezasında takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak
neticeten 2 yıl 1 ay hapis cezası
ile cezalandırılmasına,
iii. Resmi belgede sahtecilik suçunu
işlediği sabit olduğundan, eylemine uyan 5237 sayılı Kanun’un 204. maddesinin
(1) numaralı fıkrası gereğince 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına,
işlenen suçun “terör suçu” olması
nedeniyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 5. maddesi uyarınca cezasında
1/2 oranında artırım yapılarak 4 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,
yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeniyle 5237 sayılı Kanun’un 62.
maddesi uyarınca cezasında takdiren 1/6 oranında
indirim yapılarak neticeten 3 yıl
9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar verilmiştir.
E. Başvurucunun
Sağlık Durumu
16. Başvurucu, ameliyat sırasında “nekrozitan fasit” adında hastane virüsü almış, bu
nedenle 24 defa ameliyat olmuş ve olmaya devam etmektedir. Başvurucu, hastalığı
nedeniyle iki bacağını kullanamamakta ve idrarını sonda ile yapabilmektedir.
Başvurucu hipertansiyon rahatsızlığı nedeniyle sıklıkla rahatsızlanmaktadır.
Başvurucunun ayrıca uyku apnesi, diyabetes
mellitus, kalp rahatsızlığı ile birlikte intihara
varan psikiyatrik rahatsızlıkları bulunmaktadır.
17. Uzmanlarca hazırlanan tıbbi
raporlara göre başvurucunun, giderek düşkün hale gelmesinin engellenemediği,
hayatının bundan böyle yatağa bağımlı ve bakıma muhtaç olarak devam edeceği,
komplikasyonlar nedeniyle hayati ve ciddi tehlikelerin ortaya çıkabileceği,
temiz, uygun, refakatçi eşliğinde gerektiğinde müdahale edilebilecek ekibin
bulunduğu, bireysel tuvalet ve bu
tuvalete akülü tekerlekli iskemle ile erişmesine izin verecek alanın bulunduğu,
tansiyonunun izlenebileceği monitörün olduğu ortamda yaşamını sürdürebileceği
tespit edilmiştir. Başvurucu hastane dışı koşullarda hayatını idame
ettirebilecek ve bu nedenle de kaçabilecek durumda değildir.
18. Başvuru formunun ekindeki belgelere
göre başvurucu, Silivri Ceza Yerleşkesi polikliniğinde tedavi görmekte iken
Silivri Devlet Hastanesine ve ardından da Selimpaşa
Devlet Hastanesine nakledilerek tedavisine devam edildiğini ifade etmiştir.
Başvurucunun, tedavisine 17/8/2011 ila 17/1/2012 tarihleri arasında Silivri
Devlet Hastanesinde devam edilmiştir.
19. Başvurucu, 17/1/2012 tarihinde
rahatsızlıklarının artması nedeniyle, tedavi gördüğü Silivri/Selimpaşa Devlet Hastanesinden Mehmet Akif Ersoy
Hastanesine nakledilmiştir.
20. Başvurucu, Mahkemeye hitaben
yazdığı 7/2/2012 tarihli dilekçesinde, uzun bir süredir tutuklu olduğunu, bu
süre zarfında savunmalarını video konferans yöntemi ile yapabildiğini ve sadece
iki kez duruşma salonunda bulunabildiğini ifade etmiştir.
21. Başvurucu, 15/3/2012 tarihinde bir
süredir tedavi gördüğü Mehmet Akif Ersoy Hastanesinden İstanbul Üniversitesi
Çapa Tıp Fakültesine sevk edilerek tedavisine devam edilmiştir.
22. Başvurucu, hastalığının ağır
olduğunu, iyileşerek normal hayata dönmesinin mümkün olmadığını ifade etmiş ve
bu durumu gösterir konsültasyon neticeleriyle birlikte doktor raporlarını
dayanak göstererek 29/11/2011, 7/2/2012, 2/3/2012, 16/3/2012, 13/4/2012,
29/5/2012, 6/7/2012, 13/7/2012, 27/7/2012, 31/7/2012, 20/9/2012, 4/10/2012
tarihli dilekçeleri ile tahliye edilmeyi talep etmiştir.
23. Başvurucunun tedavisine başvuru
tarihi itibariyle İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde devam
edilmektedir.
F. Derece
Mahkemesinin Konuya İlişkin Ara Kararları
24. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi
14/1/2012 tarihli 150. celsede verdiği ara kararıyla, 13/1/2012 tarihli savunma
mahiyetindeki dilekçesine istinaden, tedavisine ilişkin gereği yapılmak üzere
dilekçesinin bir suretinin Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine ve
başvurucunun son sağlık durumu ile ilgili tedavi gördüğü hastaneden ivedi rapor
alınmasına karar vermiştir.
25. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi
23/10/2012 tarihli 251. celsede verdiği ara kararıyla, İstanbul Üniversitesi
Çapa Tıp Fakültesi Başhekimliğinin 21/10/2012 tarih ve 4833 sayılı yazı
cevabına ekli başvurucu hakkında tanzim edilen 18/10/2012 tarih ve 1620 sayılı
görüş yazısına istinaden, başvurucunun giderek kontrolü güçleşen enfeksiyonları
sebebiyle iki aydır rehabilitasyon uygulaması yapılamadığı ve ivedilikle
hastanın uygun bir klinikte yatarak tedavisinin devamının hasta açısından daha
etkin olacağı yönündeki görüş ve kanaat dikkate alınarak başvurucunun uygun bir
klinikte yatarak tedavisinin sağlanması amacıyla Adalet Bakanlığının
belirlediği tam teşekküllü ve güvenlikli bir kliniğe sevki için gerekli işlemin
yapılmasına karar vermiştir.
26. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi
16/11/2012 tarihli 262. celsede verdiği ara kararıyla, İstanbul Üniversitesi
Çapa Tıp Fakültesi Başhekimliğinin 20/10/2012 tarih ve 4833 sayılı yazı
cevabına istinaden tutuklu başvurucu hakkında tekrarlayan enfeksiyonları
nedeniyle hastanede yatarak tedavisine devam edildiği bildirilmekle
başvurucunun aynı hastanede yatarak tedavisine devam edilmesine ve başka bir
hastaneye sevk edilmesine yer olmadığına karar vermiştir.
27. Adalet Bakanlığının görüşünde,
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2013 tarih ve 2013/771 Değişik İş
sayılı kararıyla başvurucunun tahliye talebi değerlendirilerek “…daha önce Adli Tıp Kurumundan 08 Temmuz 2009 tarih
ve 01 Temmuz 2011 tarihli raporların alındığı anlaşıldığından”
gerekçesiyle reddettiği ifade edilmiştir.
28. Başvurucu, İstanbul 4. Ağır Ceza
Mahkemesince 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
G. İlgili Hukuk
29. 765 sayılı Mülga Kanun’un 147.
maddesi şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri
Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren
menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere
ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur.”
30. 5237 sayılı Kanun’un 312. maddenin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen
veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası verilir.”
31. 5237 sayılı Kanun’un 314. maddenin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.”
32. 5237 sayılı Kanun’un 344. maddenin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yetkili makamların kanun ve
düzenleyici işlemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından
gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar
hapis cezası verilir.”
33. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi
şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde,
şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
yer alan;
…
11.
Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311,
312, 313, 314, 315),
…”
34. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine
giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde,
gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
35. 5271 sayılı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma
evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
36. 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi
şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla
tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100
üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (1)
(2)
Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde
şüpheli tarafından da istenebilir.
(3) Hâkim
veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip
gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında
ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re’sen
karar verir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
37. Mahkemenin 16/7/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/7/2013 tarih ve 2013/5274 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
38. Başvurucu, yargılamasının devam
ettiği Mahkemenin 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesine göre görevlendirilmiş
özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii
mahkeme” ve “tabii yargıç”
ilkelerinin ihlal edildiğini, lehine olan delillere itibar edilmediğini ve
toplanmadığını, iddia makamının soruşturma makamlarının tek yanlı tespitlerini
değerlendirmeksizin iddianameye dönüştürdüğünü, yargılamanın uzun süredir
sonuçlandırılamadığını, duruşmalar basına kapalı olarak yapıldığından
duruşmaların aleniliği ilkesinin ihlal edildiğini, “bağımsız ve tarafsız mahkeme”, “makul sürede yargılanma”, “hakkaniyete
uygun ve açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiğini, kaçma
olasılığı bulunmamasına rağmen tutuklu bulundurulduğunu, kendisiyle ilgili
tutukluluk süresinin ve koşullarının değerlendirilmediğini, tutukluluğunun
makul gerekçelere dayanmadığını ileri sürerek Anayasa’nın 10., 17., 19., 20.,
26., 36., 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği
Hakkının İhlali İddiaları
i. Tutukluluğun Somut Olgu ve Olaylara
Dayanmadığı İddiası
39. Başvurucu, tutuklanmasını haklı
gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını ileri
sürmüştür.
40. Adalet Bakanlığı ve başvurucu,
görüşlerinde bu şikâyetle ilgili ayrı bir değerlendirme yapmamıştır.
41. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim
kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan
yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
42. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci
fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke
olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda
gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 43).
43. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin
tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti
bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur.
Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle
desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin
niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.
44. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak
kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin
yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun
amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin
tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya
ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna
göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile
ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete
gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (B. No:
2012/1272, 4/12/2013, § 73).
45. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un
100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak
hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların
ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama
nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya
sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular
varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme
veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı
verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması
halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste halinde
belirtilmiştir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 46).
46. Diğer yandan, Anayasa’da yer alan
hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No:
2012/239, 2/7/2013, § 49).
47. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
48. Başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 16/1/2009 tarih ve 2009/19 sayılı kararı ile tutuklanmıştır.
Tutuklamaya gerekçe olarak, “hakkında mevcut
delillerin toplanmamış olması, yüklenen suçun niteliği, atılı suçun CMK. 100/3
maddesinde sayılı katolog suçlardan olması”
gösterilmiştir.
49. Başsavcılık, 8/3/2009 tarihinde
şüphelileri arasında başvurucunun da bulunduğu iddianameyle dava açmıştır.
İddianamede, başvurucunun isnat edilen suçlardan cezalandırılması talep edilmiş
ve delil olarak, ihbar üzerine yapılan aramalarda ele geçirilen doküman ve
diğer belgelere, üçüncü kişilerle ve örgütsel irtibatlarla yapılan telefon
görüşmelerine, dijital kayıt ve verilerde yapılan incelemelere yer verilmiştir.
İddianamede, 7/7/2008 tarihinde yapılan ihbar üzerine başvurucunun kardeşi B.E’nin evinde yapılan aramalarda devletin güvenliği, iç
veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken
çok sayıda belgenin bulunduğu, “Ergenekon
Terör Örgütü”nün
talimatları doğrultusunda yürütme organını devirmeye yönelik olarak “Cumhuriyet Çalışma Grubu” adı altındaki
oluşumu kurdukları, bu oluşumda alınan kararları koordineli bir şekilde uyguladıkları,
dava dosyası kapsamındaki diğer bir sanık olan dönemin Jandarma Genel Komutanı
Ş.E.’nin çağırdığını ifade ederek birçok gazeteciyle
görüştüğü, bu görüşmeleri gizli kamera ile kaydettiği, arşivlediği, örgütsel
içerikli gizli toplantılara katıldığı, 1/7/2008 tarihli eş zamanlı operasyonu
haber alıp yurtdışına kaçtığı, sahte pasaportla Türkiye’ye Zonguldak üzerinden
deniz yoluyla giriş yaptığı sırada yakalandığı, üzerinde damadı adına tanzim
edilmiş sahte kimlik bulunduğu, üst aramasında üzerinden çok sayıda “sim kart”ın çıktığı, yüzlerce kişinin siyasi, dini,
felsefi, etnik kökenlerine ilişkin kişisel bilgilerini veri olarak kaydettiği
ifade edilmiştir.
50. Somut olayda başvurucu,
tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı yönündeki
iddiasını soyut olarak dile getirmekle yetinmiş ve bu konuda herhangi bir
açıklamada bulunmamıştır. Dava dosyasının incelenmesinden, tutuklama kararının,
Derece Mahkemesinin bu konudaki hukuki yetki ve görevi çerçevesinde verildiği
anlaşılmaktadır. Başvuru dosyasında bunun aksini ifade eden herhangi bir husus
da yer almamaktadır. Bu durumda başvurucunun, suç işlediğinden şüphelenilmesi
için somut olgu ve bilgi bulunmadığı halde tutuklandığı ve tutukluluğun
sürdürüldüğü iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Tutukluluğun
devamına dair kararların ilgili ve yeterli olup olmadığı meselesinin ise
tutukluluğun makul olup olmadığının incelenmesi sırasında ele alınması gerekir.
51. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
“tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay,
olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığı”na ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” sebebiyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı
İddiası
52. Başvurucunun, tutukluluğun makul
süreyi aştığına ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca
başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetine
ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlali
İddiaları
i. Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası
53. Başvurucu, yargılandığı mahkemenin
özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii
mahkeme”, “bağımsız ve tarafsız
mahkeme” ve “hakkaniyete uygun ve
açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiğini, lehine olan
delillerin değerlendirilmediğini, iddia makamlarının soruşturma makamlarının
tek yanlı tespitlerini değerlendirmeksizin iddianameye dönüştürdüğünü ileri
sürmüştür.
54. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa
Mahkemesi içtihatlarına göre, bireysel başvuru yolunun ikincil nitelikte bir
kanun yolu olduğunu, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının
öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları ile çözüme
kavuşturulmasının esas olduğunu, bireysel başvuru yoluna iddia edilen hak
ihlallerinin olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda
başvurulabileceğini, derdest davalar açısından başvuru yollarının henüz
tüketilmediğini, başvurucu ile aynı dava kapsamında yargılanan kişilerce benzer
gerekçelerle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) yapılan başvuruların da
aynı gerekçelerle kabul edilemez bulunduğunu belirtmiştir.
55. Başvurucu, Adalet Bakanlığının
görüşüne karşı, başvuru yollarının tüketilmediği iddiasının kabul edilemeyeceğini,
tutukluluk konusunun dava ile özdeşleştirilmemesi gerektiğini, tahliye
talebinin reddi ile başvuru yolunun tüketildiğini belirterek Bakanlığın
görüşüne katılmamıştır.
56. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunu’nun 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
57. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun, yargılandığı
mahkemenin özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii mahkeme”, “bağımsız
ve tarafsız mahkeme” ve “hakkaniyete
uygun ve açık yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiğini, lehine olan
delillerin değerlendirilmediğini, iddia makamlarının soruşturma makamlarının
tek yanlı tespitlerini değerlendirmeksizin iddianameye dönüştürdüğü yönündeki
şikâyetlerinin Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı”
kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
58. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının
kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin“Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
59. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir.”
60. Bu hüküm uyarınca Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen
işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerekir.
61. Zira temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları
vasıtasıyla çözüme kavuşturulması gerekir. Bireysel başvuru yoluna, iddia
edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi
durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17-18).
62. Başvurucu hakkındaki dava temyiz
incelemesi aşamasında derdest olup bu şikâyetler bakımından başvuru yolları
henüz tüketilmemiştir.
63. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
yargılandığı mahkemenin özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii mahkeme”, “bağımsız ve tarafsız mahkeme” ve “hakkaniyete uygun ve açık yargılanma”
ilkelerinin ihlal edildiği, lehine olan delillerin değerlendirilmediğini, iddia
makamlarının soruşturma makamlarının tek yanlı tespitlerini değerlendirmeksizin
iddianameye dönüştürdüğü yönündeki iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının
İhlal Edildiği İddiası
64. Başvurucunun, yargılamanın makul
süreyi aştığına ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca
başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetine
ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Diğer İddialar Yönünden
65. Başvurucu ayrıca, soyut olarak,
Anayasa’nın 10., 17., 20., 26., 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
66. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (d) bendi uyarınca bireysel başvuru kapsamındaki haklardan
hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere
ait özlü açıklamaların belirtilmesi gerektiğini, ancak somut başvurunun bu
şartı karşılamadığını ifade etmiştir.
67. Başvurucu, Adalet Bakanlığının bu
görüşüne karşı, herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
68. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (3)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Başvuru dilekçesinde başvurucunun
ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin, işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa
hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin
aşamaların, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin
öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir. Başvuru
dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem
veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin
eklenmesi şarttır.”
69. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1)Bireysel
başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir.
(2)
Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının
ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli
bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
kabul edilemezliğine karar verebilir.”
70. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün bireysel başvuruların içeriğini düzenleyen “Bireysel başvuru formu ve ekleri” başlıklı
59. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
(2) Başvuru
formunda aşağıdaki hususlar yer alır:
…
ç) Kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem,
eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti.
d) Bireysel
başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna
ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar.
e)
Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği
iddiasının dayanakları.
…
(3) Başvuru
formuna aşağıdaki belgeler ya da onaylı örnekleri eklenir:
…
e)
Dayanılan belgelerin asılları ya da onaylı örnekleri.
…”
71. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı,
48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca,
Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle
olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre
ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak
başvurucuya düşer (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).
72. Başvurucunun,
kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri
sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini,
dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine
eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia
edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti
yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle
ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (B.
No: 2013/276, 9/1/2014, § 20).
73. Yukarıda
belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesi başvuruyu
açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulabilir.
İddiaların dayanaktan yoksun olmadığı konusunda Anayasa Mahkemesinde yeterli kanaat
oluşması, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların niteliğine bağlıdır.
Başvurucunun başlangıçta, başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı verilmesini
önlemek için başvuru formu ve eklerinde iddialarını destekleyici belgeleri
sunması ve gerekli açıklamaları yapması zorunludur (B. No: 2013/276,
9/1/2014, § 22).
74. Anayasa Mahkemesine yapılan
bireysel başvurularda başvurucuların başvurularını takip etme yükümlülükleri
vardır. Bu yükümlülüğün bir gereği olarak başvuru formu titizlikle doldurulmalı,
ihlal iddiasının dayanağı olan tüm olaylar gösterilmeli, başvuruyu aydınlatacak
ve hükmün esasını etkileyecek argümanları destekleyici tüm belgeler başvuru
dilekçesine eklenmelidir. Şayet bir belge elde edilememişse, bunun da nedenleri
açıklanmalıdır (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 26).
75. Somut başvuruda başvurucu,
Anayasa’nın 10., 17., 20., 26., 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini soyut
olarak ve sadece madde numaralarını belirterek ileri sürmüştür. Somut başvuru
kapsamında, bahsi geçen haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve
buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait bir açıklamada bulunulmamıştır. Söz
konusu maddelerin ihlal edildiğine ilişkin iddialar yukarıda açıklanan
koşulları yerine getirmeyerek iddialarını temellendirmediğinden başvurucunun bu
iddialarının esasının incelenmesi imkânı bulunmamaktadır.
76. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
Anayasa’nın 10., 17., 20., 26., 37. ve 38. maddelerinin ihlal edildiği
yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Anayasa’nın
19. Maddesinin Yedinci Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
77. Başvurucu, hastane dışı koşullarda
hayatını sürdürmesinin mümkün olmadığını belirterek, tutukluluk halinin devam
etmesinin makul gerekçelere dayanmadığı ve tutukluluğun makul süreyi aştığından
şikâyet etmiştir.
78. Adalet Bakanlığının görüşünde, AİHM kararlarına göre, bir
suç işlediği şüphesiyle hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi için ilgili
kişinin atılı suçu işlediği yönünde makul şüphe (reasonable suspicion) ya
da inandırıcı nedenlerin (raisons plausibles)
bulunması gerektiğini, bu gerekliliğin tutukluluk açısından olmazsa olmaz bir
koşul olduğunu ve tutukluluğunun devam ettiği her aşamada varlığını sürdürmesi
gerektiğini, makul şüphenin ortadan kalktığı anda ilgilinin serbest bırakılması
gerektiğini, makul şüphenin, elde edilen deliller, somut olayın kendine özgü
koşulları da dikkate alındığında, olaylara dışarıdan bakan ve tamamen objektif
bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olması gerektiğini, suç işlediğinden
kuşkulanılan bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla
tutuklanmaması ve tutukluluğunun uzatılmaması gerektiğini, ancak tutukluluğu
meşru kılan bazı gerekçeler göstererek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının
keyfi olarak değerlendirilemeyeceğini, aşırı derecede kısa gerekçelerle ve
hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu
devam ettirmenin bu çerçevede değerlendirilemeyeceğini ve Anayasa Mahkemesince
de benzer bir yaklaşımın benimsendiğini belirtmiştir.
79. Adalet Bakanlığı ayrıca, belirli bir sürenin ötesine
geçen bir tutukluluk süresinin makul olup olmadığını değerlendirirken, makul
şüphenin varlığını sürdürüp sürdürmediğinin, yargılamayı yapan mahkemenin
yargılamayı süratle sona erdirmesi açısından gerekli dikkati gösterip
göstermediğinin, ulusal yargı organlarının adli kontrole başvurma konusunu
tartışıp tartışmadığının incelenmesi gerektiğini, ayrıca davanın
karmaşıklığının ve suçlamaların niteliğinin, isnat olunan suçun organize suç
ile mücadele kapsamında olup olmadığının her başvurunun kendi özellikleri
çerçevesinde ele alması gerektiğini ve Anayasa Mahkemesinin bu konulardaki
yaklaşımının da benzer nitelikte olduğunu ifade etmiştir.
80. Adalet Bakanlığı son olarak, başvurucunun, “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren
Iskat Veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek”, “Açıklanması Yasak Belgeleri Temin Etmek”
ve “Resmi Belgede Sahtecilik”
suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı, davanın kapsamlı ve karmaşık
olduğunu, başvurucuyla beraber toplam 275 sanığın yargılandığını, dava dosyası
kapsamında ek 3500 klasör delil bulunduğunu, 22 davanın aralarındaki hukuki irtibat
nedeniyle birleştirildiğini, derece mahkemesince haftanın dört günü duruşma
yapıldığını, yetkili mahkemenin
tutuklamanın devamına karar verirken belirli bir süre suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak
kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK
100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması gerekçelerine
dayandığını, ancak 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara
İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesinin
ardından, yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012
tarihli 210. celsede başvurucunun tahliye talebinin yargılama dosyasının
kapsamındaki diğer sanıklardan ayrı olarak değerlendirildiğini belirtmiştir.
81. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı, 6526
sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un yürürlüğe girmesi ile birlikte tahliye
edildiğini, ancak yeniden tutuklanabileceği göz önünde bulundurularak somut
başvurunun sonuçlandırılması gerektiğini ifade ederek Bakanlık görüşüne
katılmamıştır.
82. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Başvurucunun, hastane dışı koşullarda hayatını
sürdürmesinin mümkün olmadığını belirterek tutukluluğun devam etmesinin makul
gerekçelere dayanmadığı yönündeki şikâyetinin özü, esas olarak, Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasında düzenlenen “tutuklanan
kişilerin, makul süre içinde yargılanma ve soruşturma veya kovuşturma sırasında
serbest bırakılmayı isteme hakkı” ile ilgilidir. Dolayısıyla
incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir.
83. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre
içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı
isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada
hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye
bağlanabilir.”
84. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın
makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest
bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
85. Tutukluluk süresinin makul olup
olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup
olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini
bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas,
tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak
masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının
mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
86. Bir davada tutukluluğun belli bir
süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu
amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece
mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin
kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/1137,
2/7/2013, § 62).
87. Tutuklama tedbirine kişilerin
suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar
tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra,
uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin
gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili”
ve “yeterli” görüldüğü
takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir.
Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı
gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde
dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul
olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §
63).
88. Dolayısıyla Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde
esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine
bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz
başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince
gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun
olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve
tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke
olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir
(B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
89. Diğer taraftan özgürlük hakkı, adli
makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir
şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde
yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(c) bendinin, Sözleşme’ye Taraf Devletlerin güvenlik
görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak
mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde
uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç
ve Çakır/Türkiye, B. No. 66066/09, 9/7/2013, § 46).
90. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması
kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler
gösterilerek bir zanlı ya da
sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı
derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu
çerçevede değerlendirilmemelidir (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
91. İtiraz veya temyiz merciinin,
itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki
gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak
gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil
etmez (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
92.
Bakanlık görüşüne göre,
derece mahkemesi, başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verirken
belirli bir süre “suçun vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol tedbirinin
de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK100/3-a maddesinde sayılan suçlardan
olması” şeklindeki
gerekçelere dayanmıştır.
93.
Somut
olayda, 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun
tutukluluk durumunu değerlendirerek;
“a- Sanık hakkında 16.01.2009 tarihli
tutuklama sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış olması,
b- Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının henüz
tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar
tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını değiştirmeleri
konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde soruşturma ve
bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma şüphesinin devam ettiği,
c- Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt yöneticisi ve
örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısım sanıkların haklarında henüz
tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma aşamasında yurt
dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs iddiasıyla
soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında yargılanan ve
hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma şüphesinin bulunduğu,
d- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde tutuklu
yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her bir dava,
özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel olarak
belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı, nitelik ve
nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı, sanığa
atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında kabul
edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu,
bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk süresinin üst sınırının 10 yıl
olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının alt ve üst sınırları,
sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer yargılamalardaki uygulamalar da
göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu sürenin makul olduğu,
e- Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın başlangıcındaki
tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı dikkate alındığında,
mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz yargılamanın asıl olup,
tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok ayrıntılı,
somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi halinde ihsas-ı
rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç şüphesinin tespitinde
bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Sanık Levent Ersöz hakkında dosyamızda mevcut yakalama ve
arama tutanakları, sanıkta ele geçen çok sayıda yazı ve belgeyle ilgili
inceleme raporları, telefon kayıtları, ses ve görüntü kayıtları, sanığa ait
bilgisayarda ve diğer sanıkların bilgisayarlarında ele geçen bilgi ve belgeler,
sanığa ait aşama ifadeleri ile diğer sanık ve tanık beyanları da göz önüne
alındığında, sanığın atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin
bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul
suç şüphesinin dahi yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da
belirtildiği, bu nedenlerle atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi
bulunan sanık hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri
uygulanmasının yetersiz kalacağı, anlaşıldığından tahliye taleplerinin reddi
ile tutukluluk halinin devamına”
şeklindeki gerekçe ile tahliye talebinin reddi ile
tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
94.
Adalet Bakanlığı, bu
tarihten sonraki değerlendirmelerde derece mahkemesinin 27/7/2012 tarihli kararına
atıfla başvurucunun tutukluluk durumunun değerlendirildiğini belirtmiştir.
95. Makul sürenin hesaplanmasında
sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı
durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir.
Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak
kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar
verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No:
2012/237, 2/7/2013, §§ 66- 67).
96. Somut olayda
başvurucunun tutukluluk süresi, 15/1/2009
tarihinde gözaltına alınması ile ilk derece mahkemesinin 5/8/2013 tarihli
kararı üzerine hapis cezası ile cezalandırılması arasında yaklaşık dört yıl
yedi aydır.
97. Başvurucunun, tutukluluğunun devam
etmesinin makul gerekçelere dayanmadığı yönündeki şikâyetinin, hastane dışı
koşullarda hayatını sürdürmesinin mümkün olmadığı hususuna dayandırdığı
görülmektedir. Bu noktada başvurucunun sağlık durumunun da incelenmesi gerekmektedir.
98. Başvurucu, sağlık problemlerinin
çıkması üzerine yurtdışından 20/11/2008 tarihinde Türkiye’ye giriş yaparken
sahte pasaport ve sahte kimlikle yakalandığını savcılık ifadesi ve sorgusunda
beyan etmiştir. Başvuru formunun ekindeki belgelere göre başvurucu, Silivri
Ceza Yerleşkesi polikliniğinde tedavi görmekte iken Silivri Devlet Hastanesine
ve ardından da Selimpaşa Devlet Hastanesine
nakledilerek tedavisine devam edildiğini ifade etmiştir. Başvurucunun,
tedavisine 17/8/2011 ila 17/1/2012 tarihleri arasında Silivri Devlet
Hastanesinde devam edilmiş ve 17/1/2012 tarihinde rahatsızlıklarının artması
nedeniyle, tedavi gördüğü Silivri/Selimpaşa Devlet
Hastanesinden önce Mehmet Akif Ersoy Hastanesine ardından da 15/3/2012
tarihinde İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesine sevk edilmiştir.
Başvurucunun tedavisine halen İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde devam
edilmektedir.
99. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin
14/1/2012 tarihli oturumunda, başvurucunun tedavisine ilişkin gereğinin yapılması
için Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına karar verdiği
görülmektedir. Mahkeme ayrıca 23/10/2012 tarihli oturumunda da,
başvurucunun giderek kontrolü güçleşen enfeksiyonları sebebiyle iki aydır
rehabilitasyon uygulaması yapılamadığı ve ivedilikle hastanın uygun bir
klinikte yatarak tedavisinin devamının hasta açısından daha etkin olacağı
yönündeki hastane görüşü doğrultusunda başvurucunun tam teşekküllü ve
güvenlikli bir kliniğe sevki için gerekli işlemin yapılmasına karar vermiştir.
Mahkeme son olarak 16/11/2012 tarihli celsesinde de başvurucunun sağlık
durumunu değerlendirmiş ve hastanede yatarak tedavisine devam edildiğinden
başka bir hastaneye sevk edilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu
İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesince 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
100. Tutuklamanın devamına karar
verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin
durumunun da dikkate alınması bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye talebini
inceleyen mahkeme, ret gerekçesinde başvurucunun kaçacağına ya da delilleri
karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.
101. Mahkemenin, 6352 sayılı Kanun
kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine verdiği
27/7/2012 tarihli kararında yer alan, dava kapsamında yargılanan sanıklardan
birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine bazı sanıkların
delilleri karartma girişiminde bulunması şeklindeki gerekçeleri, diğer
sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak değerlendirilemez. Aksi
takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı olarak kişi hürriyetine
ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle, aynı davada yargılanan
bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de
aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak, tutukluluk gerekçelerinin
somutlaştırılmasını engellediği gibi, özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna
olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına
ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin “ilgili”
ve “yeterli” olduğu söylenemez
(B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 117).
102. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol
hükümlerinin 6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği
5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkanı
ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla
yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli
kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı görülmektedir. Bu durumda,
tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden
beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin
makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
103. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
“hastane dışı koşullarda hayatını
sürdürmesinin mümkün olmadığı ve tutukluluk haline son verilmesi gerektiği”
iddiası yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
b. Anayasa’nın
36. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
104. Başvurucu, yargılamasının makul
olmayan bir süredir devam ettiğinden şikâyetçi olmuştur.
105. Adalet Bakanlığı görüşünde, Anayasa
Mahkemesi içtihatlarına göre bir yargılama süresinin makul olup olmadığının
belirlenmesinde her olayın kendine özgü koşulları ve özellikle davanın karmaşık
olup olmadığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve
davranışlar, kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının
tutumları, davanın başvurucu açısından taşıdığı önem ve eğer söz konusu
yargılama bir ceza yargılaması ise, başvurucunun tutuklu olup olmadığı gibi
ölçütlerin dikkate alınması gerektiğini, başvurucunun yargılandığı ve
kamuoyunda “Ergenekon Davası”
olarak bilinen davada Derece Mahkemesince 5/8/2013 tarihinde esas hakkında
karar verildiğini belirtmiştir.
106. Adalet Bakanlığı ayrıca, AİHM’in, başvurucu ile aynı dava kapsamında yargılanan bir
kişi hakkındaki 30/4/2013 tarihli Güder/Türkiye
kararında, ağır organize suçlara ilişkin çok sayıda suç ortağı hakkında
yürütülen ceza davasının karmaşıklığına ve kapsamına dikkat çekildiğini, somut
olayda yargılama makamlarına atfedilecek ve yargılama sürecini uzatan bir
hareketsiz kalma sürecinin bulunmadığı gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez
olduğuna karar verdiğini belirtmiştir (Güder/Türkiye
(kk.), B. No: 24695/09, 30/4/2013, § 54).
107. Başvurucu, Adalet Bakanlığının bu
görüşüne karşı bir beyanda bulunmamıştır.
108. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir.
109. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
110. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir …”
111. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının
kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
112. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:
2012/1198, 7/11/2013, § 39).
113. Makul sürede yargılanma hakkının
amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları
maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği
şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın
çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı
edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru
açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/673, 19/12/2013, §
27).
114. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın
kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde
göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
41-45).
115. Ancak belirtilen kriterlerden
hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir.
Yargılama sürecindeki tüm gecikme dönemlerinin ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
116. Anayasa’nın 36. maddesi ile
kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar yanında, cezai
alanda yöneltilen suçlamaların da (suç
isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır.
Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından
bildirilmesidir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32). AİHM, kişiye cezai alanda yöneltilen
suçlamanın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan
fiilin ulusal hukuktaki tasnifini, fiilin gerçek niteliğini, fiil için
öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığını incelemektedir (Bkz:
Sergey Zolotukhin/Rusya,
B. No: 14939/03, 10/02/2009, § 53 ve Engel
ve Diğerleri, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72,
8/6/1976, § 82). Ancak isnat olunan suç, ceza kanunlarında nitelendirilmiş ve
yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir
uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden Anayasa’nın 36.
maddesinin birinci fıkrasının kapsamında bireysel başvuru konusu edilebilir (B.
No: 2013/695, 9/1/2014, § 32).
117. Somut olayda başvurucunun, “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren
Iskat Veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek”, “Açıklanması Yasak Belgeleri Temin Etmek”
ve “Resmi Belgede Sahtecilik” suçlarından İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarihli kararı ile toplam 21 yıl 18 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu çerçevede başvurucu
hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin
kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır.
118. Yargılama faaliyetinin makul sürede
gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne
göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
119. Ceza muhakemesinde yargılama
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye
suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan
ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım
tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih,
suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar
yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını
verdiği tarihtir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 32).
120. Bununla birlikte, suç isnadının
tarihi ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi ile ilgili
zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilir. Anayasa
Mahkemesince verilen birçok kararda, ceza muhakemesinde yargılama süresinin
makul olmadığı yönündeki şikayetlerde, 23/9/2012 tarihinde derdest olmak
şartıyla, suç isnadının gerçekleştiği tarih ile suç isnadına ilişkin nihai
kararın ilgilisi tarafından öğrenildiği tarihe veya devam eden davalarda
Anayasa Mahkemesinin başvuruyu karara bağladığı tarihe kadar geçen sürenin
dikkate alınacağına hükmedilmiştir (Birçok kararın yanında bkz:
B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 36; B. No: 2013/13, 2/7/2013, § 51).
121. Yargılama sürecinin uzamasında
yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek
biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
44). Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler
sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir
mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler,
yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle
yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu
gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
122. Ancak yargılama süresinin
uzunluğunun tespiti açısından davanın karmaşıklığı, davadaki sanık sayısı,
atılı suçun vasıf ve mahiyeti, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve
ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu gibi hususların da göz önünde
bulundurulması gerekmektedir.
123. Somut olayda, başvurucunun 1/7/2008
tarihli polis operasyonunda arandığı ve bu operasyonu önceden haber alarak bir
süre yurt dışına çıktığı iddia edilmektedir. Başvurucunun, 15/1/2009 tarihinde
sahte pasaportla Türkiye’ye Zonguldak üzerinden deniz yoluyla giriş yaparken
yakalanarak göz altına alındığı ve 16/1/2009 tarihinde tutuklandığı
görülmektedir. Buna göre somut olay açısından başvurucunun yargılama süresinin
makul olup olmadığının değerlendirilmesinde dikkate alınacak sürenin
başlangıcı, suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği
15/1/2009 tarihidir.
124. Başsavcılıkça, 8/3/2009 tarihinde
şüphelileri arasında başvurucunun da bulunduğu iddianameyle kamu davası açılmış
ve başvurucu “Türkiye Cumhuriyeti İcra
Vekilleri Heyetini Cebren Iskat
Veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek”, “Açıklanması Yasak Belgeleri Temin Etmek” ve “Resmi Belgede Sahtecilik” suçlarını işlediği
iddiasıyla yargılanmıştır.
125. Başvurucunun yargılandığı dosya
kapsamında başvurucu ile beraber toplam 275 sanık yargılanmakta olup ve dava
dosyasının yaklaşık 3.500 ek delil klasöründen oluşmaktadır.
126. Söz konusu davanın, 22 ayrı
iddianame ile açılan davalar ile hali hazırda yürüyen bir kısım diğer
davaların, aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle
birleştirildiği bir yargılama sürecine ilişkin olduğu görülmektedir.
127. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin
5/8/2013 tarihli kararı başvurucunun isnat edilen suçlardan toplam 21 yıl 18 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
128. 15/1/2009 tarihinde yurt dışından
Türkiye’ye giriş yaparken yakalanarak gözaltına alınan başvurucu hakkındaki
dava Anayasa Mahkemesince gerçekleştirilen bireysel başvuru incelemesi
sırasında Yargıtayda temyiz incelemesi aşamasında
derdesttir. Başvurucuya bir suçun isnat edildiği 15/1/2009 ile işbu kararın
verildiği 16/7/2014 tarihleri arasında geçen süre yaklaşık 5 yıl 6 aydır.
129. Dava dosyasının incelenmesinde
derece mahkemesinin yargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir döneminin
bulunmadığı, yargı mercilerine atfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli
özenin gösterildiği görülmüştür. Yargılama süresinin makul olup olmadığının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken davadaki sanık sayısı,
dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı, atılı
suçun vasıf ve mahiyeti, isnat olunan suçun organize suç olup olmaması gibi
unsurlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından
yargılama süresinin makul olduğu görülmektedir.
130. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan “makul
sürede yargılanma hakkı”nın
ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi
Yönünden
131. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
132. Başvuruda, Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
133. Başvurucu, herhangi bir tazminat
talebinde bulunmamıştır.
134. Başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
135. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. “Tutukluluğun somut olgu ve olaylara dayanmadığı” yönündeki
iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. “Yargılandığı mahkemenin özel yetkili mahkeme olması nedeniyle “tabii
mahkeme”, “bağımsız ve tarafsız mahkeme” ve “hakkaniyete uygun ve açık
yargılanma” ilkelerinin ihlal edildiği, lehine olan delillerin
değerlendirilmediği, iddia makamlarının soruşturma makamlarının tek yanlı
tespitlerini değerlendirmeksizin iddianameye dönüştürdüğü” yönündeki
iddialarının “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. “Tutukluluğun makul süreyi aştığı” yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. “Makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5. Diğer iddialarının KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun;
1. “Tutukluluğun makul süreyi aştığı” iddiası
yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. “Makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiği iddiası
yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
E. Kararın bir örneğinin Mahkemesine gönderilmesine,
16/7/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.