
Esas No: 2013/4784
Karar No: 2013/4784
Karar Tarihi: 7/3/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
EROL AYDEĞER BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/4784) |
|
Karar Tarihi: 7/3/2014 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Serruh KALELİ |
Üyeler |
: |
Burhan ÜSTÜN |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
Raportör |
: |
Yunus HEPER |
Başvurucu |
: |
Erol AYDEĞER |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, yargılandığı ceza davasında
savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 21/6/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
20/12/2004 tarihli iddianamesiyle geceleyin silahlı yağma suçundan
cezalandırılması için Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
6. Başvurucunun duruşmalara gelmemesi nedeniyle Mahkemece
hakkında yakalama kararı çıkartılmış ve 22/4/2011 tarihinde yakalanmış;
İstanbul Barosu tarafından tayin edilen müdafisinin huzurunda savunması
alınarak tutuklanmıştır.
7. Başvurucu 3/6/2011 tarihinde, kaldığı Diyarbakır E Tipi
Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan bir yanlışlık sonucu tahliye edilmiştir.
8. Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında yeniden
yakalama kararı çıkartmış ve başvurucu, 14/2/2012 tarihinde yakalanmış;
İstanbul Barosu tarafından tayin edilen müdafisinin huzurunda savunması alınarak
yeniden tutuklanmıştır. Başvurucu 2/3/2012 tarihli sonuncu celseye katılmış ve
müdafisi huzurunda yeniden savunma yapmıştır.
9. Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 2/3/2012 tarihli kararı
ile başvurucunun 36 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
10. İlk derece mahkemesinin kararı Yargıtay 6. Ceza
Dairesinin 14/3/2013 tarihli ilamı ile onanmış ve karar kesinleşmiştir.
B. İlgili Hukuk
11. 17/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun “Kararların verilmesi usulü”
başlıklı 33. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Duruşmada verilecek kararlar, Cumhuriyet
savcısı, duruşmada hazır bulunan müdafi, vekil ve diğer ilgililer dinlendikten;
duruşma dışındaki kararlar, Cumhuriyet savcısının yazılı veya sözlü görüşü alındıktan
sonra verilir.”
12. 5271 sayılı Kanun’un “İfade
ve sorgunun tarzı” başlıklı 147. maddesi şöyledir:
(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin
alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
a) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır.
Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla
yükümlüdür.
b) Kendisine yüklenen suç anlatılır.
c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun
hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade
veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek
durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde,
kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir. d) 95 inci madde hükmü
saklı kalmak üzere, yakalanan kişinin yakınlarından istediğine yakalandığı
derhâl bildirilir.
e) Yüklenen suç hakkında açıklamada
bulunmamasının kanunî hakkı olduğu söylenir.
f) Şüpheden kurtulması için somut delillerin
toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe
nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı
tanınır.
g) İfade verenin veya sorguya çekilenin
kişisel ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınır.
h) İfade ve sorgu işlemlerinin kaydında,
teknik imkânlardan yararlanılır.
i) İfade veya sorgu bir tutanağa bağlanır. Bu
tutanakta aşağıda belirtilen hususlar yer alır:
1. İfade alma veya sorguya çekme işleminin
yapıldığı yer ve tarih.
2. İfade alma veya sorguya çekme sırasında
hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen
kişinin açık kimliği.
3. İfade almanın veya sorgunun yapılmasında
yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine
getirilmemiş ise nedenleri.
4. Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya
çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı.
5. İmzadan çekinme hâlinde bunun nedenleri.
13. 5271 sayılı Kanun’un “Şüphelinin
veya sanığın müdafi seçimi” başlıklı 149. maddesi şöyledir:
“(1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve
kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin
yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa
müdafi seçebilir.
(2) Soruşturma evresinde, ifade almada en çok
üç avukat hazır bulunabilir.
(3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her
aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu
süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez,
kısıtlanamaz.”
14. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesi” başlıklı 150. maddesi şöyledir:
“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir
müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda
olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii
bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul
veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını
gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra
hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar,
Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle
düzenlenir.”
15. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafi
görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden
yasaklanma” başlıklı 151. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(1) 150 nci
madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya
vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa,
hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli
işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun
ertelenmesine de karar verebilir.
(2) Eğer yeni müdafi savunmasını hazırlamak
için yeterli zaman olmadığını açıklarsa oturum ertelenir.”
16. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafi
ile görüşme” başlıklı 154. maddesi şöyledir:
“(1) Şüpheli veya sanık, vekâletname
aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları
başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz.”
17. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesinde usul” başlıklı 156. maddesi şöyledir:
“(1) 150 nci
maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;
a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin
veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,
b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi
üzerine,
Baro tarafından görevlendirilir.
(2) Yukarıda belirtilen hâllerde müdafi
soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir.
(3) Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan
müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona
erer”.
18. 5271 sayılı Kanun’un “İddianamenin
sanığa tebliği ve sanığın çağrılması” başlıklı 176. maddesi
şöyledir:
“(1) İddianame, çağrı kâğıdı ile birlikte
sanığa tebliğ olunur.
(2) Tutuklu olmayan sanığa tebliğ olunacak
çağrı kâğıdına mazereti olmaksızın gelmediğinde zorla getirileceği yazılır.
(3) Tutuklu sanığın çağrılması duruşma gününün
tebliği suretiyle yapılır. Sanıktan duruşmada kendisini savunmak için bir istemde
bulunup bulunmayacağı ve bulunacaksa neden ibaret olduğunu bildirmesi istenir; müdafii de sanıkla birlikte davet olunur. Bu işlem,
tutuklunun bulunduğu ceza infaz kurumunda cezaevi kâtibi veya bu işle
görevlendirilen personel yanına getirilerek tutanak tutulmak suretiyle yapılır.
(4) Yukarıdaki fıkralar gereğince, çağrı
kâğıdının tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması
gerekir.”
19. 5271 sayılı Kanun’un “Ara
verme” başlıklı 190. maddesi şöyledir:
“(1) Duruşmaya, ara verilmeksizin devam
edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede
sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir.
(2) 176 ncı
maddede belirlenen süreye uyulmamış ise duruşmaya ara verilmesini istemeye
hakkı olduğu sanığa hatırlatılır.”
20. 5271 sayılı Kanun’un “Sanığın
duruşmada hazır bulunmaması” başlıklı 193. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak
üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli
nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir.”
21. 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin
ortaya konulması ve reddi” başlıklı 206. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Sanığın sorguya çekilmesinden sonra
delillerin ortaya konulmasına başlanır. Ancak, sanığın tebligata rağmen
mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin
ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa
bildirilir.”
22. 5271 sayılı Kanun’un “Suçun
niteliğinin değişmesi” başlıklı 226. maddesi şöyledir:
(1) Sanık, suçun hukukî niteliğinin
değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde
bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği
kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.
(2) Cezanın artırılmasını veya cezaya ek
olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa
duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.
(3) Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde
istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.
(4) Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler,
varsa müdafie yapılır. Müdafii
sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 7/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 21/6/2013 tarih ve 2013/4784 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu, ailevi sebeplerle
asker kaçağı olarak yaşadığını bu nedenle duruşmalara katılamadığını, yalnızca
iki kez duruşmaya katıldığını ve bir kez kendisini savunabildiğini; ayrıca özel
avukat tutamadığını, kendisini Baro tarafından tayin edilen avukatın
savunduğunu ve ilk derece mahkemesi kararını bu avukatın temyiz ettiğini
belirtmiştir. Başvurucu, kendisini yeterince savunamamış olması nedeniyle
savunma hakkının kısıtlandığını ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
25. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
26. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme… açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
27. Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
20/12/2004 tarihli iddianamesiyle geceleyin silahlı yağma suçundan
cezalandırılması için Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.
Başvurucunun duruşmalara gelmemesi nedeniyle Mahkemece hakkında yakalama kararı
çıkartılmış ve 22/4/2011 tarihinde yakalanmış; aynı gün Mahkemeye
çıkartılmıştır. Başvurucuya Mahkemenin istemi üzerine İstanbul Baro
Başkanlığınca müdafi tayin edilmiştir. Başvurucuya aynı gün, hakkında tanzim
edilen Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığının 20/12/2004 tarihli iddianamesi tebliğ
edilmiş; başvurucu savunma yapmak için süre istemediğini beyan etmiş ve müdafii huzurunda savunmasını yapmıştır. Başvurucunun
yokluğunda yapılan işlemler ile hükme esas alınabilecek ifadeler, teşhis
tutanakları, adli raporlar ve kolluk tutanakları okunmuş ve bu delillere karşı
başvurucu ile müdafiinin beyanları alınmıştır.
28. Başvurucu 3/6/2011 tarihinde, kaldığı Diyarbakır E Tipi
Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan bir yanlışlık sonucu tahliye edilmiştir. Üsküdar
3. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında yeniden yakalama kararı çıkartmış ve
başvurucu, 14/2/2012 tarihinde yakalanmış; İstanbul Barosu tarafından tayin
edilen yeni bir müdafi huzurunda savunması alınarak yeniden tutuklanmıştır.
Başvurucu üçüncü kez, 2/3/2012 tarihinde duruşmaya çıkartılmış; İstanbul Baro
Başkanlığınca tayin edilen müdafii huzurunda
başvurucuya, hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanma ihtimali bulunduğu
belirtilerek ek savunması alınmıştır. Başvurucu ve müdafii
bu son celsede savunma ve esas hakkındaki savunmalarını sunmuş, ayrıca
Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanları alınmış ve
son sözleri ayrı ayrı sorulmuştur. Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 2/3/2012
tarihli kararı ile başvurucunun 36 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar vermiştir. İlk derece mahkemesinin kararı Yargıtay 6. Ceza Dairesinin
14/3/2013 tarihli ilamı ile onanmış ve karar kesinleşmiştir.
29. Başvurucu, kendisini yeterince savunamamış olması
nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını ileri
sürmüştür.
30. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından
hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden
en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza yargılamasındaki
savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir
ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre hakkaniyete uygun
bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için, yargılamanın yürütülmesi sırasında
alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile
uyumlu olması (Bkz. Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86,
15/6/1992 §§ 49-50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik
olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Bkz. Artico/İtalya, B. No: 6694/74,
13/5/1980 § 33).
33. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki
asgari haklara sahiptir:
a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın
niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak
haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman
ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir
müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî
olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde,
resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;
…”
34. Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer
alan “hakkaniyete uygun yargılama”
kavramı, aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında yer alan “suç isnat edilmiş kişi”nin asgari haklarıyla
doğrudan bağlantılıdır. Hakkında bir suç isnadı olan kişiye tanınmış anılan
fıkradaki haklar, (1) numaralı fıkrada yer alan hakkaniyete uygun yargılama
ilkesinin somut görünümleridir. Fakat hakkaniyete uygun yargılama
çerçevesindeki haklar ve ilkeler, (3) numaralı fıkradaki kapsamlı olmayan
listedeki minimum haklarla sınırlı değildir. (3) numaralı fıkrada yer alan
asgari şüpheli/sanık hakları, (1) numaralı fıkrada koruma altına alınmış olan
daha genel nitelikteki “hakkaniyete uygun
yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Bkz. Asadbeyli ve
Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05 14729/05
16519/06, 11/12/2012, § 130). Bu nedenle AİHS’in 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan özel güvencelerin, (1) numaralı
fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmesi gerekir. Diğer taraftan
6. maddenin (3) numaralı fıkrasının (a-e) bentlerinde düzenlenen güvenceler
arasında da bağ bulunmakta olup bunlardan her biri yorumlanırken diğerleri de
dikkate alınmalıdır (Bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No:
25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54). Bu nedenle yalnızca (3) numaralı fıkrada
sayılan haklara uygun olarak yapılan bir ceza yargılamasının, (1) numaralı
fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmeden, hakkaniyete uygun ve
dolayısıyla adil olduğu söylenemez (Bkz. Deweer/Belçika, B. No: 6903/75, 27/2/1980 § 56).
35. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a)
bendinde hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve
sebebinden …ayrıntılı olarak haberdar edilmek” hakkı, kişinin
savunmasını hazırlayabilmesi için getirilmiş bir güvencedir. 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında güvence altına alınmış olan hakkaniyete uygun yargılanma
hakkı ışığında, (3) numaralı fıkranın (a) bendi, cezai konularda hakkaniyete
uygun bir yargılama yapılmasının temel ön koşulu olarak şüpheli veya sanığa
detaylı bilgi verilmesini öngörmektedir.
36. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a)
bendi, bilgilendirmenin şekline ilişkin herhangi bir yükümlülük içermemekle
birlikte bu güvence, şüpheliye veya sanığa hakkındaki “suçlamayı bildirme” konusunda özel bir
çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu nedenle (a) bendi
uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin hangi fiil nedeniyle suçlandığını
ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu içermeli ve detaylı olmalıdır.
Ceza kovuşturmasında esaslı bir yeri olan iddianamenin tebliğ edilmesiyle,
sanığın, yazılı bir biçimde, suçlamaların maddi ve hukuki temelinden resmi
olarak haberdar olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan yargılama sırasında suçun
hukuki niteliğinin değişmesi halinde de sanığa yöneltilen suçlamanın değişen
hukuki niteliği ve nedenleri hakkında bildirim yapılması gerekmektedir.
37. Ayrıca AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin (a) bendi ile
hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Savunmasını
hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak” hakkına
yer verilen (b) bentlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu; suçlamanın nedeni
ve niteliği hakkında bilgilendirilme hakkının, şüphelinin veya sanığın
savunmasını hazırlama hakkı ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir
(bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa
[BD], B. No: 25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54).
38. Savunmanın hazırlanması için gerekli zamana sahip olma
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru
vasıta ve yollardan yararlanmak” kavramının kapsamındadır (AYM,
E.1992/8, K.1992/39, K.T.16/6/1992). Bu hak gereğince sanığa ve müdafiine savunma için gerekli hazırlıkları yapabilecekleri
zamanın verilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde suçun hukuki nitelendirmesinin
değişmesi halinde de savunmanın yeniden hazırlanması için gerekli zaman ve
kolaylıklar sağlanmalıdır. Nitekim 5271 sayılı Kanun’un 176. maddesinin (4)
numaralı fıkrasına göre sanığa, suçlamaların maddi ve hukuki dayanaklarını
bildiren iddianamenin tebliği ile savunma arasında en az bir haftalık sürenin
bulunması gerekmektedir. Ayrıca 5271 sayılı Kanun’un 266. maddesinin (4)
numaralı fıkrası uyarınca sanığın ek savunmasının alınması gerektiği durumlarda
istemi halinde sanığa veya müdafiine ek savunmasını
hazırlamak için süre verilmesi bir zorunluluktur.
39. Somut olayda başvurucuya, yakalanarak Mahkeme huzuruna
çıkartıldığı 22/4/2011 tarihli celsede iddianame tebliğ edilmiş, başvurucu ve müdafii savunmalarını hazırlamak için süre istemediklerini
belirterek aynı celsede savunma yapmışlar; 2/3/2012 tarihli duruşmada
başvurucunun önceki sabıkaları nedeniyle hakkında tekerrür hükümlerinin
uygulanma ihtimali bulunduğu bildirilmiş, başvurucu ve müdafii
ek savunma yapmak için süre istemediklerini belirterek ek savunmalarını
yapmışlardır.
40. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c)
bendinde hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için
gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli
görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabilmek” hakkı bulunduğu belirtilmiştir. Sanık kendisini
bizzat savunma hakkına sahip olduğu gibi bir müdafi yardımıyla savunma hakkına
da sahiptir. Ancak müdafi ile temsil edilme hakkı bakımından önemli olan,
yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında, başvurucunun müdafi yardımından
etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır (bkz. Imbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88,
24/11/1993, § 41). Müdafi ile temsil edilme hakkının bir gereği olarak 5271
sayılı Kanun’un 150. maddesinde, hakkında suç isnadı bulunan bir kimsenin
kendisi bir müdafi seçebileceği gibi müdafi seçebilecek durumda olmadığını
beyan eder ve kendisine bir müdafi atanmasını talep ederse mali imkânlardan
yoksun olup olmadığına bakılmaksızın bu kişiye müdafi atanacağı kuralı kabul
edilmiştir. Yine aynı maddeye göre sanığa isnat edilen suçun kanunda öngörülen
cezasının alt sınırının beş yıldan çok olması ve sanık kendisine bir müdafi
seçmemiş olması halinde sanığın istemi aranmaksızın resen bir müdafi tayin
edilmektedir.
41. Sanığın kendini savunma hakkından faydalanmasının ilk
koşulu ise sanığın savunmasını yapabilmesi için mahkeme önünde hazır bulunma
olanağına sahip olmasıdır. AİHS’in 6. maddesinde
açıkça belirtilmemiş olsa da duruşmada hazır bulunma hakkı AİHS’in
6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil muhakeme hakkının bir parçasıdır.
Bir sanığın aleyhine açılan ceza davasında duruşmada hazır bulunması genel bir
haktır ve AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında yer alan (c), (d) ve (e) bentlerinde yer alan hakların bir
parçasıdır (bkz. Sejdovic/İtalya, B. No: 56581/00 , 1/3/2006, § 81). Nitekim duruşmada hazır bulunma
hakkının bir sonucu olarak 5271 sayılı Kanun’un 193. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında istisnalar saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında
duruşma yapılamayacağı hükme bağlanmıştır.
42. Somut olayda başvurucunun cezalandırılması için
20/12/2004 tarihli iddianame ile ceza davası açıldığı halde, duruşmalardan
kaçması nedeniyle başvurucu hakkında duruşma yapılamamış ve ancak yakalandığı
22/4/2011 tarihinde ilk kez duruşmaya çıkartılarak mahkeme önünde hazır bulunma
hakkından faydalandırılmıştır.
43. Ayrıca somut olayda isnat edilen suçun kanunda öngörülen
cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması ve başvurucunun kendisinin bir
müdafi seçmemiş olması nedeniyle başvurucuya resen müdafi tayin edilmiştir. Başvurucu,
kendisinin avukat seçememesi nedeniyle savunma hakkını tam olarak
kullanamadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, ilk derece mahkemesince resen tayin
edilen müdafiin müdafilik görevlerini yerine
getirmediğini ileri sürmediği gibi müdafiinin
yardımından etkili bir biçimde yararlanamamasının sebeplerini de
bildirmemiştir. Öte yandan 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre sanığa atanan müdafi, duruşmaya gelmez veya duruşmadan çekilir
veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir
müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapmak zorundadır. Somut olayda
başvurucuya atanan ilk iki müdafiin duruşmalarda
hazır bulunmaması üzerine Barodan yeni müdafi talep edilmiş ve başvurucu son
celse atanan müdafii ile savunma hakkını
kullanmıştır. Son atanan müdafii ilk derece
mahkemesinin kararını temyiz de etmiştir. Nitekim başvurucunun, kendisine
atanan müdafilerin görevini yerine getirmediği yönünde derece mahkemeleri
önünde bir şikâyeti de olmamıştır.
44. Diğer taraftan başvurucu yalnızca iki kez duruşmaya
katılabildiğini ve bir kez kendisini savunabildiği bu sebeple savunma hakkının
kısıtlandığını ileri sürmüştür. Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması ancak ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olup, Anayasa’nın 36. maddesinde böyle bir sınırlandırma öngörülmemiştir.
Kanun koyucuya sınırlama yetkisi verilmemiş haklar bakımından hakkın nesnel
sınırları ve çatışan diğer hak ve ilkeler dikkate alınmalı ve dengeleme
yapılmalıdır (AYM, E.2000/48, K.2002/36, K.T. 30/3/2002). Bu sebeple gerekli
zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı, makul sürede yargılanma hakkı ile
birlikte değerlendirilmek zorundadır. Makul sürede yargılanma hakkı, adil
yargılanma hakkının diğer bir yönü olduğu gibi Anayasa’nın 141. maddesinin “Davaların… mümkün olan süratle sonuçlanması, yargının
görevidir.” biçimindeki dördüncü fıkrası ile de korunmaktadır. Bu
durumda gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olma hakkının makul sürede
yargılanma hakkı ile dengelenmesi gerekmektedir.
45. 5271 sayılı Kanun’un 190. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir.
Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı
kılacak surette duruşmaya ara verilmesi mümkündür. Başka bir deyişle bir ceza
davasında yargılamanın bir celsede bitirilmesi esas olup ancak zorunlu hallerde
birden çok celse yapılması gerekmektedir. Somut olayda başvurucu, 22/4/2011,
14/2/2012 ve 2/3/2012 tarihli duruşmalarda hazır bulunmuş ve savunmasını
yapmıştır. Başvurucu ilk derece mahkemesindeki yargılama sırasında savunmasını
hazırlamak için mahkemeden ilave süre istemediği gibi eğer ilk derece
yargılaması sırasında yargılama daha fazla uzamış olsaydı mahkeme önünde dile
getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi
bir açıklamada bulunmamıştır. Bu sebeple makul sürede yargılanma hakkı ile
birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun savunmasını hazırlamak için gerekli
zamana ve kolaylıklara sahip olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.
46. Sonuç olarak somut olayda başvurucunun suçlamanın
nedenleri ve niteliği hakkında bilgilendirildiği, duruşmada hazır bulunmasının
sağlandığı, savunmasını hazırlaması için gerekli zaman ve kolaylıklardan
faydalandırıldığı, kendisine ve müdafiine verilen
süre dışında ilave süre istemediği, bir müdafiinin
yardımından faydalanmak suretiyle savunma hakkını kullandığı anlaşılmaktadır.
Başvurucu, adil yargılanma hakkını sınırlandırdığı iddiasıyla başka bir işlem
hakkında da şikâyetçi olmamıştır. Öte yandan dava dosyası ve yargılama süreci
bir bütün olarak incelendiğinde başvurucunun savunma haklarından
yararlandırılmadığını gösteren bir bulguya da rastlanılmamıştır.
47. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun savunma hakkının
kısıtlandığını ileri sürdüğü yargılama işlemlerinde açık ve görünür bir ihlal
saptanmadığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun, “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
7/3/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.