
Esas No: 2013/1436
Karar No: 2013/1436
Karar Tarihi: 6/3/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
CELALETTİN AŞÇIOĞLU BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/1436) |
|
Karar Tarihi: 6/3/2014 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Serruh KALELİ |
Üyeler |
: |
Burhan
ÜSTÜN |
|
|
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal
TERCAN |
Raportör |
: |
Selami
ER |
Başvurucu |
: |
Celalettin
AŞÇIOĞLU |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, maliki olduğu
taşınmazın İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (İZSU) tarafından
kanal haline dönüştürülmesi üzerine oluşan zararın tahsil edilmesi talebiyle
açtığı davada, davanın taraflarının talebi olmadan kamulaştırmasız el atma
şeklinde ele alınması ve tarımsal net gelir yöntemi esas alınarak daha düşük
tazminat belirlenmesi ile taşınmazın yol olarak
terkinine karar verilmesi sonucu adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal
edildiğini ileri sürerek el atılan taşınmazının iadesi ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 12/2/2013
tarihinde Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe
ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel
bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 29/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Birinci Bölümün 17/9/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için 24/9/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 14/11/2013
tarihli görüş yazısı 9/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 19/12/2013 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
ilgili dava dosyasında yer alan olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun maliki olduğu
İzmir ili Seferihisar ilçesi sınırları içerisinde bulunan 5.207 m2
tarla vasıflı taşınmazın tarladan daha düşük kotlu ve kışın su birikmesine
sebep olan tarla yolu niteliğindeki bölümü, 2009 yılının Ekim ayında İZSU Genel
Müdürlüğünce ıslah çalışmaları sırasında dere yatağı kabul edilerek 1,5-2 metre
genişliğinde şerit halinde herhangi bir ölçüm yapılmadan 2 metre derinlikte
oyulmuş ve 229,01 m2’lik bölümü kanala dönüştürülmüştür.
8. Başvurucu, 22/10/2009 tarihli dilekçesiyle İZSU Genel Müdürlüğüne
(idare) başvurmuş ve yapılan yanlışlığın giderilmesi, tarla yolunun
doldurularak eski seviyesine getirilmesi, tarlaya giriş yolunun açılması ve
tarlasından alınan değerli toprağın iadesi talebinde bulunmuştur.
9. Taşınmazın eski haline
dönüştürülmesi talebinden sonra, İZSU Genel Müdürlüğü verimli toprak yerine
açılan kanalı 0,5 metre yeşil kaya dolgu malzemesiyle doldurmuştur.
10. Bunun üzerine başvurucu,
Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesine başvurarak zararının tespit edilmesi
talebinde bulunmuş, Mahkemece 25/3/2010 tarihinde
keşif yapılmış, 2010/31 değişik iş sayılı kararla, 12/4/2010 tarihli bilirkişi
raporuna istinaden taşınmazın eski haline getirilerek yeniden tarıma elverişli
arazi olarak kullanılabilmesi için toplam 13.551,65 TL tutarında imalat ve
nakliye yapılması gerektiği belirtilmiştir.
11. Başvurucu, İZSU Genel
Müdürlüğünün kusurlu ve haksız eylemi nedeniyle oluşan zararın karşılanmaması
üzerine 3/6/2010 tarihinde Seferihisar Asliye Hukuk
Mahkemesi nezdinde fazlaya dair haklarını saklı tutarak, 13.500,00 TL tazminat
talebiyle dava açmıştır. Davalı idare kendilerinin taşınmaza zarar vermediğini
aşırı yağışlar nedeniyle dere taşması sonucu zarar meydana geldiğini ve yine
aşırı yağışlar nedeniyle doldurma işlemi yapılamadığından zararın
giderilemediğini belirtmiş, doğal afet nedeniyle meydana gelmiş felaketten
idarenin sorumlu tutulamayacağını dile getirerek davanın reddini talep
etmiştir.
12. Mahkeme tarafından 13/1/2011 tarihinde taşınmazın bulunduğu yerde
bilirkişilerle birlikte keşif yapılmış, Mahkemeye sunulan 28/1/2011 tarihli
bilirkişi raporu ile dava konusu taşınmaza dere ıslah çalışması kapsamında
kamulaştırmasız el atıldığı ve el atma bedelinin 5.141,27 TL olduğu tespit
edilmiştir.
13. Tarafların itirazı üzerine
Mahkemece ek bilirkişi raporu hazırlatılmak amacıyla 11/5/2011
tarihinde taşınmazın bulunduğu yerde bilirkişiler eşliğinde ikinci keşif
yapılmış, 9/6/2011 tarihli bilirkişi raporuyla dava konusu taşınmaza dere ıslah
çalışması kapsamında kamulaştırmasız el atıldığı ve el atılan 229,01 m2’lik
alanın değerinin tarımsal net gelir hesap yöntemiyle 7.495,50 TL olduğu tespit
edilmiştir.
14. 21/6/2011 tarihli duruşmada taraflara
bilirkişi raporuna itirazlarını sunmak üzere 20 günlük süre verilmiş ve
taraflar itirazlarını Mahkemeye sunmuşlardır.
15. 26/7/2011 tarihli duruşmada ise
haksız fiil esaslarına göre zararın tespiti için yeni bir bilirkişi incelemesi
istenmiş ve 19/8/2011 tarihli bilirkişi raporuyla başvurucuya ait taşınmazın
yeniden tarıma elverişli arazi olarak kullanılabilmesi için dava tarihi
itibariyle yapılması gereken imalat ve nakliye maliyetinin 13.551,65 TL olduğu
tespit edilmiştir. Taraflara bu rapora karşı da itirazlarını Mahkemeye
sunmaları için 11/10/2011 tarihli duruşmada iki hafta
süre verilmiş ve taraflar itirazlarını mahkemeye sunmuşlardır.
16. Mahkeme, 1/11/2011
tarih ve E.2010/139, K.2011/259 sayılı kararıyla davaya konu taşınmazın bir
bölümünü çevreleyen yolun, kadastro çalışmasında İrimi Çayı ve yol olarak
yazıldığını, paftada yol olarak göründüğünü, kuru havalarda yol olarak
kullanıldığını, ancak yağışlı havalarda su ile dolduğunu ve taşkına neden
olduğunu, idare dere ıslahı çalışması yaparken başvurucuya ait taşınmazın bir
bölümünün de alındığını ve kamulaştırmasız el atmanın gerçekleştiğini tespit
ederek bilirkişi raporu doğrultusunda kamulaştırmasız el atma prensibine göre
tarımsal net gelir yöntemini esas alarak başvurucuya 7.495, 50 TL tazminatın
dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine
hükmetmiştir.
17. Başvurucu, ilk derece
mahkemesinin kararını, haksız fiil hükümlerine göre hesaplama yapmak yerine
tarımsal net gelir usulü ile hesaplanan değer üzerinden hüküm kurulmasının
hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle; davalı idare ise, davanın haksız fiil
nedeniyle tazminat davası olduğunun dikkate alınmadığı ve zararla idarenin
yaptığı çalışma arasında illiyet bağı olmadığı, dolayısıyla haksız fiil
sebebiyle ödenmesi gereken tazminat şartlarının oluşup oluşmadığı
araştırılmadan kamulaştırmasız el atma yönünden hüküm kurulmasının hukuka
aykırı olduğu gerekçesiyle temyiz etmiştir.
18. Temyiz talebini inceleyen
Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 13/6/2012 tarih ve
E.2012/4383, K.2012/12659 sayılı kararıyla, eski hale getirme bedeli taşınmazın
değerinden fazla belirlendiğinden taşınmazın bedelinin tahsiline karar
verilmesinde bir isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle, “el atılarak yol haline dönüştürülen 229,01 m2’lik
taşınmaz bölümünün yol olarak terkinine” cümlesinin eklenerek ilk
derece mahkemesi hükmünün düzeltilerek onanmasına karar vermiştir.
19. Yargıtay’ın aynı Dairesince
incelenen karar düzeltme talebi de, 29/11/2012 tarih
ve E.2012/18214, K.2012/24560 sayılı kararla reddedilmiştir. Karar aynı tarihte
kesinleşmiştir.
20. Kesinleşen karar başvurucuya
18/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
21. 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu’na 18/6/2010 tarih ve 5999 sayılı Kanunla ilave edilen
geçici 6. maddenin 24/5/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle
değişmeden önceki birinci ve altıncı fıkraları şöyledir:
“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması
hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile
4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına
ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya
kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle
malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından
ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma
yoluna gidilmesi esastır.
…
İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde,
uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya
davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik
tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el
konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki
değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve
taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat
ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların
hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.”
22. 13/2/2011 tarih ve 6111 sayılı Bazı
Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun’un iptal edilen geçici 2. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983
tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı
maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma
işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma
işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme
kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6 ncı
maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç
olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır.”
23. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu’nun “Kaydedilmeyecek
taşınmazlar” kenar başlıklı 999. maddesi şöyledir:
“Özel mülkiyete tabi olmayan ve kamunun yararlanmasına
ayrılan taşınmazlar, bunlara ilişkin tescili gerekli bir ayni hakkın kurulması
söz konusu olmadıkça kütüğe kaydolunmaz. Tapuya
kayıtlı bir taşınmaz, kayda tabi olmayan bir taşınmaza dönüşürse, tapu
sicilinden çıkarılır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 6/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
12/2/2013 tarih ve 2013/1436 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
25. Başvurucu, İZSU Genel
Müdürlüğünün kusurlu ve haksız eylemi nedeniyle oluşan zararın tazmini
talebiyle açtığı davada, Mahkemenin tarafların talebi olmaksızın kamulaştırmasız
el atma prensibini göz önünde bulundurmak suretiyle ve tarımsal net gelir
yöntemini esas alarak tazminata hükmettiğini, hükmün temyizi sonucu ise
Yargıtay’ın “el atılan ve yol haline
dönüştürülen 229,01 m 2’lik bölümdeki davacı payının iptali ile yol
olarak terkinine” cümlesini ekleyerek ilk derece mahkemesi hükmünü
düzelterek onadığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin ortadan kaldırılarak terkin edilen payın
kendisine iadesi ile zararına karşılık olarak 13.444,65 TL maddi tazminat
taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
26. Başvurucu, İZSU Genel
Müdürlüğünün kusurlu ve haksız eylemi nedeniyle oluşan zararın tazmini
talebiyle açtığı davada, Mahkemenin tarafların talebi olmaksızın
kamulaştırmasız el atma prensibini göz önünde bulundurmak suretiyle ve tarımsal
net gelir yöntemini esas alarak tazminata hükmetmesinin adil olmadığını,
mahkemenin hatalı karar verdiğini ve sonuçta sahibi olduğu mülkiyetin
kendisinden alınarak haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
27. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında delillerin kabul edilmesi ve değerlendirilmesinin öncelikle yerel
mahkemelerin görevi olduğunu, yerel mahkemelerce olguların ve hukukun
değerlendirilmesinde haklar ve özgürlükler ihlal edilmedikçe Anayasa
Mahkemesi’nin yerel mahkemelerin maddi ve hukuki hatalarını denetlemekle
yükümlü olmadığını, somut başvuruda başvurucunun Asliye Hukuk Mahkemesi önünde
başvuruya konu şikâyetlerini dile getirdiğini, mahkemenin bilirkişi raporlarını
incelemek üzere kendisine süre verdiğini, mahkemenin başvurucunun itirazı
üzerine ek bilirkişi raporu aldırdığını, başvurucunun şikâyetlerini usulüne
uygun şekilde değerlendirerek keyfilikten uzak ve usulüne uygun karar verdiğini
dile getirmiştir.
28. Başvurucu Adalet Bakanlığı
görüş yazısına karşı beyanlarında el atılan arazinin denize 1000 metre
yakınlıkta olduğunu, belirlenen değerden daha iyi bir değere sahip olduğunu,
kendisinin ve idarenin kamulaştırma talebi olmadığını, Mahkemenin tarafların
talep etmedikleri bir şekilde karar vermesinin keyfi olduğunu belirtmiştir.
29. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
30. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Taraflarca
getirilme ilkesi” kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan
birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları
hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.
(2) Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim,
kendiliğinden delil toplayamaz.
31. 6100 sayılı Kanun’un “Hukukun uygulanması” kenar başlıklı 33.
maddesi şöyledir:
“Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.”
32. Başvurucu, davanın haksız
fiil yerine kamulaştırmasız el atma prensiplerine göre ele alınmasının ve
bedelin düşük tespit edilmesinin hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkını ihlal
ettiğini ileri sürmüştür. Başvurunun özünün derece mahkemelerince dava konusu
uyuşmazlığın hukuki nitelendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığı
iddiasına yönelik olduğu ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin
olduğu anlaşıldığından bahsedilen şikâyet adil yargılanma hakkı kapsamında
değerlendirilecek, kamulaştırmasız el atma nedeniyle Mülkiyet hakkı ihlali
iddiası ayrıca incelenecektir.
33. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı
fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir.
34. Bir anayasal hakkın ihlali
iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden
incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve
Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu
açıktır.
35. Bahsedilen kurallar uyarınca,
derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış olayların sübutu, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe derece
mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar da bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
takdirinde açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire
müdahalesi söz konusu olamaz. (B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26,)
36. Başvurucunun, idarenin
haksız fiili nedeniyle verdiği zararın giderilmesi (eski hale getirme) amacıyla
açtığı tazminat davası, mahkemece yapılan keşifler, alınan bilirkişi raporları,
tanıkların beyanı, ilgili belgelerin incelenmesi sonucunda; başvurucuya
taşınmazın bir kenarını çevreleyen kayıtlarda dere ve yol olarak görünen alanda
su birikintisini önlemek amacıyla ıslah çalışması yapıldığı ve bu çalışma
sırasında başvurucuya ait taşınmaza şerit halinde 1,5-2 metre olmak üzere
toplam 229,01 m2 el atıldığı; ayrıca idarenin dere yatağı olarak
kabul ettiği ıslah çalışmasına konu alanda su birikintisi olduğunu, kış
mevsiminde tamamıyla su ile dolduğunu, yaz mevsiminde ise bu alanın yol olarak
kullanıldığı tespit edilerek el atma işleminde kamu yararı olduğu tespit
edilerek dava kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası olarak görülmüştür.
37. Ayrıca Mahkeme, yargılama
boyunca gerekli araştırmayı yapmış, mahallinde iki defa keşif yapmış, iki
bilirkişi raporu almış, ayrıca başvurucunun talebi üzerine taşınmazı eski
haline döndürme bedelinin tespiti için ek bilirkişi raporu almış ve başvurucuya
her aşamada itirazlarını sunma fırsatı vererek bu itirazları değerlendirmiştir.
Sonuç olarak Mahkeme, usulüne uygun bir yargılama yaparak kararını vermiştir.
38. Temyiz aşamasında eski hale
getirme bedelinin taşınmazın değerinden fazla olarak tespit edilmesi nedeniyle
taşınmazın bedelinin tahsil edilmesine karar verilmesinde isabetsizlik
olmadığı, ayrıca dava konusu taşınmazın bir bölümüne idarece dere ıslahı
yapılması zaruri olan bir alanda yapılan çalışma sonucu el atıldığı, el atılan
kısmın yol haline dönüştürülmesi nedeniyle Türk Medeni Kanunu’nun 999. maddesi
uyarınca özel mülkiyet konusu olamayacağı gerekçesiyle tapudan terkin
edilmesine ve derece mahkemesi kararının düzeltilerek onamasına karar
verilmiştir.
39. 6100 sayılı Kanun’un 25.
maddesinde yer alan taraflarca getirilme ilkesi gereği hâkim iki taraftan
birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları
hatırlatabilecek davranışlarda bulunamaz. Kanunla belirtilen durumlar dışında,
hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. Bu ilkenin anlamı, hükme esas teşkil
edecek vakıaların ve delillerin oluşturduğu dava malzemesinin toplanması
yetkisinin hâkime değil, taraflara ait olduğudur. Bu ilke uyarınca hâkim,
taraflarca getirilen dava malzemesini, “getirildikleri şekilde” hükme esas
almakla yükümlüdür. Somut bireysel başvuru konusu yapılan olayda da Asliye
Hukuk Mahkemesi tarafların getirdiği delillerle bağlı olarak kararını
vermiştir.
40. Yukarıda bahsedilen
taraflarca getirilme ilkesi gereği hâkimin tarafların getirmediği olayları
dikkate alamayacağı açık olmakla birlikte 6100 sayılı Kanun’un 33. maddesi
gereği mevcut dava malzemesini inceleyerek uyuşmazlık konusunda karar vermek,
yani hukukun uygulanması ve yorumlanması hâkimin resen gözeteceği bir husustur.
Bu kapsamda dava konusu uyuşmazlığın hukuki nitelemesi ve yorumlanmasıyla buna
getirilen çözüm hâkimin takdir yetkisi içindedir. Derece mahkemelerinin
uyuşmazlık konusunun hukuki nitelemesinde ve yorumlamasında açıkça keyfilik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz.
41. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun davanın nitelemesiyle ilgili iddiasının kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz bir
şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun hak arama
hürriyetiyle ilgili şikâyetinin diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkı Yönünden
42. Başvurucunun Anayasada yer
alan kamulaştırma usulü yerine kamulaştırmasız el atmak suretiyle mülkünden
yoksun bırakılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden İnceleme
43. Başvurucu, idarenin kusurlu
ve haksız eylemi nedeniyle oluşan zararın tazmini talebiyle açtığı davada,
Mahkemenin tarafların talebi olmaksızın kamulaştırmasız el atma prensibini göz
önünde bulundurmak suretiyle ve tarımsal net gelir yöntemini esas alarak
tazminata hükmettiğini, bu şekilde karar vermenin keyfi uygulamaların önünü
açacağını, bu yolla idarenin istediği taşınmaza tecavüz ederek ve sonrasında
kamulaştırma bedelini ödeyerek sahip olabileceğini belirterek mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
44. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında taşınmazlar yönünden mülkiyet hakkına müdahalede yasal yolun
kamulaştırma işlemi yapmak olduğu, uygulamada el koyma şeklinde müdahaleler
bulunduğu, bu durumun AİHM kararlarında eleştirildiği, somut davada
kamulaştırma işlemi olmadan başvurucuya ait taşınmaza el atılmayı meşru kılan
tek unsurun bu durumun yasal olmadığını tespit eden ve tazminat ödenmesine
karar veren mahkeme kararı olduğu, bu şekilde başvurucunun mülkiyet hakkıyla
kamu yararı arasında makul dengenin kurularak hukuki güvencenin sağlandığı
belirtilerek başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin şikâyeti incelenirken bu
hususların dikkate sunulduğu yönünde beyanda bulunulmuştur
45. Başvurucu Adalet Bakanlığı
görüş yazısına karşı beyanlarında el atılan arazinin denize 1000 metre
yakınlıkta olduğunu, kamulaştırılmasını istemediğini, kendisinin ve idarenin
kamulaştırma talebi olmadığını, Mahkemenin tarafların talep etmedikleri bir
şekilde karar vermesinin keyfi olduğunu belirtmiştir.
46. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı”
kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz.”
47. Anayasa"nın “Kamulaştırma”
kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:
“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği
hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan
taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve
usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya
yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli
nakden ve peşin olarak ödenir. … Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu
hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit
olarak ödenir.
…
48. Sözleşmeye Ek (1) No.lu
Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı
sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
49. Başvurucunun tarla olarak
kullandığı taşınmazı çevreleyen dere yatağı ve tarla yolu üzerinde yapılan
ıslah çalışması sırasında başvurucuya ait taşınmaza tecavüz edilmesi ve
sonrasında mahkemenin davayı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası
olarak ele almasıyla yargılama sonucunda el atılan taşınmaz bölümünün mülkiyeti
başvurucudan alınarak yola dönüştürülmüştür. Bu durumda başvurucunun mülkiyet
hakkına bir müdahale olduğu açıksa da bu müdahalenin başvurucunun mülkiyet
hakkını ihlal edip etmediğinin incelenmesi gerekir.
50. Anayasa’nın 35. maddesinde
mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesi temel hak ve
hürriyetleri sınırlandırmada genel ilkeleri tespit ederken Devlet ve kamu tüzel
kişilerine özel mülkiyette bulunan taşınmazları kamulaştırma yetkisi veren ve
kamulaştırma ilkelerini belirleyen Anayasa’nın 46. maddesi mülkiyet hakkının
sınırlandırılmasına ilişkin özel hükümler içermektedir. Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, başvurucuların bahsedilen talebinin
değerlendirilmesinde Anayasa’nın 35. maddesiyle birlikte 13. ve 46.
maddelerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 28).
51. Çağdaş demokrasiler, temel
hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı
rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz
hale getiren sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere
getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi,
kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi güvenceler hep demokratik toplum
düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, temel hak ve
özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik
toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla
sınırlandırılabilirler. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere
getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla
olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun,
kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir
özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak
düzeye vardırılmaması gerekir (AYM, E.2012/108, K.2013/64, K.T.22/5/2013).
52. Anayasa’nın 35. maddesinde
mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla
yapılması gerektiği hüküm altına alınırken (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi
mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve
uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM,
yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak
istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş
ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984,
§§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını
öngörerek Sözleşme’den daha geniş bir koruma
sağlamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).
53. Hak ve özgürlüklerin ve
bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu
haklara ve özgürlüklere keyfi müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini
sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir. Bununla beraber
kanunla düzenleme zorunluluğu, hakka yapılacak müdahalenin uygulanmasının kanun
çerçevesini aşmayacak şekilde tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelge gibi yürütme
organının çıkardığı ikincil düzenlemelerle yapılmasına mani değildir (B. No:
2012/1246, 6/2/2014, § 60)
54. Hukuki güvenlik ile
belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki
güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini
ifade etmektedir. (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
55. Kamulaştırma yapmaya yetkili
olan Devlet, kamu tüzel kişileri, kamu kurumları veya kamu yararı bulunması
halinde yararlarına kamulaştırma yapılabilecek gerçek ve özel hukuk kişileri
tarafından, Anayasa’nın 46. maddesi ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na
aykırı şekilde, özel mülkiyete konu taşınmazlara kısmen veya tamamen, fiilen
veya hukuken bedelsiz olarak el koyma işlemine “kamulaştırmasız el atma”
denmektedir.
56. Kamulaştırmasız el atma,
kamulaştırma ile kıyaslandığında daha az güvence sunan ve hukuki olmayan bir
yöntemdir. Şöyle ki, 2942 sayılı Kanun’a göre, kamulaştırma kararı
verilebilmesi için öncelikle taşınmazın değerinin idare tarafından tespit
ettirilmesi, uyuşmazlık halinde idarenin mahkemeye başvurarak bedel tespitini
istemesi gerekmektedir. Tespit edilen bedelin peşin olarak bankaya yatırılmasıyla
kamulaştırma kararı kesinleşmektedir. Bu nedenle bir kamu idaresi kamulaştırma
bedelini ödeyecek yeterli ödeneği olmadıkça kamulaştırma kararı alamayacaktır.
Diğer taraftan, kamulaştırmasız el atılan taşınmazlarla ilgili olarak uzlaşma
ve dava yoluna başvurma külfeti maliklere yüklenmiştir. Bu nedenle dava
harçlarını ödeme yükümlülüğü de maliklerin üzerindedir (Bkz. AYM, E.2010/83,
K.2012/169, 1/11/2012).
57. Kamulaştırmasız el atma,
idareye, taşınmazı kullanma ve kamulaştırma işlemi yapmadan taşınmazı elde etme
imkânı sağlamaktadır. Böyle bir kamulaştırma işlemi olmadığından, kullanılan
taşınmazın devrini meşrulaştırma ve belli bir hukuki güvence sağlama imkânı
sunan tek unsur, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit eden ve bireylere
“kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat” ödenmesine hükmeden mahkeme
kararıdır. Kamulaştırmasız el atma uygulaması, hukuki planda taşınmazların
maliki olarak kalan başvuranları, herhangi bir kamu yararı gerekçesi ile
eylemini haklı kılmayan idareye karşı dava açmak zorunda bırakmaktadır. Böyle
bir kamu yararı gerekçesinin gerçekliği ancak daha sonra mahkemeler tarafından
değerlendirilmektedir. Başka bir deyişle, kamulaştırmasız el atma, her ne
olursa olsun, idare tarafından isteyerek oluşturulmuş kanuna aykırı bir durumu
hukuki olarak kabul etmeye ve idareye, kanuna aykırı davranışından fayda
sağlama imkânı sunmaya yol açmaktadır. İdareye resmi kamulaştırma kurallarının
ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, kişilere öngörülemez ve keyfi
durumlarla karşılaşma tehlikesi taşımaktadır. Söz konusu uygulama, yeterli
derecede hukuki güvence temin edecek ve gerektiği şekilde gerçekleştirilen bir
kamulaştırmanın alternatifini oluşturacak nitelikte değildir (Bkz. AİHM, Sarıca
ve Dilaver/Türkiye, 11765/05, 27/5/2010, §§ 40, 43,
45).
58. Anayasa’nın 35 ve 46.
maddeleri taşınmaz mülkiyetine son verecek müdahalelerin yasal olmasını zorunlu
tutmaktadır. Bu zorunluluk hukuk devletinin gereğidir. Anayasa’nın 46. maddesi
hükmü ve 2942 sayılı Kanun gereği asıl olan kamulaştırma işlemi yapmak
suretiyle idarenin taşınmazı iktisap etmesidir. Yöntem olarak Anayasa ve
yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, dayanağını
Anayasa ve yasalardan almayan, bireylerin mülkiyet hakkına son veren bir
uygulama olan kamulaştırmasız el atma yasalara uygun bir kamulaştırma ile aynı
hukuki çerçeve içinde değerlendirilemez. İdarelere resmi kamulaştırma
kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, taşınmaz
sahipleri için öngörülemeyen ve hukuki olmayan müdahale riski taşımaktadır.
59. Başvuru dosyasında mevcut
belgeler incelendiğinde; idarenin taşınmaza 1,5-2 metre civarında ve şerit
halinde el atmasının, komşu taşınmazın tel örgüsünün yola tecavüz edecek
biçimde çekilmesi ve yeterli ölçüm yapılmaması sebebiyle başvurucuya ait
taşınmazın bir bölümünün idarece yol zannedilmesi nedeniyle, yani ihmal sonucu
meydana geldiği ve bu durumun başvurucu tarafından da kabul edildiği
anlaşılmaktadır.
60. Başvuru konusu olayda
idarenin paftada yol olarak görünen ve kadastro çalışmaları sırasında ölçü
krokisinde İrimi Çayı ve Yol olarak yazılı olan, kuru havalarda yol olarak
kullanılan, bir kısmının ise dere yatağı görünümünde olduğu tespit edilen
alanda tarım arazisi olarak kullanılan alanlara zarar verme ihtimali bulunan su
birikintisini önlemek amacıyla, yani meşru kamu yararı amacıyla dere ıslahı
çalışması yaparken başvurucuya ait 5.207 m2 alanlı taşınmazın şerit
halinde 229,01 m2 ’lik kısmına
kamulaştırmasız el atılarak verimli toprak kaybına neden olduğu, verimli
toprağın alındığı, yerine dolgu malzemesi yerleştirildiği, bu şekilde Anayasa
ve kanunlarla belirlenmiş süreçler takip edilmeden başvurucunun mülkiyetinde
bulunan taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atıldığı mahkeme kararıyla sabittir.
61. Sonuç olarak başvurucuya ait
taşınmazın bir bölümüne dere ıslah çalışması kapsamında idarenin ihmali
neticesinde kamulaştırmasız el atmasının Anayasa’nın 35. ve 46. maddeleriyle
2942 sayılı Kanun’da belirtilen usule uymayan bir müdahale olduğu ve mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin kanunilik ilkesini ihlal ettiği kanaatine
ulaşılmıştır.
62. Belirtilen nedenlerle,
başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının kanunilik ilkesine uyulmayarak ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
63. Başvurucu, dere ıslah
çalışması kapsamında kendisine ait 229,01 m2’lik taşınmaz parçasının
idarece dolgu malzemesiyle doldurularak kamulaştırmasız el atma ile mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini, kamulaştırma kararının iptal edilerek 229,01 m2’lik
taşınmaz parçasının kendisine iade edilmesini ve tarlasına verilen zararın eski
hale getirilmesi için gerekli bedelin masraflar düştükten sonra kalan kısmına
faiz işletilerek kendisine 13.444,65 TL ödenmesini talep etmiştir.
64. Adalet Bakanlığı görüşünde,
doğrudan tazminata ilişkin bir açıklama yapmamakla beraber Mahkemenin davayı
kamulaştırmasız el atma davası olarak görmesinde ve neticelendirmesinde
keyfilik olmadığı ve başvurucuya el atılan taşınmaz parçasına karşılık 2942
sayılı Kanuna göre tespit edilmiş kamulaştırma bedelinin faiziyle birlikte
ödendiği ve dolayısıyla kamu yararıyla kişi yararı arasında denge kurulduğu
yönünde değerlendirme yapılmıştır.
65. 6216 sayılı Kanun’un
“Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Başvurucuya ait taşınmaza
Anayasa ve 2942 sayılı Kanunda öngörülmeyen kamulaştırmasız el atma şeklindeki
müdahalenin mülkiyet hakkını ihlal ettiği yönünde karar verilmiştir.
67. Bunun yanında bahsedilen
müdahaleyle dere yatağının ıslah edilerek su birikmesine ve taşkınlarına engel
olmak şeklinde ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun mülkiyet hakkı
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu denge başvurucuya el
atılan taşınmaz bölümünün mahkemece tespit edilen gerçek karşılığı ödenerek
sağlanmaktadır. Mahkemelerin kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat
ödenmesine karar vermeleri kamu yararıyla kişi yararı arasında adil dengeyi
sağladığı gibi, idare tarafından kullanımın yasal olmadığını tespit ederek
belli bir hukuki güvence sağlamaktadır.
68. Başvurucu, taşınmazının daha
değerli olduğunu iddia etse de, Mahkemenin ve bedel tespiti yapan
bilirkişilerin objektif kriterleri esas alarak bedel
tespiti yapmaları gerektiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Somut davada
başvurucuya 2942 sayılı Kanun’da öngörülen bedel tespiti prensiplerine uygun
olarak el atmayla elinden alınan 229,01 m2’lik taşınmaz bölümü için
tazminat olarak tarımsal gelir yöntemine göre hesaplanan kamulaştırma bedeli
dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmiştir. Mahkeme
bedel tespitini iki defa keşif yaparak, bilirkişi raporlarına müracaat ederek
ve başvurucunun her aşamada itirazlarını sunmasına imkân vererek ve bu
itirazları dikkate alarak sonuçlandırmıştır.
69. Bu durumda başvurucuya el
atılan 229,01 m2’lik taşınmaz parçasına karşılık dava tarihine göre
belirlenen kamulaştırma bedeli dava tarihinden itibaren işleyen faiziyle ödenerek
ulaşılmak istenen kamu yararıyla başvurucunun müdahale edilen mülkiyet hakkı
arasında makul bir orantının kurulduğu, idarenin el atma işleminin ihmalden
kaynaklandığı ve kanuni olmayan el atma hakkında ihlal kararı verildiği göz
önünde bulundurulduğunda başvurucuya ayrıca tazminat ödenmesine gerek
bulunmadığı yönünde karar verilmesi gerekir.
70. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle
A.
Başvurunun
1-
Adil yargılanma hakkıyla ilgili şikâyetinin diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2- Mülkiyet
hakkıyla ilgili şikâyet yönünden KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu
tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin,
kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden
itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin
sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına,
F. Kararın
bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
06/03/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.