
Esas No: 2012/1094
Karar No: 2012/1094
Karar Tarihi: 7/3/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ABDULLAH ÜNAL BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2012/1094) |
|
Karar Tarihi: 7/3/2014 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Muharrem İlhan KOÇ |
Başvurucu |
: |
Abdullah ÜNAL |
Vekili |
: |
Av. Adem KOYUNCU |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, tutukluluğun
kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 4/12/2012
tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına
engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, 13/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 26/3/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiş olup, başvurucunun
aynı konuya ilişkin 17/12/2013 tarih ve 2013/9316 sayılı bireysel başvurusu da bu
başvuruyla birleştirilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular 1/4/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Bakanlık görüşünü 3/6/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucu vekiline 25/6/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmamıştır.
7. Başvurucu Tekirdağ 1. Ağır
Ceza Mahkemesi aracılığıyla gönderdiği 22/10/2013
tarihli dilekçeyle vekilini azlettiğini bildirerek yazışmaların kendisiyle
yapılmasını talep etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve ekleri ile
Adalet Bakanlığı görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, suç işlemek için
örgüt kurma, nitelikli yağma, kasten öldürme ve hırsızlık suçlarına ilişkin olarak
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 9/11/2006 tarih ve
2006/69 Sorgu sayılı kararla tutuklanmıştır.
10. Başvurucu hakkında anılan
suçlarla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 15/1/2007
tarihli iddianamesiyle İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası
açılmıştır.
11. Yargılamanın yürütüldüğü
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/70 sayılı dosyasında, 4/10/2012 tarihli duruşmada “yargılama
kapsamındaki her bir suç için tutukluluk süresinin bağımsız olarak
değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle tahliye talepleri
reddedilerek başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
12. Bu karara yapılan itiraz
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/11/2012 tarih ve
2012/766 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.
13. Adalet Bakanlığı, bireysel
başvuru konusu yargılamadan farklı olarak başvurucunun kasten öldürme suçundan
Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2009 tarih ve
E.2007/212, K.2009/177 sayılı kararıyla 14 yıl 2 ay hapis cezasına mahkûm
edildiğini, bu kararın 20/9/2010 tarihli Yargıtay 1. Ceza Dairesinin kararıyla
onandığını, ayrıca Küçükçekmece 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 22/4/2008 tarihli
ve Büyükçekmece 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 20/10/2010 tarihli kararlarıyla
farklı suçlardan başvurucunun hapis cezalarına mahkum edildiğini, bu hükümlerin
de Yargıtayca onandığını ve bu mahkûmiyetlere ilişkin
cezaların içtima edilerek 7/4/2011 tarihinde infaza başlandığını bildirmiştir.
14. Başvurucu kasten öldürme
suçundan yargılandığı Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/212,
K.2009/177 sayılı dosyasında 13/12/2006 tarihinde
tutuklanmış ve 27/5/2009 tarihli mahkûmiyet hükmüyle birlikte başvurucu hükmen
tutuklu olmuştur.
B. İlgili
Hukuk
15. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk
süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek
uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
16. 5271 sayılı Kanun’un 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
17. 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile son cümlesi şöyledir:
“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda
belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına
karar verilen,
…
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler.”
18. 5271 sayılı Kanun’un 142.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 7/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
4/12/2012 tarih ve 2012/1094 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, 9/11/2006 tarihinde tutuklandığını, kanunda öngörülen azami
beş yıllık tutukluluk süresi aşılmasına rağmen tahliye talebinin
reddedildiğini, birden fazla suç kapsamında yürütülen yargılamada her bir suç
yönünden tutukluluk süresinin ayrı değerlendirilemeyeceğini belirterek
Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
21. Adalet Bakanlığı görüşünde,
ilk olarak 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun ancak hukuk yollarının
tüketildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılabileceği, başvurucu
tarafından tüketilen son hukuk yolu olarak Mahkemeye yapılan tahliye talebi ve
bu talebin reddi üzerine yapılan itirazın gösterildiği, oysa başvurucunun
Anayasa’nın 19. maddesi kapsamındaki şikâyetleri ile ilgili olarak derece
mahkemelerine başvurarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi ve aynı Kanun’un 142. maddesi uyarınca tazminat davası
açması gerektiği ileri sürülmüştür.
22. İkinci olarak, devam etmekte
olan bir davada uzun tutuklulukla ilgili olarak tazminat talep edilebilmesi
için davanın esası hakkındaki kararın kesinleşmesinin zorunlu olmadığı,
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 15/5/2012 tarih ve
E.2011/20114, K.2012/12183 sayılı kararına göre, 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesine göre devam etmekte olan bir davada da tazminat talep edilebilmesinin
önünde herhangi bir engel bulunmadığı belirtilmiştir.
23. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
24. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
25. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel
başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak
ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal
durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu
nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar
tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir.
26. Ancak tüketilmesi gereken
başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi kabiliyetini haiz
olmaları ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı
şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek
başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en
azından etkili olmadıklarının kanıtlanmamış olması gerekir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 28,29).
27. Adalet Bakanlığının
görüşünde işaret edildiği üzere 5271 sayılı Kanun’un tazminat isteminin
düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, kanunlarda belirtilen
koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar
verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama
mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen
kişilerin, maddî ve manevî her türlü zararlarını devletten isteyebileceklerine
ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Ancak, aynı Kanun’un
tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında “Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya
hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde” tazminat
isteminde bulunulabileceği hükmüne yer verilmiştir.
28. 5271 sayılı Kanun’un
tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde “Kanunlarda belirtilen koşullar
dışında tutukluluğunun devamına karar verilen” kişilerin, maddî ve
manevî her türlü zararlarını, devletten isteyebileceklerine ilişkin
düzenlemenin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmekle birlikte,
aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarını düzenleyen 142. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında, karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği
düzenlenmiştir.
29. Somut olayda beş yıllık
azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının
kalmadığı iddia edilmektedir. Buna göre, yasal olarak mümkün olmadığı hâlde
tutukluluğun devamına karar verilmiş ise madde kapsamında bunun mağduru maddi
ve/veya manevi tazminat istemiyle dava açabilecektir.
30. Ancak başvurucunun istemi
tazminat değildir. Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin
aşılmış olduğunun tespitiyle tahliyesine karar verilmesini talep etmektedir.
5271 sayılı Kanun’un koruma tedbirleri nedeniyle tazminata dair düzenlemelerine
bu açıdan bakıldığında, başvurucunun şikâyetiyle ilgili bir çözüm getirilmediği
görülmektedir. Başvurulması hâlinde bu yol yalnızca maddi ve manevi zararların
giderilmesini teminat altına almakta, fakat hukuka aykırı tutulduğu tespit
edilse dahi kişiye serbest bırakılma konusunda bir imkân sunmamaktadır.
Bireysel başvurunun esastan incelenmesinden önce tutukluluk hâli sona ermediği
sürece, kişinin bu yola gitmesi somut talebi açısından etkili sayılamaz,
dolayısıyla anılan yolun tüketilmesi gerekmez (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 27).
31. Açıklanan nedenlerle Adalet
Bakanlığının, başvurucunun tutukluluk nedeniyle tazminat davası açmadığı ve
başvuru yollarını tüketmediği yönündeki ön itirazı kabul edilemez. Başvurucunun
iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul
edilemezlik nedeni de görülmeyen başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
32. Başvurucu, 9/11/2006 tarihinden itibaren tutuklu olarak yargılandığı
dava kapsamında Kanun’da öngörülen azami beş yıllık sürenin aşılmasından sonra
tutukluluğun devamına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri
sürmüştür.
33. Anayasa’nın 19. maddesi şöyledir:
“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları
kanunda gösterilen:
Mahkemelerce
verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine
getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün
gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim
altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın
yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası,
uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir
kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen
esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı
şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut
geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri
dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli
belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim
kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
…”
34. Adalet Bakanlığı,
başvurucunun beş yıldan fazla tutuklu bulundurulduğu iddialarına ilişkin
olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları çerçevesinde Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 5. maddesinin (3)
numaralı fıkrası kapsamında tutuklulukta geçen süre tespit edilirken kişinin
yakalandığı tarih ile mahkûmiyetine karar verildiği veya serbest bırakıldığı
tarih arasında geçen sürenin dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir (Wemhoff/Almanya, B.No:
2122/64, 27/6/1968). Bakanlık, başvurucunun bireysel
başvuru konusu yargılamadan farklı olarak, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2009 tarihli, Küçükçekmece 8. Asliye Ceza Mahkemesinin
22/4/2008 tarihli ve Büyükçekmece 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 20/10/2010
tarihli kararlarıyla ayrı ayrı hapis cezalarına mahkum edildiğini, bu
kararların Yargıtayca onandığını ve 7/4/2011
tarihinde cezalar içtima edilerek infaza başlandığını bildirmiştir. Bakanlık,
aynı döneme ilişkin olarak başvurucunun, farklı suçlar nedeniyle infaz edilen
hapis cezalarının toplam tutukluluk süresinden indirilmesi gerektiği yönündeki
AİHM içtihadını sunmuştur (Bak/Polonya,
B.No: 7870/04, 16/1/2007).
35. Adalet Bakanlığı ayrıca,
AİHS’nin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında “mahkûmiyetin” ilk derece mahkemesinin
verdiği kararla oluştuğuna ve kararın kesinleşmesine ihtiyaç olmadığına vurgu
yapmaktadır (Wemhoff/Almanya, § 9).
36. Anayasa’nın 19. maddesinde
kişi hürriyeti ve güvenliği güvence altına alınmış olup, maddenin ikinci ve
üçüncü fıkralarında belirtilen haller dışında kimsenin hürriyetinden yoksun
bırakılamayacağı kuralı yer almaktadır.
37. Buna göre, hürriyetten
yoksun bırakılma ancak Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında belirlenen
durumlardan birinin varlığı halinde söz konusu olabilir. Maddenin üçüncü
fıkrasına göre suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini ve değiştirilmesini önlemek maksadıyla
hâkim kararıyla tutuklanabilir. Tutuklamanın kanunda öngörülen şekil ve
şartlara uygun olması gerekir.
38. Kişi hürriyetine ilişkin
sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü
ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve
mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdürler.
Anayasa’nın 19. maddesinin amacı kişileri keyfi bir şekilde hürriyetten yoksun
bırakılmaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi
hürriyetine getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması gerekir. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan
hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı
gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni”
dayanağının bulunup bulunmadığının, kanunun hürriyetten yoksun kılmaya izin
verdiği hâllerde ise, kanunun hukuk devleti ilkesi gereği, keyfiliği önlemek
için, uygulanmasında yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup
olmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.
39. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki
kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin
yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.
40. 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu
hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam
üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam
tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır (Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun 12/4/2011 tarih ve E.2011/1-51,
K.2011/42 sayılı kararı).
41. Kişi hakkında birden fazla
suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmanın bir dosya üzerinden yürütülmesi veya
bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve kovuşturmaların
belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında, uygulanan bir
tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç
doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı
dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği
anlaşılmaktadır. Tutuklama bir yaptırım olmadığından, aynı dosya kapsamında
tutukluluk kararı verilen her bir suç yönünden tutukluluk süresinin ayrı
değerlendirilmesi kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı ile davanın karmaşık
olması tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele
alınabilecek etkenler olup, kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde bu
etkenlerin esas alınması mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama
tedbirinin ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun’un 102.
maddesindeki düzenleme ile kişi hürriyetine yönelik sınırlamaların dar
yorumlanması hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak
mümkün görünmemektedir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, §
50).
42. Tutukluluğa ilişkin sürenin
tespitinde ilk derece mahkemesi önündeki yargılamada tutuklu geçirilen sürenin
dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılandığı davada ilk derece mahkemesi
kararıyla mahkûm edilmişse, artık bu kişinin durumu “suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma” kapsamından
çıkmakta ve tutukluluk ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma
haline dönüşmektedir (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 33).
43. Somut olayda 9/11/2006 tarihinde tutuklanan başvurucu hakkında İstanbul
10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/70 sayılı dosyasında yargılama süreci devam
ettiği sırada, farklı suçlardan Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2009
tarihli, Küçükçekmece 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 22/4/2008 tarihli ve
Büyükçekmece 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 20/10/2010 tarihli kararlarıyla
başvurucunun ayrı ayrı hapis cezalarına mahkûm edildiği, bu hükümlerin Yargıtayca onanması sonrasında anılan mahkûmiyetlere ilişkin
cezaların 7/4/2011 tarihinde içtima edilerek infazına başlandığı
anlaşılmaktadır.
44. Ayrıca başvuru konusu
yargılama kapsamında 9/11/2006 tarihinde tutuklanan
başvurucunun, yukarıda sözü edilen Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen
dava kapsamında 13/12/2006 tarihinde tutuklandığı, Bakırköy 13. Ağır Ceza
Mahkemesince 27/5/2009 tarihli kararla başvurucunun mahkûmiyetine ve tutukluluk
halinin devamına karar verildiği anlaşılmaktadır. 27/5/2009
tarihi itibarıyla başvurucu hakkında, başvuru konusu yargılama ve sonraki
yargılamaya ilişkin olmak üzere iki ayrı tutuklama kararı mevcut olmakla
birlikte, 27/5/2009 tarihli karar “suç
isnadına bağlı olarak” verilen bir tutuklama kararı olmamakta;
hürriyetten yoksun bırakılmanın nedenini bu aşamada ilk derece mahkemesince
verilen mahkûmiyet hükmü oluşturmaktadır. Başvuru konusu yargılama kapsamındaki
tutukluluk hali bu aşamada varlığını devam ettirmekte ise de, 27/5/2009 tarihinde mahkûmiyet hükmüyle birlikte verilen
tutukluluğun devamına ilişkin karar, başvurucunun hürriyetinin kısıtlanmasına
tek başına ve “suç isnadına bağlı olma” halinden
bağımsız olarak neden olmaktadır (B. No: 2012/348, 4/12/2013, § 48).
45. Bu belirlemeler karşısında,
başvuru konusu yargılama kapsamında 9/11/2006
tarihinde tutuklanan başvurucunun, başka bir suç nedeniyle 27/5/2009 tarihli
mahkûmiyet kararına dayalı olarak ve 7/4/2011 tarihinden itibaren de kesinleşen
mahkûmiyetlere ilişkin cezaların infazı kapsamında hükümlü olarak tutulduğunda
tereddüt bulunmamaktadır.
46. Bu nedenle, 9/11/2006 tarihinde başlayan tutukluluk halinin başka bir
yargılama kapsamında 27/5/2009 tarihinde mahkûmiyete ve tutukluluk halinin
devamına karar verilmekle kesintiye uğradığı sonucuna varılmıştır. AİHM,
tutukluluğun makul süre şartına uygunluğunun denetlenmesinde, bir suçtan
verilen tutukluluk kararı ile başka bir suçtan verilen mahkûmiyet kararının
kesişmesi durumunda, mahkûmiyet kapsamında çektirilen sürelerin makul süre
hesabına dâhil edilmeyeceğine karar vermiştir (B. No: 2012/348, 4/12/2013, § 49).
47. Bu çerçevede, başvuru konusu
yargılama kapsamında 9/11/2006 tarihinde başlayan ilk
tutukluluk halinin, başka bir suç nedeniyle Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesince
verilen ve 20/9/2010 tarihinde kesinleşen 27/5/2009 tarihli mahkûmiyet kararıyla
sona erdiği dikkate alındığında, 9/11/2006 - 27/5/2009 tarihleri arasında 2 yıl
6 ay 18 gün tutuklu kalınan sürenin kanunda öngörülen azami tutukluluk süresini
aşmadığı sonucuna varılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle,
başvuru kapsamında “Kanun’da öngörülen azami
tutukluluk süresinin aşılması” iddiasına ilişkin olarak Anayasa"nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edilmediğine karar verilmiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. “Kanun’da
öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması” iddiasına ilişkin olarak
Anayasa"nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin
başvurucu üzerinde bırakılmasına,
7/3/2014 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.