
Esas No: 2014/85
Karar No: 2014/85
Karar Tarihi: 3/1/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
KEMAL AKTAŞ VE SELMA IRMAK BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/85) |
|
Karar Tarihi: 3/1/2014 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Serhat ALTINKÖK |
Başvurucular |
: |
Kemal AKTAŞ |
|
|
Selma IRMAK |
Vekili |
: |
Av. Cihan AYDIN |
|
|
Av. Erhan ÜRKÜT |
|
|
Av. Meral Danış BEŞTAŞ |
|
|
Av. Tahir ELÇİ |
|
|
Av. Nahit EREN |
|
|
Av. Semire NERGİZ |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1.
Başvurucular, tutuklanmalarını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi
olmadığı halde tutuklandıklarını, yerel mahkemelerin “klişe gerekçelerle”
tahliye taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını,
milletvekili seçildikten sonra tutuklu bulundurulmalarının siyasi faaliyette
bulunma hakkına yönelik ağır bir müdahale olduğunu, emsal nitelikteki Anayasa
Mahkemesi kararının kendileri hakkında uygulanmadığını, yargılanmaları
sırasında tabii hakim ilkesinin gözetilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 10.,
19., 37. ve 67. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru,
31/12/2013 tarihinde Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.
Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci
Bölüm Birinci Komisyonunca, 3/1/2014 tarihinde başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm,
3/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik
ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Bakanlık
görüşünü 3/1/2014 tarihinde bildirmiştir. Mahkemenin konuya ilişkin önceki
kararları dikkate alındığında bakanlık görüşünün başvurucuya bildirilmesinin
başvurucu lehine herhangi bir sonuç doğurmayacağı anlaşıldığından bildirime
gerek görülmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru
dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar şöyledir:
7.
Başvurucular 14/4/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 18/4/2009 tarihinde
tutuklanmışlardır.
8.
Başvurucular tutuklu iken 12/6/2011 tarihinde yapılan genel seçimde, Kemal
AKTAŞ Van ve Selma IRMAK Şırnak illerinden bağımsız milletvekili
seçilmişlerdir.
9. Hazırlık
soruşturmasının ardından başvurucu Kemal AKTAŞ hakkında 26/9/2004 tarih ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu’nun 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen
suçları işlediği, diğer başvurucu Selma IRMAK hakkında ise 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (2) numaralı ve 3713 sayılı Kanun’un 5.
maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenen suçları işledikleri iddiasıyla
kamu davası açılmıştır. Başvurucuların soruşturma ve kovuşturma aşamasında
yapmış olduğu tutukluluğa itirazları her seferinde mahkeme tarafından “klişe”
gerekçelerle reddedilmiştir.
10.
Başvurucular, milletvekili seçilmelerinin ardından tahliye talebiyle Diyarbakır
6. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, Mahkeme başvurucuların talebini 25/6/2011
tarihinde özetle, başvurucular hakkında,
kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve ayrıca, sanıkların
kaçacağı, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık veya başkaları
üzerinde baskı yapma olasılıklarının bulunması, delillerin henüz okunamamış
olması bunların yanında, sanıkların 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
100/3-a maddesinde sayılan suçlardan birini işlediği hususunda yoğun şüphenin
varlığı gerekçesiyle reddetmiş ve tutukluluk hallerinin devamına
karar vermiştir.
11.
Başvurucular son olarak, Anayasa Mahkemesince verilen 4/12/2013 tarih ve B. No:
2012/1272 sayılı karara dayanarak, yargılamasının devam ettiği Diyarbakır 6.
Ağır Ceza Mahkemesinden 6/12/2013 tarihinde tahliye edilmelerini talep
etmişlerdir.
12. Diyarbakır
6. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların talebini 16/12/2013 tarihinde talebi
reddetmiştir.
13.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/12/2013 tarihli ret kararına karşı
başvurucularca, 17/12/2013 tarihinde Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz
edilmiştir.
14. İtirazı
inceleyen Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların itirazını
20/12/2013 tarih ve 2013/696 Değişik İş sayılı kararı ile reddetmiştir.
15.
Başvurucular hakkındaki ceza davası ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
16.
Anayasa’nın “Yasama dokunulmazlığı”
başlıklı 83. maddesi şöyledir:
“Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden,
Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının
teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça
bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.
Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.
Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış
olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki
durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve
doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir
ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır;
üyelik süresince zamanaşımı işlemez.
Tekrar
seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclisin yeniden
dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır.
Türkiye
Büyük Millet Meclisindeki siyasî parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile
ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.”
17.
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin
kötüye kullanılamaması” başlıklı 14. maddesi şöyledir:
“Anayasada
yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa
hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve
hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde
sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde
yorumlanamaz.
Bu
hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler,
kanunla düzenlenir.”
18. 5237
sayılı Kanun’un 314. maddenin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Bu kısmın
dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı
örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Birinci
fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası
verilir.”
19.
12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 5. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Suçun,
örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde
cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım
yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.”
20.
4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi
şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
yer alan; (1)
…
9. Suç
işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde
220),
10.
Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),
11.
Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311,
312, 313, 314, 315),
…
(4)
(Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya
hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı
verilemez.”
21. 5271
sayılı Kanun’un 109. maddesi şöyledir:
“(1)
(Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı
halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar
verilebilir.
(2) Kanunda
tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole
ilişkin hükümler uygulanabilir.
(3) Adlî
kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi
tutulmasını içerir:
a) Yurt
dışına çıkamamak.
b) Hâkim
tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak
başvurmak.
c) Hâkimin
belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına
ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.
d) Her
türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme,
makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.
e)
Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından
arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi
olmak ve bunları kabul etmek.
f)
Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya
birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine
hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.
g) Silâh
bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz
karşılığında adlî emanete teslim etmek.
h)
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi
belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî
veya kişisel güvenceye bağlamak.
i) Aile
yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm
edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.
j) (Ek:
2/7/2012-6352/98 md.) Konutunu terk etmemek.
k) (Ek:
2/7/2012-6352/98 md.) Belirli bir yerleşim bölgesini
terk etmemek.
l) (Ek:
2/7/2012-6352/98 md.) Belirlenen yer veya bölgelere
gitmemek.
(4) (Ek:
25/5/2005 – 5353/14 md.; Mülga: 2/7/2012-6352/98 md.)
(5) Hâkim
veya Cumhuriyet savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında
şüphelinin meslekî uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak
izin verebilir.
(6) Adlî
kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan
mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen
hallerde uygulanmaz.
(7) (Ek:
6/12/2006 – 5560/19 md.) Kanunlarda öngörülen tutukluluk
sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında (…) adlî kontrole ilişkin
hükümler uygulanabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22.
Mahkemenin 3/1/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 31/12/2013
tarih ve 2014/85 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
23.
Başvurucular;
i. Tutuklanmalarını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi
olmadığı halde tutuklandıklarını, yerel mahkemelerin “klişe gerekçelerle”
tahliye taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını ileri
sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin,
ii. 12/6/2011 tarihinde milletvekili seçildiklerini, Anayasa’nın
67. maddesinde seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde
siyasi faaliyette bulunma hakkının güvence altına alınmasına rağmen
milletvekili seçildikten sonra tahliye edilmemesi nedeniyle Türkiye Büyük
Millet Meclisinde yemin edemediklerini ve milletvekilliği görevini fiilen
yerine getiremediklerini, tutukluluk halinin milletvekili olarak siyasi
faaliyette bulunma ve temsil hakkını engellemesi nedeniyle seçilme hakkına bir
müdahale olduğunu, milletvekili seçildikten sonraki tahliye taleplerinin
reddine ilişkin mahkeme kararlarında seçilme ve temsil hakkıyla yargılamanın
tutuklu olarak sürdürülmesindeki kamu yararı arasında makul dengenin
gözetilmediğini, milletvekili olduktan sonra tutuklu kaldıkları süre de
gözetildiğinde seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkına
yönelik ağır müdahalenin ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine
uygun olmadığını ileri sürerek Anayasa’nın 67. maddesinin,
iii. Milletvekili genel seçimi ile bağımsız milletvekili olarak
seçilmelerinin ardından ilk derece mahkemesinin tutuklama tedbiri konusundaki
tutumunda hiçbir değişiklik gözlenmediğini, 5/7/2012
tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin
Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından
derece mahkemelerince verilen kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan
müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından lehlerine olan adli
kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığını, Anayasa Mahkemesinin
4/12/2013 tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı kararını emsal göstererek Diyarbakır
6. Ağır Ceza Mahkemesine yaptıkları başvuruların “klişe gerekçelerle”
reddedildiğini, Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasına göre Anayasa
Mahkemesinin kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamasına ve
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulüne Dair Kanunun 50.
maddesi uyarınca da Anayasa Mahkemesinin kararlarının gereğinin yerine
getirilmesinin bir zorunluluk olmasına rağmen derece mahkemesinin tutuklama
kararında ısrar etmesinin “kanun önünde
eşitlik” ilkesini ihlal ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın 10.
maddesinin,
iv.
6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Kanun’un
250., 251. ve 252. maddelerinin yürürlükten kaldırıldığını, ancak aynı kanunun
geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasının
“Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlükten
kaldırılan 250. maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen mahkemelerde
açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerce
bakmaya devam olunur. Bu davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik karan
verilemez. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu
maddesinin kovuşturmaya ilişkin hükümleri bu davalarda da uygulanır.” hükmüne göre aynı suçlara
bakmakla yetkili iki ayrı mahkeme kurulduğunu, “tabii/olağan mahkeme” ilkesinin bir uyuşmazlığı yargılayacak
olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olması ve
yargılanacak olayın meydana geldiği anda o olay için kanunun önceden öngördüğü
mahkeme anlamına geldiğini, bu mahkemenin hâkiminin de “tabii hâkim” olduğunu, bir uyuşmazlığın
ancak doğumu anında görevli ve yetkili olan mahkeme tarafından
görülebileceğini, tabii hâkim ilkesine göre davanın olaydan sonra çıkarılacak
bir kanunla kurulacak bir mahkeme tarafından görülemeyeceğini, tabii hâkim
ilkesinin sonucu olarak “olağanüstü/istisnai” mahkemelerin kurulamayacağını,
6352 sayılı Kanun’un 75. maddesiyle 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin yeniden düzenlenerek bu Kanun kapsamına giren suçların soruşturma ve
kovuşturma usulleri yeniden düzenlenerek yeni mahkemelerin kurulmasının tabii
hâkim ilkesine aykırı olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 37. maddesinin,
ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
24. Başvurucular,
haklarındaki davanın tabii hâkim ilkesine aykırı olarak olağanüstü bir mahkeme
tarafından görüldüğünden şikâyet etmişlerdir.
25.
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu’nun 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince Anayasa Mahkemesine yapılan bir
bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından
müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış
olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (“AİHS”) ve Türkiye’nin
taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka
ifadeyle, Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali
iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün
değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
26. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.
Başvurucuların, haklarındaki davanın tabii hâkim ilkesine aykırı olarak olağanüstü
bir mahkeme tarafından görüldüğü yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 36.
maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı”
kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
27.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
28. 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale
neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş
idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
29. Bu
hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale
neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.
30. Zira
temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir
ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı
öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur.
Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı
mercilerinde olağan kanun yolları vasıtasıyla çözüme kavuşturulması gerekir.
Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim
mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946,
26/3/2013, §§ 17–18). Başvurucular hakkındaki dava derece mahkemesi önünde
derdesttir. Bu şikâyet bakımından başvuru yolları henüz tüketilmemiştir.
31.
Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının
“başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Eşitlik İlkesi Yönünden
32.
Başvurucular, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “kanun önünde eşitlik ilkesi”nin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33.
Başvurucuların, Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiğine yönelik
iddialarının, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka AİHS
kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele
alınması gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
34.
Başvurucuların, eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının esas olarak kişi özgürlüğü
ve güvenliği hakkı çerçevesinde ve bu hakla bağlantılı olarak ele alınması
gerekir. Dolayısıyla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı bakımından eşitlik
ilkesi, bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp, bu hakkın
kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan
tamamlayıcı nitelikte haklardandır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 34).
35.
Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiği
yönündeki iddialarının, Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiği yönündeki
iddialar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
c. Başvurucuların Diğer Şikâyetleri
Yönünden
36.
Başvurucuların, tutukluluğun makul süreyi aştığı, formül gerekçelerle
tutukluluğun devamına karar verildiği ve seçilme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul
edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetlere ilişkin
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Anayasa’nın 19. Maddesinin Yedinci
Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
37.
Başvurucular, tahliye taleplerinin sürekli formül gerekçelerle reddedildiğinden
ve makul olmayan bir süredir tutuklu olduklarından şikâyet etmişlerdir.
38.
Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin, benzer durumda yapılan başvurulara
ilişkin olarak verdiği 4 Aralık 2012 tarihli iki kararında, seçilme hakkının
sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra
milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva ettiği, 5271 sayılı
Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen
adli kontrol hükümlerinin 6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe
girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucuların lehine de uygulanma
imkanının ortaya çıktığı ve seçilmiş bir milletvekilinin siyasi faaliyette
bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı
arasında ölçülü bir denge kurulmadığı gerekçesiyle tutuklu kalınan sürenin
makul olmadığı sonucuna vardığı belirtilerek somut başvurunun incelenmesinde bu
hususların göz önünde tutulması gerektiği ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait
olduğu ifade edilmiştir.
39.
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan
kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma
sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma
ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine
getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
40.
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında
tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma
veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu
güvence altına alınmıştır.
41.
Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde
değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu
sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre
değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”
şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin
hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir.
Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19.
maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha
ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir
(B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Labita/İtalya [BD], no.
26772/95, 6/4/2000, § 152).
42. Bir
davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece
mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini
etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest
bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması
gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 62).
43.
Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının
yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama
nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse
de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin
hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu
gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama
sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın
karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi
faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate
alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup
olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63).
Tutukluluk süresinin makul seviyede kalması için ilgili makamların almış
oldukları önlemler de dahil olmak üzere tüm bu unsurların birlikte
değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
ulaşılabilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Chraidi/Almanya, B. No. 65655/01, 26/10/2006, §§
42–45).
44.
Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip
edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine
ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler
tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler
çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne
alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç
işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya
birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar
tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§
63-64).
45. Diğer
taraftan özgürlük hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle
organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye
neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (“AİHM”), Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c)
bendinin, AİHS’e Taraf Devletlerin güvenlik
görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak
mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde
uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Dinç
ve Çakır/Türkiye, B. No. 66066/09, 9/7/2013, § 46).
46. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı
kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez (Benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz: Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy/Rusya, B. No: 72967/01, 1/3/2007, § 91).
Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın
tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede
kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek
ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz: Mooren/Almanya [BD], B. No: 11364/03, 9/7/2009, § 79).
47. İtiraz
veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve
bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı
olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık
teşkil etmez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: García Ruiz/İspanya,
B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26).
48. Makul
sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp
gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise
tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı
tarihtir. Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada
mahkumiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk
hali sona erer (B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66, 67).
49. Somut
olayda başvurucular, milletvekili seçilmelerinin ardından tahliye talebiyle
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, mahkeme başvurucuların
Anayasa’nın 83. maddesindeki yasama dokunulmazlığından yararlanamayacakları
gerekçesiyle tahliye talebini reddetmiştir (bkz: §
10). Başvurucular son olarak Anayasa Mahkemesince verilen 4/12/2013 tarih ve B.
No: 2012/1272 sayılı karara dayanarak, yargılamalarının devam ettiği Diyarbakır
6. Ağır Ceza Mahkemesinden 6/12/2013 tarihinde tahliyelerini talep etmişlerdir.
50.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların talebini özetle, Anayasa
Mahkemesi kararlarının farklı etkilerinin olduğunu, soyut ve somut norm
denetimi ile bireysel başvuru sonucu verilen kararların etkisi, bağlayıcılığı,
kesinliği ve uygulamasının farklı olduğunu, iptal ve itiraz davaları
neticesinde verilen Anayasa Mahkemesi kararlarının genel hukuki bağlayıcılık
gücüne sahip olduğunu, Anayasa’nın 148. ve 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddelerinde bireysel başvurunun kapsamının belirlendiğini, bireysel başvuruda
öncelikle başvurucunun bireysel bir menfaatinin bulunup bulunmadığının
incelendiğini, 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesine göre ihlale yol açtığı iddia
edilen işlem ve kararlardan kişisel olarak doğrudan etkilenen kişilerin
bireysel başvuru hakkına sahip olduğunu, Anayasa Mahkemesi İç Tüzüğünün 79.
maddesine göre Anayasa Mahkemesi Bölümlerince gerekli görüldüğü takdirde 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası doğrultusunda ihlalin ve
sonuçlarının hangi şekilde ortadan kaldırılabileceği hususunda yapılması
gerekenlerin bildirileceğinin hükme bağlandığını, Anayasa Mahkemesinin bireysel
başvuru sonucunda verdiği kararların soyut ve somut norm denetiminden farklı
olarak sadece davanın tarafı olan kişiler açısından etkili olacağını, sadece
kişisel ve güncel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuruda
bulunabileceğini ve bu başvuru neticesinde ortaya çıkacak Anayasa Mahkemesi
kararının ilgili kişi ve başvuruya konu idari işlem ya da karar açısından
geçerli ve bağlayıcı olacağını, başvurucular tarafından Anayasa Mahkemesince
verilen 4/12/2013 tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı karar emsal gösterilerek
yapılan tahliye talebinin suçun vasfı, mevcut delil durumu, atılı suçun 5271
sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılanlardan olması ve
adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağını belirterek 16/12/2013 tarihinde
reddetmiştir.
51.
Başvurucular, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/12/2013 tarihli ret
kararına karşı 17/12/2013 tarihinde Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz
etmiştir. İtirazı inceleyen Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların
tahliye talebini reddeden mahkemenin gerekçelerine ek olarak, tutukluluğun her
somut olayın kendi özelliklerine göre değerlendirilmesi gerektiğini,
başvurucuların yargılandığı dosyadaki somut olgu ve olaylara değinerek isnat
olunan suçları işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin devam ettiğini
belirtmiş ve itirazı 20/12/2013 tarih ve 2013/696 Değişik İş sayılı kararı ile
reddetmiştir.
52. Somut
olayda başvurucular, 14/4/2009 tarihinde gözaltına alınmışlar ve 18/4/2009
tarihinde tutuklanmışlardır. Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi itibarıyla
başvurucuların tutukluluk süresi 4 yıl 8 ay 16 gündür.
53.
Anayasa’nın 67. maddesi seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını
güvenceye almaktadır. 67. maddenin birinci fıkrasına göre, “Vatandaşlar,
kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya
bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma
hakkına sahiptir”. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde
ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar,
seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi
faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
54. Seçilme
hakkı sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra
milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva etmektedir. Bu da
hiç kuşkusuz, kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini
fiilen kullanabilmesini gerektirir. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama
faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil,
aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir
müdahale teşkil edebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz:
Sadak ve Diğerleri/Türkiye, B.
No: 25144/94, 26149/95, 26154/95, 27100/95, 27101/95, 11/6/2002, §§ 33, 40).
AİHM, milletvekili–seçmen ilişkisinden hareketle, ifade özgürlüğünün halkın
seçilmiş temsilcileri için özellikle önemli olduğunu, zira milletvekilinin
seçmeni temsil ettiğini, onların taleplerine dikkat çekerek menfaatlerini
savunduğunu, dolayısıyla bir muhalif milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik
müdahalenin daha sıkı bir denetimi gerektirdiğini vurgulamıştır (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/12/1992, §
42).
55.
Anayasa’nın 83. maddesi, milletvekillerinin hiç bir
baskı ve tehdit altında kalmadan serbestçe yasama faaliyetlerini
yürütebilmelerini temin etmek için yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı
kurumlarına yer vermiştir. Bu bağlamda milletvekillerine yasama faaliyetleri
sırasındaki oy ve sözleri nedeniyle mutlak bir sorumsuzluk tanınmıştır. Ayrıca
milletvekillerinin işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle tutulma,
tutuklanma, sorgulanma ve yargılanmaya karşı, yasama faaliyetlerine aksatmadan
katılmalarını temin etmek maksadıyla dokunulmazlık yoluyla koruma altına
alınmışlardır. Bu güvenceler, milletvekillerine tanınan bir ayrıcalık ya da
imtiyaz olmaktan ziyade, temsil ettikleri seçmenlerinin görüş ve düşüncelerinin
siyasal alanda gereği gibi yansıtılmasını sağlamaya dönük koruyucu
tedbirlerdir. Nitekim Anayasa Mahkemesi 30/12/1997 tarihli kararında
dokunulmazlığın amacını “yasama organı üyelerini, görevlerini tam olarak yerine
getirmelerini engelleyecek gereksiz suçlamalardan korumak” şeklinde ifade
etmiştir (E. 1997/73, K.1997/73, K.T. 30/12/1997).
56. Bununla
birlikte Anayasa’nın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve
sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak
milletvekilliği süresiyle sınırlıdır. Yine bu süre içerisinde, seçimden önce
veya sonra herhangi bir suç işlediği iddiasıyla bir milletvekilinin
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılabilmesi mümkündür. Ağır cezayı
gerektiren suçüstü hali ile seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak
kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar ise dokunulmazlık kapsamı
dışında tutulmuştur. Davaya bakan mahkemenin gerekçesinden, başvurucuların
durumunu Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında kaldığı yönünde değerlendirdiği
anlaşılmaktadır.
57. Anayasa’nın
83. maddesinde 14. maddeye atıfla getirilen istisna, Anayasa’nın 67.
maddesindeki seçilme hakkı da dikkate alındığında dar ve özgürlük lehine
yorumlanmalıdır. Bu nedenle tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişi
milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, seçilmiş milletvekilinin tutuklu
olması nedeniyle yasama faaliyetine katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu
yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Bu çerçevede mahkemelerin
milletvekili seçilen kişilerin tutukluluğunun devamına karar verirken hem kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak
bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Bunun
sonucu olarak makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenirken, başvurucuların
milletvekili seçilmesiyle birlikte ileri sürmüş oldukları iddiaların
tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda gerektiği gibi değerlendirilip
değerlendirilmediğine de bakılmalıdır. Dolayısıyla, başvurucuların seçilmiş
milletvekilleri olarak siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın
tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir denge kurulduğu
takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli
oldukları sonucuna varılabilir.
58. Bu
nedenle, seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın
14. maddesi kapsamındaki bir suç isnadıyla yargılanan bir milletvekilinin
tutukluluk halinin incelenmesi sırasında, bu koruma tedbirinin seçilme hakkını
işlevsiz hale getirebileceği göz ardı edilmemelidir. Bütün Milleti temsil etmek
üzere belli bir süre için seçilen milletvekilinin, şayet varsa, bu hakkını
kullanmasına engel olmayacak koruma tedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde
özenle durulmalıdır. 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında buna imkân tanıyan hükümlere yer verildiği, maddede 6352 sayılı
Kanun’la yapılan değişiklikler sonucunda bunların sayısının artırıldığı görülmektedir.
59. Başvurucular,
milletvekili seçildikleri tarihten Anayasa Mahkemesine başvuru tarihine kadar 2
yıl 6 ay 20 gündür tutukludurlar. 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 6352
sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden
itibaren başvurucular lehine de uygulanma imkanı
ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla
yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli
kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı sonucuna varılmıştır. Bu
sonuç, 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdikten sonraki tahliye talepleri
üzerine verilen kararlar bakımından daha belirgindir. Bu durumda, tutukluluğun
devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu
yararı ile başvurucuların seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette
bulunma hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu
kaldıkları sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
60. Açıklanan
nedenlerle, Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Anayasa’nın 67. Maddesinin Birinci
Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
61.
Başvurucular, milletvekili seçilmelerine rağmen yasama dokunulmazlığından
yararlandırılmadıklarını ve tahliye edilmediklerini, milletvekilliği görevini
yerine getiremediklerini, bu nedenle siyasi faaliyet özgürlüklerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
62. Milletvekili
seçilmelerine rağmen tahliye edilmedikleri için bu görevi yerine
getiremediklerini ileri süren başvurucuların bu şikâyetinin, esas itibarıyla
seçilme hakkıyla ilgili olduğu ve Anayasa’nın 67. maddesi kapsamında
incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
63. Adalet
Bakanlığı görüşünde Anayasa Mahkemesinin benzer nitelikteki başvurulara ilişkin
4/12/2013 tarihli iki kararında yer verilen ilkelere atıf yaparak başvurucunun
milletvekili olduktan sonra tutuklu kaldığı süre de gözetildiğinde, seçilme ve
milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik müdahalenin
ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı konusunda
takdirin Anayasa Mahkemesi’ne ait olduğu belirtilmiştir.
64.
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1)
numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel
başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale
edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı
sıra AİHS ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi
gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında
kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün
değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
65. Anayasa’nın
“Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları” başlıklı 67. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Vatandaşlar,
kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak
veya bir siyasî parti içinde siyasî faaliyette bulunma ve halkoylamasına
katılma hakkına sahiptir.”
66. AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi şöyledir:
“Yüksek
Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest şeçimler yapmayı taahhüt ederler.”
67. Anayasa’nın
67. maddesinde seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde
siyasî faaliyette bulunma hakkı güvence altına alınmıştır. Çoğulcu demokratik
rejimlerin vazgeçilmez unsurları olarak kabul edilen siyasi partiler, milli
iradenin oluşumu, anayasal rejimin işleyişi, siyasal düzeninin varlığı için
belirleyici rol oynayan kuruluşlardır. Parlamenter demokraside halk ile yönetim
arasındaki bağlantıyı ve parlamentonun siyasi meşruiyetini, demokratik usul ve
esaslara göre belirlenen seçimler aracılığıyla halkın temsilcisi olarak seçilen
milletvekilleri gerçekleştirirler.
68. Yasama
yetkisinin sahibi olan parlamento ve onu oluşturan milletvekilleri anayasal
sınırlar içinde toplumda var olan farklı siyasi görüşlerin temsilcileridirler.
Serbest seçimlerle halkın adına karar alma yetkisi verilen milletvekillerinin
asli görev alanı parlamento olup, sahip oldukları görev alanı üstün kamusal
yarar ve önem içermektedir.
69. Siyasi
faaliyetlerde her ülkenin kendi koşulları içinde yasalar ile sınırlamalar
getirilebileceği söylenebilirse de, milletvekillerinin
yasama faaliyetlerinde anayasal bir koruma alanına sahip olduğu açıktır. Aslolan halkın siyasi iradesinin engellenmemesi ve hakkın
özünün etkisiz hale getirilmemesidir. Seçilmiş milletvekillerinin yasama
faaliyetlerini yerine getirmelerini engelleyecek ölçüsüz müdahaleler halk
iradesiyle oluşan siyasal temsil yetkisini ortadan kaldıracak, seçmen
iradesinin parlamentoya yansımasını önleyecektir.
70. AİHM
“serbest seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin temel
unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir.
AİHM, Sözleşme’ye Ek 1 Nolu
Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili
ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati
öneme sahip olduğunu belirtmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
B. No: 9267/81, 2/3/1987, § 47; Ždanoka/Letonya [BD], B. No: 58278/00,
16/3/2006, § 103; Yumak ve Sadak/Türkiye
[BD], B. No: 10226/03, 8/7/2008 § 105).
71. Öte
yandan, seçilme hakkı, mutlak olmayıp meşru amaçlarla sınırlanabilir. Nitekim
Anayasa’nın 67. maddesinde siyasi haklara “kanunda gösterilen şartlara uygun”
olarak sahip olunacağı belirtilmiş, maddede bazı özel sınırlamalara yer
verilmiş ve Anayasa’nın diğer maddelerinde de bu hakların kullanılmasına
yönelik bazı sınırlamalar öngörülmüştür. Anayasa"da belirtilen sebeplere
dayanılarak kanunla getirilen sınırlamaların Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen şartlara uygun olması gerekmektedir. Benzer şekilde, AİHM de bu
hakların sınırlandırılabileceğini kabul etmekte, ancak bu sınırlamaların
“yasama organının seçiminde halkın görüşlerinin serbestçe açıklanması”nı
ve bu anlamda belli kişilerin veya grupların ülkenin siyasal hayatına katılımlarını
engelleyici, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ve etkisini ortadan kaldıracak
ölçüde olmaması ve öngörülen amaçla orantılı olması gerektiğini belirtmektedir.
(Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
B. No: 9267/81, 2/3/1987, § 52; Tanase/Moldova
[BD], B. No: 7/08, 27/4/2010, §§ 157, 158, 161).
72. Somut
olayda başvurucular hakkındaki soruşturma, milletvekili seçilmelerinden önce
başlatılmış, tutuklu olarak yargılanırken 12/6/2011 tarihinde yapılan genel seçimde
milletvekili seçilmişlerdir. Bu yönüyle gerek yürütülen kovuşturma,
gerekse başvurucuların tutukluluk hali milletvekili seçilmelerine engel teşkil
etmemiştir. Bu anlamda başvurucuların seçilme hakkına bir müdahale söz konusu
olmadığı gibi, buna yönelik bir iddia da ileri sürülmemiştir. Bununla birlikte
başvurucular, milletvekili seçildikten sonra tahliye edilmediklerinden Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde yemin edememiş ve milletvekilliği görevini fiilen
yerine getirememişlerdir. Bu görevin yerine getirilmesine engel olan tutukluluk
halinin milletvekili olarak siyasi faaliyet ve temsil hakkını engellemesi
nedeniyle seçilme hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.
73. Yukarıda
açıklandığı üzere, başvurucuların milletvekili seçildikten sonraki tahliye
talepleri ilgili mahkemeler tarafından reddedilmiştir. Önceki başlıktaki
inceleme sonucunda başvurucuların milletvekili seçildikten sonraki tahliye
taleplerinin reddine ilişkin kararlarda başvurucuların seçilme ve temsil
hakkıyla yargılamanın tutuklu olarak sürdürülmesindeki kamu yararı arasında
makul bir dengenin gözetilmediği, dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
74.
Başvurucuların makul olmayan bir şekilde tutuklu kalması, yasama faaliyetlerine
katılmalarını engellemiştir. Başvurucuların milletvekili olduktan sonra tutuklu
kaldıkları süre de gözetildiğinde, seçilme ve milletvekili olarak siyasi
faaliyette bulunma hakkına yönelik bu ağır müdahalenin ölçülü ve demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu söylenemez.
75. Açıklanan
nedenlerle Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67.
maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanunun 50. Maddesi Yönünden
76. 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
77.
Başvuruda Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası ile 67. maddesinin birinci
fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
78.
Başvurucular, uğradığı zarar karşılığında ayrı ayrı 20.000,00 TL manevi
tazminat talebinde bulunmuşlardır.
79.
Başvurucuların özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararlarının varlığı ve
somut olayın özelliklerini dikkate alarak başvurucuların her birine takdiren 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
80.
Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen
198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL
yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
81.
Gereğinin ifası için kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları
yönünden “başvuru yollarının tüketilmemiş
olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurunun, diğer iddialar yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Başvurucuların, tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasıyla ilgili olarak
Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19. maddesinin
yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuların, seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasıyla
ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak
67. maddesinin birinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
E. Başvuruculara ayrı ayrı 5.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
F. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
H. Kararın bir örneğinin gereğinin ifası için Mahkemesine
gönderilmesine,
3/1/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.