
Esas No: 2014/13535
Karar No: 2014/13535
Karar Tarihi: 26/10/2017
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
AHMET UĞUR BALKANER BAŞVURUSU (2) |
(Başvuru Numarası: 2014/13535) |
|
Karar Tarihi: 26/10/2017 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar
ÖZGÜLDÜR |
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI |
|
|
Muammer
TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Ayhan KILIÇ |
Başvurucu |
: |
Ahmet Uğur
BALKANER |
Vekilleri |
: |
1. Av. Serbülent BAYKAN |
|
|
2. Av.
Mehmet Erol ALSAN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankadan
kullandığı kredileri ödemeyen şirketin kamu alacağına dönüşen borcundan kanuni temsilcininsorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu 1956 doğumlu olup Ankara"da ikamet etmektedir.
8. Başvurucu 14/3/1995 ile 22/8/1996 tarihleri arasında Tepe
İnşaat Sanayi Anonim Şirketinin (Şirket) yönetim kurulu üyeliği görevinde
bulunmuştur.
9. Başvurucunun yönetim kurulu üyesi olarak bulunduğu 1/5/1995
ve 23/10/1995 tarihlerinde Şirket tarafından Yurtbank
Anonim Şirketinden (Yurtbank) sırasıyla
21.375.000.000 TL (21.375 TL) ve 1.500.000 ABD doları kredi kullanılmıştır.
10. Yurtbank 21/12/1999 tarihinde
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmiştir. Şirketin Yurtbank"tan kullandığı krediler 10/8/2001 tarihli sözleşme
ile TMSF"ye devir ve temlik edilmiştir. TMSF
tarafından 12/6/2006 ve 3/9/2007 tarihlerinde Şirketle tasfiye protokolleri
imzalanmış ise de borcun ödenmemesi nedeniyle 1/4/2008 tarihinde borçtan
sorumlu olanlar aleyhine takibe geçilmesi kararlaştırılmıştır.
11. Başvurucu hakkında 20/5/2008 tarihinde, 21/7/1953 tarihli ve
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun"un mükerrer 35.
maddesi uyarınca 1.784.177,84 TL tutarlı ödeme emri düzenlenmiştir.
12. Başvurucu tarafından 30/12/2009 tarihinde İstanbul 8. İdare
Mahkemesinde (Mahkeme) ödeme emrinin iptali istemiyle dava açılmıştır.
Mahkemece 30/4/2010 tarihli kararla dava dilekçesinin usulüne uygun
düzenlenmediği gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.
13. Başvurucu 31/5/2010 tarihinde usulüne uygun düzenlediği yeni
bir dilekçe ile davayı yenilemiştir. Mahkemece 16/11/2011 tarihli kararla dava
reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, bankacılık izni kaldırılan bankanın alacaklarının
"fon alacağı" sayılacağı ve 6183 sayılı Kanun uyarınca takip
edileceği vurgulandıktan sonra ödenmeyen kamu alacağının başvurucudan tahsili
amacıyla düzenlenen ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade
edilmiştir.
14. Mahkeme kararı Danıştay Onüçüncü
Dairesinin (Daire) 3/10/2012 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi
de Dairenin 10/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
15. Nihai karar 16/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucu 14/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
17. El koyma tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1999 tarihli ve
4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun
“Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu” başlıklı 15. maddesinin ilgili
bölümü şöyledir:
“…
7 a) Fon, alacağının tahsili bakımından yarar
görmesi halinde ve Fona borçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın; hisseleri
kısmen veya tamamen kendisine intikal eden bir bankanın ... gerçek ve tüzel
kişi ortaklarının yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek
başına veya birlikte elinde bulundurdukları şirketlerin ortaklarının, bu
şirketlerde sahip oldukları hisselerinin tamamına ve/veya bir kısmına ilişkin
temettü hariç, ortaklık hakları ile bu şirketlerin yönetim ve denetimini
devralmaya ve şirket ana sözleşmesinde belirlenen yönetim, müdürler ve denetim
kurulu üyelerinin sayılarıyla bağlı kalmaksızın ve imtiyazlı hisselere
dayanılarak atanıp atanmadıklarına bakılmaksızın görevden almak ve/veya üye
sayısını artırmak ve/veya eksiltmek suretiyle bu kurullara üye atamaya
yetkilidir.
... Fon, bu bentte sayılan gerçek veya tüzel
kişilere ait şirket hisselerinin ve/veya ... diğer tüm hak ve varlıklarının ...
satışını gerçekleştirmeye ve bu satışlardan elde edilen tutarları Fon
alacaklarına mahsup etmeye veya şirketlerin kamu borçları ve/veya Sosyal
Sigortalar Kurumuna borçları ile sair borçlarını ödemede kullanmaya ...
yetkilidirler. … Fon alacaklarının tahsilini teminen
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca
haczedilen aktif değerler ile ... diğer tüm hak ve varlıkları bir araya
getirerek ticari ve iktisadi bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak
şekilde satışına, .... Fon Kurulu yetkilidir. …
...”
18. 4389 sayılı mülga Kanun"un
“Hazine alacağı” başlıklı 15/a maddesinin birinci fıkrasının ilgili
bölümü şöyledir:
“Fon alacaklarından; yönetim ve denetimi Fona
intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve
yetkileri … kaldırılan … bankaların yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı
olarak elinde bulunduran ortaklarının … her ne ad altında olursa olsun
kendilerine ait yurt içi ve yurt dışı şirket, finans kuruluşu, off-shore bankalara aktardıkları banka kaynakları … veya
bankaların hakim ortaklarının … iştiraklerine ve bağlı şirketlerine ayni
bankanın el değiştiren ortaklarının birbirlerine verdiği krediler …, bankanın
yönetim ve denetim döneminde yeterli ticari faaliyeti olmaksızın kaynak
aktarımı amacıyla kurulmuş şirketlere verilen krediler …, bankalarının off-shore bankalarındaki yargı kararları nedeniyle
ödedikleri mevduatları ve off-shore bankaların
bankaya izinli veya izinsiz aktardığı off-shore
mevduatlar, … başkaca bir işleme gerek olmaksızın Hazine alacağı haline gelmiş
sayılır. …”
19. 6183 sayılı Kanun"un
"Kanuni temsilcilerin sorumluluğu" kenar başlıklı mükerrer
35. maddesinin Anayasa Mahkemesince kısmen iptal edilmeden önceki hâlinin
ilgili bölümü şöyledir:
"Tüzel kişiler[in] ... mal varlığından
tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme
alacakları, kanuni temsilcilerin ... şahsi mal varlıklarından bu Kanun
hükümlerine göre tahsil edilir.
...
(Ek fıkra: 4/6/2008-5766/4 md.)
Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya
teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme
alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur.
(Ek fıkra: 4/6/2008-5766/4 md.)
Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer
alan hükümler, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmaz."
20. 4/6/2008 tarihli ve 5766 sayılı Kanun"un Anayasa
Mahkemesinin 28/4/2011 tarihli ve E.2009/39, K.2011/68 sayılı kararıyla iptal
edilen geçici 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunla 6183 sayılı Kanunda yapılan
değişiklikler ve eklenen hükümler, hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla tahsil edilmemiş bulunan amme alacakları hakkında da uygulanır.
"
21. Anayasa Mahkemesinin 28/4/2011 tarihli ve E.2009/39,
K.2011/68 6183 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"5766 sayılı Kanunla 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun"da genel olarak şirket ortakları ve
kanuni temsilcilerin, kamu borcu nedeni ile sorumluluklarını arttıran,
genişleten ve müteselsil sorumluluk esası getiren düzenlemeler yapılmıştır.
Kanun"un geçici 1. maddesi ile Kanunla getirilen hükümlerin Kanunun yürürlüğe
girdiği tarih itibarıyla tahsil edilmemiş bulunan amme alacakları hakkında da
uygulanması öngörülmüştür.
5766 sayılı Kanun"un ...; 4. maddesi ile de
kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlere amme alacağının ödenmesinde müteselsilen sorumluluk esası getirilmiş ve Vergi Usul
Kanunu kapsamındaki amme alacaklarının takibinin bu şahıslar hakkında 6183
sayılı Kanun"un uygulanmasına engel oluşturmayacağı hüküm altına alınmıştır.
...
5766 sayılı Kanun"un gerekçesinde, 6183 sayılı
Kanun"un mevcut hükümlerinin uygulamasına ilişkin yargı kararları dikkate
alınarak uygulamaya açıklık getiren düzenlemelere yer verildiği, öngörülen
değişiklikler ile 6183 sayılı Kanunun temel felsefesi korunarak amme
alacaklarının daha süratle tahsiline imkan verilmesinin amaçlandığı ifade
edilmiştir.
Anayasa"nın 2. maddesinde yer alan hukuk
devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren,
eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini gerçekleştiren, Anayasa"ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu
hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin
tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılan ve temel hak güvencelerinde korunan ortak değerdir. Kural olarak hukuk
güvenliği yasaların geriye yürütülmemesini zorunlu kılar. Bu nedenle
"Kanunların geriye yürümezliği ilkesi" uyarınca yasalar yürürlüğe girdikleri
tarihten sonraki hukuki durumlara uygulanabileceklerinden, sonradan çıkan bir
kanun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olaylara uygulanmaz.
Kamu alacaklarının tahsilinde, geriye
yürümenin söz konusu olup olmadığının saptanabilmesi için alacağı doğuran
olayın ne zaman meydana geldiğinin tespiti gerekir. Genel olarak kamu alacağı
alacak konusu olayın meydana gelmesi veya hukuki durumun oluşması ile
doğmaktadır. Dolayısıyla kamu alacağını doğuran olayın meydana geldiği veya
hukuki durumun oluştuğu tarihte yürürlükte olan kanunun bu alacak için
uygulanması gerekir.
İtiraz konusu geçici 1. maddeyle 5766 sayılı
Kanun"la 6183 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler ve eklenen hükümlerin
Kanun"un yürürlüğe girdiği tarihte henüz tahsil edilmemiş, ancak daha önceki
bir dönemde doğmuş ve ödenmesi gereken hale gelmiş kamu alacaklarına da
uygulanması öngörülmek suretiyle Kanun hükümleri geriye yürütülmüş olmaktadır.
Buna göre, amme alacağının sorumluluğunun tespitinde alacağı doğuran olayın
gerçekleştiği zaman değil, Kanunun yürürlük tarihi itibariyle borcun halen
tahsil edilmemiş olması esas alınmıştır.
Kamu hizmetlerinin yürütülmesinde gerekli
kaynağın elde edilmesi adına vergi ve diğer kamu alacaklarının takip ve tahsili
için hukuki düzenlemeler ve ayrıcalıklı yetkilerle kolaylık ve hızlılık
sağlanmasının doğal olduğu kabul edilmekle birlikte bu konuda bireylerin
hakları ve hukukun genel ilkelerinin de göz önünde bulundurulması hukuk
devletinin bir gereğidir.
Kanunun değişmeden önceki hükümlerine göre
şirket ortağı olan veya hisse devri yolu ile ortaklığı bırakan şahıslar ile
kanuni temsilcilerin faaliyetlerini ve konumlarını o tarihte yürürlükte olan
kurallara göre sahip oldukları ve üstlendikleri sorumluluk çerçevesinde
belirlemeleri doğaldır. Bu şahıslardan sonraki yıllarda getirilecek sorumluluğa
göre konumlarını belirlemeleri ve ticari faaliyetlerini sürdürmeleri
beklenemez.
Düzenlemeden beklenen kamu yararının, kamu
alacaklarında ilgililerinin sorumluluklarını arttırarak ve müteselsil
sorumluluk getirerek daha hızlı ve daha yüksek oranda tahsilâtın sağlanması
olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşı bireylerin, 5766 sayılı Kanunun yürürlük
tarihinden önce doğmuş ve ödenmesi gereken kamu alacağından sorumlu oldukları
dönemde öngörülmeyen sorumluluklar ile yükümlü tutulmaları, diğer bir anlatımla
geçmişe yönelik sorumluluklarının arttırılması bireylerin hukuka olan güven
duygusunu zedeler ve hukuk güvenliği ilkesi ile bağdaşmaz.
5766 sayılı Kanun"da esas olarak bir kamu
alacağı ile ilgili bireylerin sorumluluklarını arttıran ve müteselsil
sorumluluk getiren düzenlemelerin, Kanunun geçici 1. maddesi ile yürürlük
tarihi itibari ile tahsil edilmemiş alacaklara da uygulanması hukuk
kurallarının geriye yürütülmesi anlamına gelmekte ve Anayasada yer alan hukuk
devleti kapsamındaki hukuk güvenliği ilkesi ile bağdaşmamaktadır. "
22. Anayasa Mahkemesinin 19/3/2015 tarihli ve E.2014/144,
K.2015/29 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...
A- Kanun"un Mükerrer 35. Maddesine 5766 Sayılı
Kanun"un 4. Maddesiyle Eklenen Beşinci Fıkranın İncelenmesi
...
İtiraz konusu kuralın getiriliş amacının; amme
alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya
teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olması hâlinde bu şahısların
sorumluluk uygulamasının, amme alacaklarının düzenlendikleri kanunlardaki
kanuni ödeme sürelerinde veya özel ödeme sürelerinde farklı şahısların olması
hâlini de kapsadığı görülmektedir.
Kanun koyucu, amme alacağını güvenceye almak
bakımından sorumluluğun yaygınlaştırılması yoluna gidebileceği gibi müteselsil
sorumluluk da öngörebilir. Ancak amme alacağının doğduğu veya ödenmesi
gerektiği zamanlarda kanuni temsilcilerin farklı kişiler olabileceği gerçeği
göz önüne alındığında, kural ile getirilen düzenleme vergi ve diğer mali ödev
ve sorumluluklarını zamanında ve eksiksiz olarak yerine getiren kanuni
temsilcilerin, sonradan kendilerinin görevde olmadığı ve müdahale şanslarının
bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen bir eylemden müteselsilen
sorumlu tutulmaları sonucunu doğurmaktadır. Adalet ve hakkaniyet ilkeleri karşısında,
bireyin bu şekilde belirsiz ve güvencesiz bir biçimde kendi kusurundan
kaynaklanmayan bir nedenle, başkalarının eylem veya ihmali sonucu oluşacak
sorumluluğa ortak olması adalet ve hakkaniyetle bağdaşmaz. Dolayısıyla, itiraz
konusu kural hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural
Anayasa"nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
...
B- Kanun"un Mükerrer 35. Maddesine 5766 Sayılı
Kanun"un 4. Maddesiyle Eklenen Altıncı Fıkranın İncelenmesi
...
İtiraz konusu kuralda, kanuni temsilcilerin
sorumluluklarına dair 213 sayılı Kanun"da yer alan hükümlerin bu maddede
düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı öngörülmektedir.
Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği
zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar
olmaları hâlinde bu şahısların amme alacağının ödenmesinden müteselsilen
sorumlu tutulacağını düzenleyen kuralın iptaline yönelik yukarıda yer alan
gerekçeler, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Kanun"da yer
alan hükümlerin bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağını
öngören kural bakımından da aynen geçerlidir.
Hukuk devletinde kanunlarla kişilerin
ekonomik, sosyal ve hukuki yaşam alanlarına yöneltilen müdahaleler
öngörülebilmeli ve geleceğe dönük planlar buna göre yapılabilmelidir.
Belirlilik ilkesi, vergi ve diğer kamu alacakları açısından miktar, tarh ve
tahsil zamanı ile biçimi gibi vergi ve diğer alacakların esaslı unsurlarının
önceden belli ve kesin olmasını gerektirir.
213 sayılı Kanun"un 10. maddesinde, kanuni
temsilciler için kabul edilen sorumluluk, kusura dayalı sorumluluktur. Buradaki
kusur, vergilendirmeye dair ödevlerin ihlal edilmesidir. Buna göre, 213 sayılı
Kanun"un 10. maddesi uyarınca kanuni temsilcilerin sorumlu tutulabilmesi için
vergilendirme ödevlerini yerine getirmemiş olması gerekmektedir. İtiraz konusu
kuraldan kaynaklanan sorumluluk ise kusursuz sorumluluk esasına dayanmakta olup
kamu alacağının borçlu şirketten tahsil edilememesinde kanuni temsilcilerin
kusuru bulunmasa dahi sorumlu tutulmasına neden olmaktadır.
213 sayılı Kanun"un 10. maddesinde, kanuni
temsilcilerin sorumluluklarına ilişkin hükümlerin düzenlenmiş olması, bu Kanun
kapsamındaki amme alacaklarının takibinin itiraz konusu kurala göre yapılmasına
engel teşkil etmemektedir. Dolayısıyla itiraz konusu kural nedeniyle, 213
sayılı Kanun kapsamına giren amme alacakları da dâhil olmak üzere tüm amme
alacakları için takip yapılması mümkündür. Bu durumda her iki kanunun aynı
maddi olaya uygulanabilmesi nedeniyle, iki ayrı kanuni düzenlemeden hangisinin
uygulanacağı konusunda belirsizlik oluşmaktadır. Dolayısıyla itiraz konusu
kural, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural
Anayasa"nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir."
23. Danıştay Onüçüncü Dairesinin
2/6/2009 tarihli ve E.2007/11994, K.2009/5995 sayılı kararının ilgili bölümü
şöyledir:
"6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil
Usulü Hakkında Kanun"un mükerrer 35.maddesinde, tüzel kişilerle küçüklerin ve
kısıtlıların vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin
mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği
anlaşılan kamu alacaklarının, kanuni temsilcilerinin ve tüzel kişiliği olmayan
teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil
edileceği hüküm altına alınmıştır.
Bu hükme göre, asıl borçlu olan tüzel kişilik
takip edilerek tahsil yolları araştırıldıktan sonra kamu alacağının tahsil
edilemeyeceği anlaşılırsa, ancak bu aşamada alacağın tüzel kişiliğin kanunî
temsilcisinden tahsili yoluna gidilebilecektir.
Uyuşmazlık konusu olayda, T.C. Merkez Bankası Antalya Şubesi"nin
07.03.2000 tarih ve 6800 sayılı yazısı ile sözü edilen alacağın tahsilinin
davalı idareden istenmesi üzerine davacının anılan şirketin kanuni temsilcisi
olduğundan bahisle sözü edilen alacağın şirketten tahsil imkânı bulunmadığı
ileri sürülerek borcun tamamı için davacı adına 07.09.2005 tarihli ödeme emri
düzenlenmiştir.
Kamu alacağının konusunu oluşturan kur farkı ve gecikme cezasının
kesinleşmesi sonrası 6183 sayılı Kanun"un 37. maddesine uygun olarak davacı
şirkete tebliği ile tahakkuk etmiş olduğundan bu tarihten sonra şirketten
tahsil imkânı araştırılarak tahsil edilemeyeceği anlaşılan alacağın 6183 sayılı
Kanun"un mükerrer 35. maddesi uyarınca kanuni temsilcinin mal varlığından
tahsil edilmesi gerekmektedir.
Bu durumda, sözü edilen kamu alacağının tahakkuk ettiği tarih tespit
edilerek, kamu alacağının tahakkuk ettiği bu
tarihte davacının anılan şirketin kanunî temsilcisi olup olmadığı
araştırılmaksızın kamu alacağına ilişkin dönemlerde şirketi temsil
yetkisinin bulunmadığı gerekçesiyle uyuşmazlık konusu ödeme emrini iptal eden
idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 26/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu 21/12/1999 tarihinde TMSF"ye
devredilen Şirketin alacaklarının temlik tarihinin 10/8/2001 olduğunu ve
Şirketin borcunun bu tarihten sonra kamu alacağına dönüştüğünü belirtmiştir.
Başvurucu; Mahkemenin söz konusu alacağın kamu alacağı olup olmadığını
tartışmakla yetindiğini, kendisinden tahsil edilip edilemeyeceğine dair bir
değerlendirme yapmadığını ifade etmiştir. 14/3/1995 ile 22/8/1996 tarihleri
arasındaki dönemle sınırlı olarak Şirketin yönetim kurulu üyesi bulunduğunu
hatırlatan başvurucu, gerek takip tarihinde gerekse borcun kamu alacağına
dönüştüğü tarihte yönetim kurulu üyesi olmaması nedeniyle borçtan sorumlu
tutulamayacağını savunmuştur.
26. Başvurucuya göre 6183 sayılı Kanun"un mükerrer 35. maddesi
uyarınca ödeme tarihindeki kanuni temsilci kamu alacağının ödenmesinden sorumlu
olup borcun doğduğu tarihteki kanuni temsilcinin bir sorumluluğu
bulunmamaktadır. Başvurucu, 5766 sayılı Kanun"un 4. maddesiyle 6183 sayılı
Kanun"un mükerrer 35. maddesine eklenen fıkrayla alacağın doğduğu tarihteki kanuni
temsilcinin de sorumlu olmasının yolunun açıldığını öne sürmüş ve anılan
Kanun"un geçici 1. maddesiyle, bu hükmün yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla
tahsil edilmemiş bulunan amme alacakları hakkında da uygulanması öngörülerek
geriye yürütüldüğü şikâyetinde bulunmuştur. Başvurucu, sonradan yürürlüğe giren
kanunun geçmişe yürütülmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğinden yakınmıştır. Sözü edilen geçici 1. maddenin Anayasa Mahkemesince
iptal edildiğini anımsatan başvurucu, bu hükmün geçmişe yürütülmesinin mülkiyet
hakkını ve hukuk devleti ilkesini zedelediğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun
ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir (Hikmet Balabanoğlu,
B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
28. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali
iddiasının yanında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri
sürmektedir. Ancak başvurucunun sorumlu olmadığını belirttiği bir borcu ödemek
durumunda kaldığı yönündeki şikâyetinin mülkiyet hakkına ilişkin olduğu,
dolayısıyla başvurucunun bu yöndeki iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
30. Başvurucunun kanuni temsilcisi olduğu gerekçesiyle Şirkete
ait, 4389 sayılı Kanun"un 15/a maddesinin birinci fıkrası uyarınca kamu
alacağına dönüşen kredi borcundan sorumlu tutulmasının mülkiyet hakkına
müdahale teşkil ettiği hususu kuşkusuzdur.
31. Kanuni temsilcinin yönettiği şirkete ait borçlardan sorumlu
tutulmasına yönelik düzenleme yapılması, şirketi daha özenle yönetmesini ve
şirketin kamusal yükümlülüklerini kanunlarda gösterilen usul ve esaslara uygun
olarak ve zamanında yerine getirmesini temin etme amacı taşımaktadır. Diğer bir
ifadeyle kanuni temsilciye mali sorumluluk yüklenmesiyle hedeflenen husus,
ekonomik ve ticari alanın başat aktörlerinden olan ticari şirketlerin
faaliyetlerini düzenlemek ve kontrol etmektir. Bu nedenle şirketin kamu
borçlarının kanuni temsilciden tahsili amacıyla ödeme emri düzenlenmesi
suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kontrolü biçimindeki üçüncü
kural kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır (Ahmet Uğur Balkaner [GK],
B. No: 2014/15237, 25/7/2017, § 46).
32. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Anayasa"nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca
mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa"ya uygun bulunabilmesi için
müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük
ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.
33. Şirkete ait kamu alacağının başvurucudan tahsili amacıyla
düzenlenen ödeme emrinin kanuni dayanağı olarak 6183 sayılı Kanun"un mükerrer
35. maddesi gösterilmiştir. Ayrıca yargılama sırasında derece mahkemelerince de
bu kurala dayanılarak uyuşmazlık çözümlenmiştir. Derece mahkemelerinin ödeme
emrinin hukuka aykırı olduğu yolunda bir tespiti de bulunmadığından müdahalenin
kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
34. Olayda Şirketin 37.200.326,54 TL kamu borcunun, kanuni temsilci
olan başvurucudan tahsili için ödeme emri düzenlenmesiyle ulaşılmak istenen
amacın kamu alacağının tahsil imkânının artırılması olduğu söylenebilir. Kamu
alacağının tahsilinin güvenceye bağlanması ve tahsil imkânının artırılmasında
kamu yararının bulunduğu tartışmasızdır (AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015;
E.2012/87, K.2014/41, 27/2/2014; E.2014/144, K.2015/29, 19/3/2015; E.2011/42,
K.2013/60, 9/5/2013; E.1992/29, K.1993/23, 24/6/1993). Bu itibarla kamu
alacağının tahsili amacıyla Şirketin kanuni temsilcisi olan başvurucunun
sorumluluğuna gidilmesinde kamu yararının bulunduğu ve bunun anayasal açıdan
meşru bir temele dayandığı sonucuna ulaşılmaktadır.
35. Son olarak müdahalenin ölçülü olup olmadığı
değerlendirilmelidir. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani
aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
Öngörülen tedbirin ulaşılmak istenen kamu yararı karşısında maliki olağan dışı
ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla
ölçülü olduğundan söz edilemez(AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.
2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2013/32,
K.2013/112, 10/10/2013; E.2013/15, K.2013/131, 14/11/2013; E.2013/158,
K.2014/68, 27/3/2014; E.2013/66, K.2014/19, 29/1/2014; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016;
E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
36. Kanun koyucu, amme alacağını güvenceye almak ve tahsil
imkânını artırmak bakımından sorumluluğun yaygınlaştırılması yoluna
gidebileceği gibi müteselsil sorumluluk da öngörebilir (AYM, E.2014/144,
K.2015/29, 19/3/2015).
37. Maddi bir varlığı bulunmayan ve hukuk düzenince tüzel
kişilik vasfı tanınan ticari şirketlerin hukuki iş ve işlemleri, bunlar adına
bunların yönetim ve idaresinden sorumlu gerçek kişiler tarafından yapılır.
Şirketin kanuni temsilcisi sayılan bu gerçek kişiler; temsil ettikleri tüzel
kişiliğin hukuki işlemlerini yürütmek, personelini ve mal varlığını idare
etmek, yatırım ve faaliyetlerinin yönünü tayin etmek, iktisadi ve mali
durumunun gerektirdiği tedbirleri almak gibi imkân ve kudreti haizdirler.
Bununla bağlantılı olarak şirketin kamusal ödevlerini ifa etmek ve kamuya olan
borçlarını kanuni süreleri içinde ödemek de kanuni temsilcinin temel ödevleri
arasındadır. Kanuni temsilci, kamu alacağının doğmasına yol açan işlem veya
fiilin nihai sorumluluğunu taşıyan kişi olup sahip olduğu imkân ve gücü
kullanarak alacağı doğuran işlem veya fiilin ortaya çıkmasını önleyebilecek
veya doğan kamu alacağının ödenmesini temin edebilecek en etkin konumdaki şirket
personelidir. Bu nedenle ticari şirketleri yöneten, şirketi temsilen iş ve
işlemler yapan kanuni temsilcilerin şirketten tahsil imkânı bulunamayan kamu
alacaklarının müteselsil sorumluluk esasına göre ödemekle yükümlü kılınması
yolunda yasal düzenleme yapılması mümkündür. Kanuni temsilciye tanınan yetki ve
yüklenen ödevler gözetildiğinde, ödenmeyen kamu borçlarından müteselsilen sorumlu tutulmasının kural olarak kanuni
temsilciye aşırı ve olağanın dışında bir külfet yüklemediği anlaşılmaktadır (Ahmet Uğur Balkaner,
§ 58).
38. Bununla birlikte kanuni temsilciye, bu sıfatın tanıdığı
kudret ve imkânların ötesinde bir sorumluluk yüklenmemelidir. Kanuni
temsilcinin kanunda tanınan yetkiler çerçevesinde müdahale etme ve engelleme
imkânına sahip olmadığı ve özellikle şirketin faaliyetleri üzerinde hâkimiyet
kurmasına olanak bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen birtakım fiil ve
işlemlerden doğan kamu alacaklarının ödenmesinden sorumlu tutulması, -somut
olayın koşulları çerçevesinde- kanuni temsilciye orantısız bir külfet
yüklenmesi sonucunu doğurabilir (Ahmet Uğur Balkaner, § 59).
39. Başvurucunun sorumlu tutulduğu kamu alacağını doğuran olay,
1/5/1995 ve 23/10/1995 tarihlerinde Yurtbank"tan
kredi kullanılmasıdır. Başvurucunun kredinin kullanıldığı tarihlerde Şirketin
kanuni temsilcisi olduğu hususunda tartışma bulunmamaktadır. Dolayısıyla
başvurucunun söz konusu kredilerin kullanımına ve bu kredilerin kullanımından
doğan yükümlülüklerin ifasına ilişkin sürecin yönetimi hususunda tam hakimiyet
sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda bu kredilerin kullanımından doğan
kamu alacağının ödenmemesi nedeniyle başvurucunun sorumlu tutulmasının
başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklemediği sonucuna ulaşılmaktadır.
40. Başvurucu, sonradan yürürlüğe giren kanunun geçmişe
yürütülmesi suretiyle sorumluluğunun artırıldığını ileri sürmektedir. Başvurucu
adına düzenlenen ödeme emrinin dayanağını teşkil eden 6183 sayılı Kanun"un
mükerrer 35. maddesinin birinci fıkrası, Şirket borçlarının kamu alacağına
dönüştüğü tarihten önce de yürürlükte bulunmaktadır. 5766 sayılı Kanun"un 4.
maddesiyle 6183 sayılı Kanun"un mükerrer 35. maddesine eklenen beşinci fıkranın
amacı, bu hükmün yorumuna ilişkin olarak özellikle Danıştayın
vergisel kamu alacaklarına ilişkin uyuşmazlıklara bakmakla görevli daireleri
arasında ortaya çıkan yorum farklılıklarını gidermektir. Anılan beşinci
fıkrayla, kanuni temsilcinin sorumluluğunu düzenleyen birinci fıkraya ilişkin
değişiklik yapılmamaktadır. Değişiklik, maddenin yorumuna ilişkindir. Farklı
yorumların giderilmesi amacıyla yapılan bir yasal düzenlemenin tek başına
başvurucunun sorumluluğunu ağırlaştırdığı sonucuna ulaşılamaz (Ahmet Uğur Balkaner, §
64).
41. 5766 sayılı Kanun"un 4. maddesiyle 6183 sayılı Kanun"un
mükerrer 35. maddesine eklenen beşinci fıkranın, Anayasa Mahkemesinin 19/3/2015
tarihli ve E.2014/144, K.2015/29 sayılı kararıyla iptal edilmiş olmasından
hareket edilerek otomatik olarak bu kurala dayanılarak düzenlenen ödeme emrinin
hak ihlaline yol açtığı yargısına varılamaz. Bu hususta bir değerlendirme
yapılabilmesi için Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesi ile somut olayın
koşulları da gözönünde bulundurulmalıdır. Anayasa
Mahkemesi, vergi ve diğer mali ödev ve sorumluluklarını zamanında ve eksiksiz
olarak yerine getiren kanuni temsilcilerin sonradan görevde olmadığı, müdahale
şanslarının bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen bir eylemden müteselsilen sorumlu tutulmaları sonucunu doğurduğu
gerekçesiyle ek beşinci fıkrayı iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi, bireyin
(kanuni temsilcinin) bu şekilde belirsiz ve güvencesiz bir biçimde kendi
kusurundan kaynaklanmayan bir nedenle başkalarının eylem veya ihmali sonucu
oluşacak sorumluluğa ortak olmasının adalet ve hakkaniyetle bağdaşmayacağını
vurgulamıştır (Ahmet Uğur Balkaner, § 65).
42. Somut olayda başvurucu, kanuni temsilcilik görevinin sona
erdiği tarihten sonra gerçekleşen ve bu nedenle müdahale şansının bulunmadığı
bir eylemden değil aksine kendi döneminde kullanılan kredi borcunun ödenmemiş
olmasından sorumlu tutulmaktadır. Dolayısıyla somut olayın koşulları dikkate
alındığında 6183 sayılı Kanun"un mükerrer 35. maddesine eklenen beşinci
fıkrasının iptal edilmiş olmasının başvurucunun durumunu etkileyen bir yönünün
bulunmadığı kanaatine varılmaktadır (Ahmet Uğur Balkaner,
§ 66).
43. Sonuç olarak başvurucunun, kanuni temsilcisi bulunduğu
dönemde kullanılan kredilerin ödenmemiş olması nedeniyle doğan ve Şirketten
tahsil imkânı kalmayan kamu alacağından sorumlu tutulmasının başvurucuya aşırı
ve orantısız bir külfet yüklemediği ve bu suretle mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin kamu yararı ile malikin mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken
adil dengeyi başvurucu aleyhine bozmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu nedenle
başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik açık bir ihlalin bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
44. Açıklanan nedenlerle başvurunun, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
26/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.