
Esas No: 2014/14581
Karar No: 2014/14581
Karar Tarihi: 14/9/2017
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
HÜSEYİN TURGUT DÜLGER BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/14581) |
|
Karar Tarihi: 14/9/2017 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN |
Raportör |
: |
Ayhan KILIÇ |
Başvurucu |
: |
Hüseyin
Turgut DÜLGER |
Vekili |
: |
Av. Kader
ÇELİK |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; malik olunan taşınmazın tapusunun bir bölümünün kıyı
kenar çizgisinin içinde kaldığı gerekçesiyle iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının, yargılamanın on iki yıl sürmüş olması nedeniyle makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu 1928 doğumlu olup İstanbul"da ikamet etmektedir.
8. Başvurucu İstanbul ili Büyükçekmece ilçesi Kumburgaz köyü
Asfalt Altı mevkiinde kâin 8 pafta 51 parsel numaralı 120 m² büyüklüğündeki
taşınmazı 1964 yılında satın almıştır. 1965 yılında yapılan tapulama çalışması
sonucu taşınmaz ile yol arasında bulunun 20 m²lik bölüm de başvurucu adına
tespit ve tescil edilmiştir. Başvurucu, anılan taşınmaz üzerinde 1967 yılında
bir bodrum ve iki normal kattan oluşan bir bina inşa etmiştir. Tapulama
komisyonunun 17/4/1970 tarihli kararıyla toplam 140 m² büyüklüğündeki taşınmaz,
başvurucu adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit tutanağı 15/7/1970 tarihinde
kesinleşmiştir.
9. Hazine tarafından, sözü edilen taşınmazın kıyı kenar çizgisi
içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptali istemiyle başvurucu aleyhine
13/11/2002 tarihinde Büyükçekmece Asliye Mahkemesinde (Sonradan Büyükçekmece 2.
Asliye Hukuk Mahkemesine dönüşmüştür.) dava açılmıştır. Mahkemece üç jeoloji
mühendisi, bir inşaat mühendisi ve bir de inşaat fen memurunun katılımıyla
taşınmaz mahallinde keşif yapılmıştır. Bilirkişiler tarafından düzenlenen
raporda, taşınmazın 73,45 m²lik bölümünün kıyı kenar çizgisinin içinde kaldığı
tespit edilmiştir. Mahkemece bu bilirkişi raporuna dayanılarak 25/9/2008
tarihinde verilen kararla, taşınmazın 73,45 m²ye isabet eden bölümünün
tapusunun iptaline karar verilmiştir. Karar, başvurucu tarafından temyiz
edilmiştir.
10. 14/3/2009 tarihinde yürürlüğe giren 25/2/2009 tarihli ve
5841 sayılı Kanun"un 2. maddesiyle 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro
Kanunu"nun 12. maddesinin 3. fıkrasına, “Bu
hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel
kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.”
biçiminde bir cümle eklenmiştir. Bu cümle uyarınca birinci cümlede yer alan ve
kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak kadastro tutanağında belirtilen
haklara ilişkin olarak dava açılmasını on yıllık hak düşürücü süre ile
sınırlayan hükmün devlet ve diğer kamu tüzel kişileri yönünden de uygulanması
gerekmektedir. Buna göre Hazine ve diğer kamu tüzel kişilerince kadastrodan
önceki sebeplerle tespit konusu taşınmaza ilişkin açılacak davalar da on yıllık
hak düşürücü süreye tabi kılınmıştır.
11. 5841 sayılı Kanun"un 3. maddesiyle 3402 sayılı Kanun"a "Bu Kanunun 12 nci
maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu
iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış
olan davalarda dahi uygulanır.” biçimindeki geçici 10. madde
eklenmiştir. Bu hüküm gereğince Hazinenin ve diğer kamu tüzel kişilerinin kadastro
tespitine konu olan taşınmazlara yönelik dava açma hakkını on yıllık hak
düşürücü süreyle sınırlayan değişiklikler, derdest bulunan uyuşmazlıklara da
uygulanacaktır.
12. Mahkeme kararı, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin (Daire)
8/10/2009 tarihli kararıyla değinilen kanuni değişikliklere atıfla bozulmuştur.
Kararın gerekçesinde, 5841 sayılı Kanun"un 2. maddesiyle 3402 sayılı Kanun"un
12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen ve on yıllık hak düşürücü süre öngören
hüküm ile aynı Kanun"un 3. maddesiyle 3402 sayılı Kanun"a eklenen ve söz konusu
hak düşürücü sürenin mevcut davalara da uygulanmasını gerekli hâle getiren
geçici 10. madde hükmü dikkate alındığında davanın süre aşımı sebebiyle reddi
gerektiği belirtilmiştir.
13. Mahkemece Dairenin bozma kararına uyularak 20/4/2010 tarihli
kararla dava süre aşımı sebebiyle reddedilmiştir. Mahkeme ayrıca, davacı idare
aleyhine 1.000 TL vekâlet ücretine hükmetmiş ve yargılama giderlerinin davacı
idare üzerinde bırakılmasına karar vermiştir.
14. Kararın temyizi üzerine Daire 23/9/2010 tarihli kararıyla
davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin hüküm fıkrasına yönelik temyiz
istemini reddetmiş, idare aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesine ve yargılama
giderlerinin davalı idare üzerinde bıkarılmasına
ilişkin hüküm fıkrasını ise bozmuştur. Kararın gerekçesinde davanın, yargılama
devam ederken yürürlüğe giren kanun hükmünün geriye yürütülmesi nedeniyle
reddedildiği gözetildiğinde davalı Hazinenin davada haksız çıktığından söz
edilemeyeceği ve bu nedenle Hazine aleyhine vekâlet ücretine hükmedilemeyeceği
ifade edilmiştir.
15. Bozma kararına uyan Mahkeme 24/3/2011 tarihli kararıyla,
vekâlet ücreti dâhil toplam 6.167,60 TL yargılama giderinin başvurucudan
alınarak davacı idareye verilmesine hükmetmiştir. Başvurucu, bu kararı temyiz
etmiştir.
16. Anayasa Mahkemesinin 23/7/2011 tarihli ve 28003 sayılı Resmî
Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 12/5/2011
tarihli ve E.2009/31, K.2011/77 sayılı kararıyla; 5841 sayılı Kanun"un 2.
maddesiyle 3402 sayılı Kanun"un 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümle
ile 3. maddesiyle 3402 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. madde iptal
edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa"nın 43. maddesi uyarınca kıyıların özel
mülkiyete konu edilmesinin yasaklandığına vurgu yaptıktan sonra belli bir
sürenin geçmesiyle kıyıların mülk edinilmesinin mümkün olmadığını belirtmiş ve
bu nedenle sözü edilen kuralların Anayasa"ya aykırı olduğunu tespit etmiştir.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, tapunun iptalinden kaynaklanan bütün yükün
malik üzerinde bırakılmasının mülkiyet hakkını zedeleyeceğini ifade ederek
kanun koyucunun uygun çözüm yolu bulması gerektiğine işaret etmiştir.
17. Dairece 16/2/2012 tarihli kararla Anayasa Mahkemesinin iptal
kararı dikkate alınarak daha önce temyiz istemi reddedilerek kesinleşen, davanın
süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin hüküm fıkrası da bozulmuştur. Daire, daha
önceki bozma kararının dayanağının Anayasa Mahkemesinin iptal kararıyla ortadan
kalktığı kanaatini açıklamıştır. Daire, Hazinenin kararı temyiz etmemiş
olmasının kazanılmış hak yaratmayacağının altını çizmiştir.
18. Bozma kararına uyan Mahkeme 22/11/2012 tarihli kararıyla,
ilk kararındaki gibi taşınmazın 73,45 m²ye isabet eden bölümün tapusunun
iptaline karar vermiştir.
19. Karar, Dairenin 4/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar
düzeltme istemi de Dairenin 27/6/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai
karar 4/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 2/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
21. 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu"nun 4.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Bu Kanunda geçen deyimlerden;
Kıyı çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve
akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların
birleşmesinden oluşan çizgiyi,
Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl
ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin
oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık,
taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını,
Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi
arasındaki alanı,
...
ifade eder."
22. 3621 sayılı Kanun"un 5. maddesinin ilgili bölümleri
şöyledir:
" ...
Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu
altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.
...."
23. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun
1007. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün
zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan
görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu
sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."
24. 3402 sayılı Kanun"un 12. maddesinin Anayasa Mahkemesinin
12/5/2011 tarihli ve E.2009/31, K.2011/77 sayılı kararıyla iptal edilen üçüncü
fıkrasının ikinci cümlesini de içeren hâlinin ilk üç fıkrası şöyledir:
"30 günlük ilan süresi geçtikten sonra,
dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler
kesinleşir.
Kadastro
müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin
kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek
suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.
Bu
tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların
kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki
hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet
veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın
uygulanır."
25. 3402 sayılı Kanun"un Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarihli
ve E.2009/31, K.2011/77 sayılı kararıyla iptal edilen geçici 10. maddesi
şöyledir:
"Bu
Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü,
Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce
açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır."
26. Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarihli ve E. 2009/31, K.
2011/77 sayılı kararı şöyledir:
"A- 5841 sayılı Kanun"un 2. maddesi ile
21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12. Maddesinin Üçüncü
Fıkrasına Eklenen "Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya
diğer kamu tüzel kişileri dâhil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır"
Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, dava konusu kuralın
uygulanması halinde devletin hüküm ve tasarrufunda olan kıyıların ve ormanların
hak düşürücü süre nedeniyle tapu iptali davası açılamaması sonucunda özel
mülkiyet konusu olacağı, ayrıca dava konusu kural ile devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan alanlara ilişkin düzenleme içeren diğer yasa
kuralları arasında uyumsuzluk doğması nedeniyle hukuk kurallarının birbiriyle
uyumlu olmasını ve aralarında çelişki bulunmamasını gerektiren hukuk devleti
ilkesine ters düştüğü belirtilerek kuralın Anayasa"nın 2., 43. ve169.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralı da içeren Kadastro
Kanunu"nun 12. maddesi, kadastro tutanaklarının kesinleşmesini ve kesinleşen
tutanaklar aleyhine açılacak davalarda hak düşürücü süreyi düzenlemektedir.
Anılan maddenin üçüncü fıkrasında, kadastro tutanaklarının kesinleşmesinden
itibaren on yıl geçtikten sonra, bu tutanaklarda yer alan haklara,
sınırlandırma ve tespitlere ilişkin olarak kadastrodan önceki hukuki sebeplere
dayanılarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağı kurala bağlanmıştır. Bu
fıkraya eklenen dava konusu kuralda ise kadastro tutanakları aleyhine açılacak
davalara ilişkin hak düşürücü sürenin iddia ve taşınmazın niteliğine ya da
tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanacağı öngörülmektedir.
Kuralda herhangi bir ayırım yapılmamakla
birlikte Yargıtay içtihatlarında kuralın devletin hüküm ve tasarrufunda olan ve
bu nedenle özel mülkiyete konu olamayan kıyılar ve ormanlar gibi alanlar
bakımından uygulanamayacağı belirtilmiştir. Bunun sonucu olarak, kadastro
tutanaklarının kesinleşmesinden sonra on yıldan daha uzun bir süre geçmiş olsa
bile devletin hüküm ve tasarrufunda olan kıyı ve orman gibi alanların yanlış
tespit ile özel mülk olarak kaydedildiğinin ortaya çıkması halinde, dava
açılarak bu alanlara ilişkin tapuların iptal edilmesi mümkün hale gelmiştir.
Yasa koyucunun bu uygulamanın Türk Medeni Kanununda öngörülen tapuya güven
ilkesini zedelediği ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 numaralı
Protokolünün 1. maddesine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle dava konusu kuralı
maddeye eklediği anlaşılmaktadır.
Anayasa"nın 43. maddesinde "Kıyılar, Devletin
hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve
göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu
yararı gözetilir. Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre
derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla
düzenlenir."; 169. maddesinin ikinci fıkrasında ise "Devlet ormanlarının
mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve
işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında
irtifak hakkına konu olamaz." kuralı yer almaktadır.
Dava konusu kuralın uygulanması halinde kıyı
ya da orman niteliğinde olduğu belirlenen alanlar kadastro işlemleri sırasında
özel mülk olarak tespiti yapılmış ve kadastro işlemlerinin kesinleşmesinden
itibaren on yıldan daha fazla bir süre geçmiş ise bu alanlara ilişkin olarak
kamu idaresi tarafından tapu iptali davası açılması olanağı ortadan kalkacaktır.
Bunun sonucunda tapu kayıtları kesinlik kazanacak ve özel mülkiyete ilişkin
tapular geçerli kabul edilecektir. Böylece dava konusu kuralın uygulanması ile
kıyı ya da orman alanına dâhil olan bir taşınmaz üzerinde özel mülkiyet mümkün
hale gelecektir.
Anayasa"nın 43. ve 169. maddelerinde temel bir
değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanması
hakkını güvence altına almak amacıyla kıyıların ve ormanların devletin hüküm ve
tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet
yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda
özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir.
Ancak, hukuk devletinin en temel unsurlarından
birisi olan hukuki güvenlik ilkesi bireyleri keyfi yönetimlere ve hukuki sürprizlere
karşı korumak ve bireylerin ileride başlarına gelebilecekleri öngörebilmesi ve
hareketlerini buna göre ayarlayabilmesi amacıyla hukuk kurallarının açık,
anlaşılabilir ve öngörülebilir olmasını gerektirir. Hukuki güvenlik ilkesini
eşya hukuku alanında somutlaştıran kurum tapuya güven ilkesidir. Tapu sicilinin
temel işlevi bir taşınmazla ilgili tüm hakların bu sicile kaydedilerek herkese
karşı ileri sürülebilmesi ve sicile kayıtlı olmayan hakların da iyi niyetli
üçüncü kişilere karşı ileri sürülememesidir. Bu aynı zamanda mülkiyet hakkının
sağladığı güvencenin de bir sonucudur.
Anayasa"nın 35. maddesi ise kişi özgürlüğü ile
yakından ilişkili olan mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Ancak
mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilir
ve bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması gerekir. Nitekim Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi hem kıyılar hem de ormanlarla ilgili kararlarında kadastro
tespiti ya da satın alma yoluyla tapulu taşınmazları edinen kişilerin tapularının,
kıyı kenar çizgisi ya da orman alanı içinde kaldığı gerekçesiyle ve herhangi
bir tazminat ödenmeksizin iptal edilmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek
1. protokolün 1. maddesinin ihlali olarak nitelendirmiştir. AİHM bu
kararlarında çevrenin korunmasına ilişkin kamu yararı ile bireyin mülkiyet
hakkının korunması arasında makul bir dengenin bulunması gerektiğini
belirterek, karşılığı ödenmeksizin mülkiyet hakkına müdahale edilemeyeceği
sonucuna ulaşmıştır.
Kıyıların ya da ormanların korunması amacıyla
mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin
tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve yasa koyucunun buna uygun çözüm
yolları bulması gerekeceği açıktır.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa"nın 43. ve
169. maddelerine aykırıdır; iptali gerekir.
B- 5841 sayılı Kanun"un 3. maddesi ile
21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu"na Eklenen Geçici 10. maddenin
İncelenmesi
Dava dilekçesi ve başvuru kararlarında dava
konusu kuralın aleyhe bir hüküm olduğu ve kazanılmış hakları ihlal ettiği
belirtilerek Anayasa"nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
Dava ve itiraz konusu kural, Kadastro
Kanunu"nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen hükmün devletin hüküm ve tasarrufu
altında olduğu iddiası ile kanunun yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz
kesin hükme bağlanmamış davalarda da uygulanmasını öngörmektedir.
Kadastro Kanunu"nun 12. maddesinin üçüncü
fıkrasına eklenen kuralın yukarıda yapılan incelenmesi neticesinde Anayasa"ya
aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığından aynı gerekçelerle kural, Anayasa"nın
43.ve 169. maddelerine aykırıdır; iptali gerekir.
"
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hem kıyılar hem de
ormanlarla ilgili kararlarında, kadastro tespiti ya da satın alma yoluyla
tapulu taşınmazları edinen kişilerin tapularının kıyı kenar çizgisi ya da orman
alanı içinde kaldığı gerekçesiyle ve herhangi bir tazminat ödenmeksizin iptal
edilmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"ne (AİHS/Sözleşme) ek 1 No.lu
Protokol"ün 1. maddesinin ihlali olarak nitelendirmiştir. AİHM bu kararlarında
çevrenin korunmasına ilişkin kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkının
korunması arasında makul bir dengenin bulunması gerektiğini belirterek
karşılığı ödenmeksizin mülkiyet hakkına müdahale edilemeyeceği sonucuna
ulaşmıştır (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/10/2005, § 41).
28. AİHM, bir başvurucunun tazminat ödenmeksizin taşınmazının
elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin
olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Kasım 2009 tarihinde daha önceki
içtihadında değişikliğe gittiğini, AİHM"in bu
konudaki içtihatlarına dayanarak tapu sicilindeki yanlış kayıtlardan
kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş ya da kısıtlanmış olanların
tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti sorumlu tutabileceğine
hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin kullanılma şekli,
niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal değerlerin dikkate
alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat çektiğini, bu başvuru
yolunun düzenli olarak kullanılmakta olduğunu, ulusal mahkemelerin AİHM"in içtihatlarını ve AİHS"e
ek 1 No.lu Protokol"ün 1. maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini
uyguladıklarını, başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın
kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini
belirterek iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul
edilemez olduğuna hükmetmiştir (Altunay/Türkiye (k.k.),
B. No: 42936/07, 17/4/2012, §§ 36-38).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 14/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu, öncelikle kıyı kenar çizgisinin tespitinin hatalı
olduğunu ve usulüne uygun olarak tespit edilmediğini ileri sürmüştür.
Başvurucuya göre eski haritalarda gözüken, taşınmazın önündeki yol zamanla
kumla kaplanmış olup kıyı vasfını haiz olmadığı hâlde bilirkişiler tarafından
hatalı olarak kıyı sınırları içinde kabul edilmiştir. Başvurucu, mevzuata uygun
olarak edindiği taşınmazın tapusunun iptalinin hukuka aykırı olduğunu
belirtmiştir. Başvurucu, sadece yargılama giderleri yönünden temyiz konusu
edilen hükmün, daha önce kesinleşen hususlar yönünden de bozulması neticesinde
tapusunun iptal edilmiş olmasının kazanılmış haklarını zedelediğini
savunmuştur. Başvurucu sonuç olarak kamulaştırma yapılmaksızın ve tazminat
ödenmeksizin tapulu taşınmazının mülkiyetinin idareye geçirilmesinin mülkiyet
hakkını ihlal ettiğini ifade etmiştir.
2. Değerlendirme
31. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa"nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı
35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Kıyı kenar çizgisinin yanlış tespit
edildiğine ilişkin iddia ile hükmün kesinleşen bölümü hakkında yeniden hüküm
kurulmak suretiyle kazanılmış hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetin esas
olarak mülkiyet hakkının kaybına yönelik olması nedeniyle mülkiyet hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.
33. Anayasa"nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip
olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği,
mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir
(AYM, E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).
34. Olayda, başvurucunun maliki bulunduğu taşınmazın 73,45 m²ye
isabet eden bölümünün tapusu iptal edilerek bu kısmın Hazine adına tesciline
karar verilmiştir. Tapulu taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi mülkiyet
hakkına müdahale teşkil etmekte olup mülkten yoksun bırakma niteliğindedir.
35. Mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabilir. Ancak bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması
gerekir. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla
mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının
mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları
bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
36. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin
çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa"nın 43.
maddesinde, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek
bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin
geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir
(AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
37. Başvurucu, sadece yargılama giderleri yönünden temyiz konusu
edilen hükmün, daha önce kesinleşen hususlar yönünden de bozulması sonucu
tapusunun iptal edilmesinin kazanılmış haklarını zedelediği ileri sürülmüştür.
Mahkemece davanın kabulü ile taşınmazın kısmen idare adına tescili yolunda
kurulan hükmün, Daire tarafından 5841 sayılı Kanun"la 3402 sayılı Kanun"da
yapılan değişiklikler gözetilerek bozulması üzerine dava, Mahkemenin 20/4/2010
tarihli kararıyla süre aşımı yönünden reddedilmiştir. Mahkeme ayrıca davacı
idare aleyhine 1.000 TL vekâlet ücretine hükmetmiş ve yargılama giderlerinin
davacı idare üzerinde bırakılmasına karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine
Daire 23/9/2010 tarihli kararıyla davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin
hüküm fıkrasına yönelik temyiz istemini reddetmiş, idare aleyhine vekâlet
ücretine hükmedilmesine ve yargılama giderlerinin idare üzerinde bırakılmasına
ilişkin hüküm fıkrasını ise bozmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme 24/3/2011
tarihli kararıyla, davanın esasına ilişkin yeni bir hüküm kurmaksızın vekâlet
ücreti dâhil toplam 6.167,60 TL yargılama giderinin başvurucudan alınarak
davacı idareye verilmesine hükmetmiştir. Dolayısıyla davanın süre aşımı
nedeniyle reddine ilişkin hüküm fıkrasının Dairenin 23/9/2010 tarihli onama
kararı üzerine kesinleştiği anlaşılmıştır.
38. Bununla birlikte Mahkemenin 24/3/2011 tarihli kararı
yalnızca yargılama giderlerine ilişkin olmasına ve buna bağlı olarak da
temyizin konusu sadece yargılama giderlerinden ibaret bulunmasına rağmen
Dairece 16/2/2012 tarihli kararla -Anayasa Mahkemesinin iptal kararı dikkate
alınarak- daha önce kesinleşen, davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin
hüküm fıkrası da bozulmuştur. Daire, daha önceki bozma kararının dayanağının,
Anayasa Mahkemesinin iptal kararıyla ortadan kalktığını ve Hazinenin kararı
temyiz etmemiş olmasının kazanılmış hak yaratmayacağını ifade etmiştir.
39. Anayasa Mahkemesinin yukarıda atıfta bulunulan 12/5/2011
tarihli ve E.2009/31, K.2011/77 sayılı kararında da vurgulandığı üzere
Anayasa"nın 43. maddesi uyarınca devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
kıyıların özel mülkiyete konu edilmesinin yasaklanmış olması nedeniyle belli
bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı
değildir (bkz. § 26). Dolayısıyla başvurucuya ait taşınmazın kıyı kenar
çizgisinin içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptali istemiyle açılan
davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmiş olması başvurucuya, kıyı sınırları
içinde kaldığı tespit edilen bir taşınmazı mülk edinme hakkı vermez. Bu
itibarla başvurucunun taşınmazının Hazine adına tescili suretiyle mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna
ulaşılmaktadır.
40. Öte yandan kıyıların korunması amacıyla mülkiyet hakkına
müdahale edilmesinde kamu yararı bulunduğu tartışmasızdır (AYM, E.2009/31,
K.2011/77, 12/5/2011).
41. Başvurucu, kıyı kenar çizgisinin hatalı tespit edildiğini
ileri sürmüştür. Başvurucu, bu iddiayı yargılama sırasında da dile getirmiştir.
Kıyı kenar çizgisinin tespiti ve taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde kalıp
kalmadığı hususu, maddi bir olgu olarak davaya bakan derece mahkemelerinin
yetkisi ve takdirindedir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında
derece mahkemelerinin maddi olay ve olgular ile delillerin değerlendirilmesi
hususundaki takdirini denetlemesi kural olarak mümkün değildir. Ancak derece
mahkemelerinin bu husustaki değerlendirmelerinin bariz takdir hatası veya açık
bir keyfîlik içermesi, bunun hak ve özgürlüklere
müdahale teşkil etmesi hâlinde Anayasa Mahkemesinin denetim hakkı saklıdır (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013,
§ 42).
42. Olayda Mahkemece keşif yapılmış ve üç jeoloji mühendisi, bir
inşaat mühendisi ve bir de inşaat fen memurundan oluşan bilirkişi heyetinin
bilimsel görüşüne başvurulmuştur. Mahkeme, sonuç olarak bilirkişilerce
açıklanan bilimsel görüşe itibar edilerek taşınmazın 73,45 m²lik kısmının kıyı
kenar çizgisinin içerisinde kaldığı kanaatine ulaşmıştır. Daire de Mahkemenin
ulaştığı kanaati usule ve hukuka uygun bulmuştur.
43. Tüm bu hususlar birlikte dikkate alındığında Mahkemece
delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında açık ve bariz bir takdir
hatasının bulunmadığı ve yargılama sonucunda taşınmazın 73,45 m²lik kısmının
kıyı kenar çizgisinin içinde kaldığı yolunda varılan kanaatin keyfîlik içermediği sonucuna ulaşılmaktadır. Mahkemenin söz
konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı yolundaki kabulünün aksini
düşünmeyi gerektirecek başkaca bir neden de bulunmamaktadır.
44. Başvurucunun kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı anlaşılan
tapulu taşınmazı Hazine adına tespit ve tescil edilmek suretiyle mülkiyet
hakkına yapılan müdahale, kanuna uygun ve meşru bir amaç taşımakta ise de
taşınmazın bedelinin ödenmemesi başvurucuya ağır ve katlanılamaz bir külfet
yüklemektedir. Kıyıların korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucunun
mülkiyet hakkı arasında makul denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya
başvurucunu zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir.
45. Bununla birlikte 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 45. maddesinin
(2) numaralı fıkrası uyarınca müdahaleyle başvuruculara yüklenen külfetin
telafisine yönelik olarak varsa kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir.
46. 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi tapu sicilinin
tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu, zararın
doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm altına
almıştır. Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına
dayanarak 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun
kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden
de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye
Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41-42;
Hatice Avcı ve diğerleri, B. No:
2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76). Buna göre tapu ve kadastro işlemleri nedeniyle
zarar görenler, 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi gereğince zararlarının
tazmini için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu"nun 146. maddesi
gereğince on yıllık zamanaşımı süresinde Hazine aleyhine adli yargıda dava
açabilirler (Nazmiye Akman, §
27).
47. Somut olayda başvurucunun 4721 sayılı Kanun’un 1007.
maddesine dayanarak tazminat davası açtığına dair herhangi bir bilgi veya
belgenin bireysel başvuru dosyasına sunulmadığı görülmektedir. Bu anlamda adil
dengenin sağlanmasında etkili olduğu tespit edilen yargısal yollara
başvurulmadığından başvuru yollarının usulünce tüketildiği söylenemez.
48. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları
tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
49. Başvurucu, yargılamanın on iki yıl sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
51. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 50, 52).
52. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
53. Anılan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin benzer
başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda 11 yıl 7 aydır
devam eden yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
54. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. Diğer İddialar
55. Başvurucu aynı bölgede bulunan ve aynı niteliği haiz olan
taşınmazlardan sadece kendisine ait olana ilişkin olarak tapu iptali ve tescili
davasının açılmasının eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiğini ileri
sürmüştür. Ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisi
ile benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan
muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli
olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim ve benzeri
ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekmekte olup
somut olayda ise başvurucunun bu yöndeki iddialarını temellendirecek somut
bulgu ve kanıtlar ortaya koyamadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle eşitlik ilkesi
yönünden herhangi bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
D. 6216 Sayılı Kanun"un
50. Maddesi Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
57. Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle 2.000.000 TL
maddi; makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle de 50.000 TL maddi ve
50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
58. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası
yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verildiğinden buna yönelik tazminat isteminin reddi gerekir.
59. Başvuruda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
60. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali
nedeniyle -yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında- başvurucuya net 16.800 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun diğer iddialarının incelenmesine GEREK
OLMADIĞINA,
D. Başvurucuya net 16.800 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE;
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk
Mahkemesine (E.2012/623) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
14/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.