
Esas No: 2014/497
Karar No: 2014/497
Karar Tarihi: 20/7/2017
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
SINIRLI SORUMLU GÜZELÇAMLI KONUT YAPI
KOOPERATİFİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/497) |
|
Karar Tarihi: 20/7/2017 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör |
: |
Ayhan KILIÇ |
Başvurucu |
: |
Sınırlı
Sorumlu Güzelçamlı Konut Yapı Kooperatifi |
Vekilleri |
: |
1. Av. Osman
ÖZ |
|
|
2. Av.
Abdullah Yalçın SELAMOĞLU |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tapu siciline güvenilerek üçüncü kişiden satın
alınan taşınmazın bir kısmının orman vasfıyla bedelsiz olarak Hazine adına
tespit ve tescil edilmesi ve bu sebeple taşınmazın önceki maliklerine karşı
açılan davada hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması nedenleriyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/1/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. İzmir ili Seferihisar ilçesi Sığacık mahallesinde kâin 83 ada
14 parsel numaralı toplam 19.328 m² büyüklüğündeki taşınmaz tapuda P.K., G.A.,
Y.A., T.Y. ve N.S. adına kayıtlı iken 1986 yılında yapılan ve 28/10/1987
tarihinde askıya çıkarılarak 29/4/1988 tarihinde tutanakları kesinleşen orman
kadastrosu çalışmaları sonucu taşınmazın 15.354 m²lik kısmı orman olarak tespit
edilmiştir.
10. Taşınmazın orman olarak tespit edildiğine ilişkin olarak
tapu siciline herhangi bir şerh düşülmemiştir.
A. Orman Tespitine Karşı
Açılan Dava
11. Malikler tarafından 26/4/1988 tarihinde Seferihisar Kadastro
Mahkemesinde (Mahkeme) orman tahdidine itiraz davası açılmıştır.
12. Dava devam etmekte iken 28/1/1993 tarihinde söz konusu
taşınmaz 100.000.000 TL (100 TL) bedel karşılığında başvurucu kooperatife
satılmıştır.
13. Mahkeme tarafından 3/4/1997 tarihinde taşınmaz mahallinde
bilirkişilerle birlikte keşif yapılmıştır. Ziraat bilirkişisi tarafından
Mahkemeye sunulan raporda, taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında olan
yerlerden olmayıp kadim zeytinlik olduğu görüşü bildirilmiştir. Jeomorfoloji
bilirkişisi, taşınmazın toprak yapısı itibarıyla özel mülkiyete konu
arazilerden olduğunu beyan etmiştir. Üç yüksek orman mühendisinden oluşun
bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporda, taşınmazın krokide (A) ile
işaretlenen ve kadastro tutanağında orman olarak tespit edilmiş olan 15.354
m²lik kısmının orman, (B) ile işaretlenen 3.974 m²lik kısmının ise orman
sayılmayan yerlerden olduğu açıklanmıştır.
14. Mahkemece 30/10/1997 tarihinde davanın başvurucu kooperatife
ihbarı üzerine başvurucu davaya katılmış ve dava başvurucu aleyhine yürütülmeye
devam edilmiştir.
15. Mahkemece orman bilirkişilerinin görüşüne dayanılarak
14/12/1998 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir.
16. Başvuru dosyasında bulunmamakla birlikte başvurucu
dilekçesinde, anılan kararın temyiz sürecinden geçerek kesinleştiği
belirtilmiştir.
B. Taşınmaza İlişkin İmar
Uygulaması ve Taşınmaz Üzerinde İnşaat Yapılması
17. İhtilaf konusu taşınmazın bulunduğu alana ilişkin olarak
Seferihisar Belediyesi (Belediye) tarafından 1990 yılında 1/5000 ölçekli nazım
imar planı yapılmıştır. 27/6/1992 tarihinde uygulama imar planı Belediye
Meclisince onaylanmıştır. Belediyece yapılan parselasyon planı ve bu planın
uygulanması sonucu ihtilaf konusu taşınmaz ifraz görerek 820 ada 1 parsel, 821
ada 1 parsel, 822 ada 1 parsel ve 83 ada 39 parsel numaralı taşınmazlara
dönüşmüş ve 7/3/1994 tarihinde başvurucu adına tapuya tescil edilmiştir.
18. Başvurucu tarafından 7/8/1997 tarihinde Belediyeden alınan
inşaat ruhsatına istinaden bu taşınmazlar üzerinde 21 çift ve toplamda 42 adet
villa tipi bina inşa edilmeye başlanmıştır.
19. Orman Genel Müdürlüğünün talebi üzerine Mahkemenin 6/4/2000
tarihli kararıyla henüz kaba inşaat seviyesinde olan binaların yapımının durdurulmasına
karar verilmiştir.
20. Söz konusu inşaatlar dosyadan anlaşılamayan bir tarihte
Orman Genel Müdürlüğü tarafından yıktırılmıştır.
C. Orman İdaresi
Tarafından Açılan Tescil Davaları
21. Orman Genel Müdürlüğü tarafından 22/5/2000 tarihinde
başvurucu aleyhine söz konusu taşınmazın 15.354 m²sine ilişkin tapunun iptali
ve taşınmazın orman vasfıyla Hazine adına tescili istemiyle Mahkemede dava
açılmıştır. Mahkemenin 21/6/2001 tarihli kararıyla taşınmazın krokide (A) ile
işaretlenen 15.354 m²lik kısmının ifrazı sonucu oluşan 20 ada 1 parsel, 821 ada
1 parsel, 822 ada 1 parsel ve 83 ada 39 parsel numaralı taşınmazların orman
vasfıyla Hazine adına tesciline karar verilmiştir.
22. Anılan karar Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 9/4/2002 tarihli
kararıyla onananak 23/10/2003 tarihinde
kesinleşmiştir.
23. Orman Genel Müdürlüğü tarafından 26/11/2004 tarihinde
taşınmazın 114,26 m²lik bölümü yönünden de aynı Mahkemedetapu
iptali ve tescil davası açılmıştır. Mahkemece 4/10/2005 tarihli kararla davanın
kabulü ile taşınmazın 114,26 m²lik bölümünün orman vasfıyla Hazine adına
tesciline hükmedilmiştir. Bu kararın temyiz edildiğine ilişkin dosyada bir
bilgi ve belge bulunmamaktadır.
D. Başvurucu Tarafından
Açılan Tazminat Davası
24. Başvurucu tarafından 9/11/2000 tarihinde taşınmazın satın
alındığı kişiler ile Orman Genel Müdürlüğü ve Belediye aleyhine Mahkemede
tazminat davası açılmıştır. Dava dilekçesinde, satıcıların (önceki maliklerin)
başkasına ait taşınmazı satmak suretiyle haksız fiil işledikleri nedeniyle
sorumlu oldukları ifade edilmiştir. Dilekçede, Belediyenin, orman tahdit
sınırları içindeki taşınmaz için imar ve inşaat izni vermesi sebebiyle
sorumluluğunun bulunduğu belirtilmiştir. Dilekçede son olarak Orman
Bakanlığının da taşınmazın orman olarak tahdit edildiğini Belediyeye
bildirmemiş olması ve orman olarak tespit ettiği taşınmaza ilişkin olarak
tapuya şerh verdirmemek suretiyle haksız olarak el değiştirmiş olmasına
sebebiyet vermiş bulunması nedenleriyle hukuki sorumluluğunun bulunduğu
açıklanmıştır. Başvurucu, taşınmazın ve üzerindeki inşaatın bedeli olarak
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 150.000.000.000 TL (150.000 TL)
tazminatın müşterek ve müteselsil olarak davalılar tarafından ödenmesine karar
verilmesi isteminde bulunmuştur.
25. Belediye tarafından Mahkemeye sunulan savunmada, taşınmazın
orman vasfı taşıdığına ilişkin herhangi bir şerhin tapu sicilinde bulunmadığı
ifade edilmiştir. Orman İdaresi ise taşınmazın orman olarak tespitine ilişkin
tutanağın 28/10/1987 tarihinde askıya çıkarıldığı ve 29/4/1988 tarihinde
kesinleştiğini hatırlattıktan sonra başvurucunun, taşınmazın nizalı olduğunu bilerek satın aldığını vurgulamıştır.
Taşınmazın önceki malikleri de haksız fiilin koşullarının oluşmadığı görüşünü
savunmuşlardır.
26. Mahkemece 21/6/2000 tarihinde verilen kararla davanın süre
aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Mahkeme, davayı haksız fiiil hükümleri çerçevesinde incelemiştir. Kararın
gerekçesinde, başvurucunun ihtilaf konusu taşınmazın orman vasfıyla Hazine
adına tespit edildiği hususunu, 1998 yılında taşınmazın önceki maliklerinin
Orman İdaresine karşı açtığı davanın başvurucuya ihbar edilmesiyle öğrendiği
ifade edilmiş ve 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu"nun 60.
maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu tarihten itibaren bir yıl geçtikten
sonra açılan davada zaman aşımı süresinin geçtiği belirtilmiştir.
27. Anılan karar Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 11/3/2002 tarihli
kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, davanın zapta karşı tekeffül
hükümleri çerçevesinde incelenmesi gerektiği ve zapta karşı tekeffül
sorumluluğunda zamanaşımı süresinin 6098 sayılı Kanun"un 125. maddesi uyarınca
on yıl olduğu belirtilmiştir.
28. Bozma kararına uyan Mahkemece 14/10/2003 tarihinde
mahallinde keşif ve bilirkişi inceleme yaptırılmıştır. Bilirkişi raporunda,
taşınmazın, davanın açıldığı 7/12/1999 tarihi itibarıyla rayiç değeri 115.155
TL olarak belirlenmiştir.
29. Mahkemece bilirkişi raporuna dayanılarak 26/6/2007 tarihli
kararla önceki malikler tarafından başvurucuya 115.155 TL tazminat ödenmesine
karar verilmiştir. Mahkeme, Yargıtay bozma kararında belirtildiği üzere
satıcıların zapta karşı tekeffül sorumluluğunun bulunduğunu vurgulamıştır.
Kararın gerekçesinde, satıcıların sorumlu olduğu tutarın, taşınmazın davanın
açılış tarihindeki rayiç bedeli olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme, Orman Genel
Müdürlüğü ve Belediyenin zapta karşı tekeffül sorumluluklarının bulunmadığı
gerekçesiyle bunlar yönünden davayı reddetmiştir. Mahkeme, başvurucunun inşaat
bedeline ilişkin tazminat istemini de taşınmazın orman olarak tespit edildiğini
öğrendikten sonra inşaatların yapımına başladığı gerekçesiyle reddetmiştir.
30. Söz konusu karar Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 16/9/2008
tarihli kararıyla kısmen bozulmuştur. Kararın gerekçesinde özel mülkiyete konu
edilmesi mümkün olmayan orman niteliğindeki taşınmazların satışını içeren
sözleşmelerin geçersiz olduğu saptaması yapıldıktan sonra bu nitelikteki bir
taşınmazın Orman İdaresi tarafından zapt edilmesi hâlinde zapta karşı tekeffül
sorumluluğunun söz konusu olmayacağı ifade edilmiştir. Gerekçenin devamında,
geçersiz bir sözleşmeye dayanılarak karşı tarafa verilen şeyin sebepsiz
zenginleşme teşkil edeceği ve sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri
istenebileceği vurgulanmıştır. Ancak geri istenen şeyin karşı tarafın kusuru olmasızın elinden çıkması hâlinde iade olanağının ortadan
kalkacağına işaret edilen kararda, denkleştirici
adalet ilkesi uyarınca iadesi gereken şeyin ilk ödeme tarihindeki alım gücüne
ulaştırılmış karşılığının tazminat olarak ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Daire, somut olay yönünden tapuyu iptal eden Mahkeme kararının kesinleştiği
tarih itibarıyla ulaştığı alım gücünün tazminat olarak ödenmesi ve bu
tazminatın da taşınmazın alış fiyatının enflasyon, tüketici fiyat endeksi,
altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş artış oranları gibi ekonomik etkenlerin
ortalamaları alınmak suretiyle artırılması yoluyla belirlenmesi gerektiği
açıklanmıştır.
31. Daire kararında, başvurucunun davalı Belediyeye yönelik
tazminat isteminin hizmet kusuruna dayandığı ve davanın bu kısmı yönünden
görevsizlik kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle belediye yönünden davanın
reddine ilişkin hüküm fıkrası da bozulmuştur. Kararda, Orman Genel Müdürlüğü
yönünden davanın reddine ilişkin hüküm fıkrasına yönelik ayrıca bir
değerlendirme yapılmamış ise de tarafların diğer temyiz itirazlarının
reddedildiği belirtilmiştir.
32. Bozma kararına uyan Mahkemece yeniden yapılan yargılamada,
başvurucu tarafından, Yargıtayın 22/11/2001 tarihli
ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun 1007. maddesine
yönelik içtihat değişikliğine dayanılarak devletin, tapu sicilinin
tutulmasındaki hatalarından doğan kusursuz sorumluluğu uyarınca tazminat
yükümlülüğünün bulunduğu ileri sürülmüş ve görülen davada husumetin Hazineye
tevcih edilerek lehine tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir.
33. Mahkemece Daire bozma kararı uyarınca bilirkişi incelemesi
yaptırılmıştır. Bilirkişi tarafından taşınmazın 28/1/1993 tarihinde 100.000.000
TL (100 TL) olan satış bedeli, tapunun iptaline ilişkin 21/6/2001 tarihli
kararın kesinleştiği 23/10/2003 tarihi itibarıyla alım gücü yöntemiyle ulaştığı
değer 12.162,50 TL olarak tespit edilmiştir.
34. Mahkemece 29/3/2011 tarihli kararla, bilirkişi raporunda
belirlenen 12.162,50 TL yönünden dava kabul edilmiş ve bu tutarın önceki
malikler (satıcılar) tarafından başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir.
Mahkeme, Dairenin bozma kararındaki görüşe uygun olarak sebepsiz zenginleşme
hükümlerine dayanmıştır. Kararda, 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi
uyarınca Hazineye karşı açılmış bir davanın bulunmadığı vurgulanmıştır.
Mahkeme, bu kararda hükmedilen tazminatın önceki maliklerce ödenmesinden sonra
Hazineye karşı ayrı bir dava açılabileceği düşüncesini açıklamıştır. Kararın
hüküm fıkrasında da, davalıların 4721 sayılı Kanun"un
1007. maddesi uyarınca Hazine aleyhine dava açmakta
serbest oldukları hatırlatılmıştır. Mahkeme ayrıca, davanın Orman Genel
Müdürlüğüne yönelik kısmının, anılan idarenin pasif dava ehliyetinin
bulunmadığı nedeniyle Belediyeye ilişkin kısmının ise idari yargının görevinde
bulunması nedeniyle reddine karar vermiştir.
35. Bu karara karşı yapılan temyiz istemi Yargıtay 3. Hukuk
Dairesinin 25/6/2013 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de aynı
Dairenin 14/11/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
36. Nihai karar 16/12/2013 başvurucuya tebliğ edilmiştir.
37. Başvurucu 13/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
38.9/7/1945 tarihli ve 4785 sayılı Orman
Kanununa Bazı Hükümler Eklenmesine ve Bu Kanunun Birinci Maddesinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 1. maddesi şöyledir:
"Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte varolan gerçek veya tüzel özel kişilere, vakıflara ve köy,
belediye, özel idare kamu tüzel kişiliklerine ilişkin bütün ormanlar bu kanun
gereğince devletleştirilmiştir. Bu ormanlar hiç bir
işlem ve bildirime lüzum olmaksızın Devlete geçer."
39. 4721 sayılı Türk Kanun"un 1007. maddesi
şöyledir:
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün
zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan
görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu
sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."
40. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü
Kanunu"nun 179. maddesi şöyledir:
"Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar
bulunur:
1. Tarafların ve varsa kanuni temsilci veya
vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri,
2. Açık bir şekilde dava konusu,
3. Davacının iddiasının dayanağı olan bütün
vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ve delillerinin nelerden ibaret
olduğu,
4. Hukuki sebeplerin özeti,
5. Açık bir şekilde iddia ve savunma,
6. Karşı tarafın hangi sürede cevap
verebileceği,
7. Davacının veya varsa kanuni temsilci yahut
vekilinin imzası."
41. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 14/7/2010 tarihli ve
E.2010/1-336, K.2010/396 sayılı kararı şöyledir:
"...Davacı, davalı olarak “Tapu Sicil Müdürlüğü”nü hasım göstermiş; dava dilekçesi tapu sicil
müdürlüğüne tebliğ edilmiş, tüzel kişiliği temsilen (izafeten) duruşmalara
katılan Hazine vekili; davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davada sıfat, tarafın, dava konusu maddi hukuk
ilişkisinin süjesi olup olmamasıyla ilgilidir. Taraf sıfatının bulunmaması
halinde dava, sıfat yokluğundan (husumet yönünden) reddedilecektir. HUMK.
179/1.maddesi, dava dilekçesinde tarafların ve varsa kanuni temsilcilerinin ad
ve adreslerinin bildirilmesi gerektiğini hükme bağlamıştır. Bildirim esnasında
yapılan kimi yanlışlıklar, davanın sıfat (husumet) yokluğundan reddi sonucunu
doğurmamakta, oluşan hataların giderilmesi bazı durumlarda mümkün
olabilmektedir. Davalının temsilcisinde yanılmış olma hali de bu duruma örnek
oluşturmaktadır. Çözülmesi gereken sorun, tapu sicil müdürlüğünün davalı
gösterilmesinin ve Hazine vekili tarafından temsil edilmiş olmanın temsilcide
yanılgı olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği noktasında
toplanmaktadır.
Dava dilekçesi ile birlikte dosya kapsamı
değerlendirildiğinde; yolsuz işlemler sonucu oluşan kayda yönelik dava
açıldığına dair Özel Daire kabulünün yerinde olduğu açıktır. Bu durumda, burada
davalının sıfatının bulunup bulunmadığı ve buradan hareketle başka kurum ve
kuruluşların davalı yanında yer alması gerekip gerekmediğinin tartışılması
gereklidir.
İlkin belirtilmelidir ki, davacının dava
dilekçesindeki içeriğine göre isteminin yasal dayanağı 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun 1007.maddesi olup, bu hükümde Devletin tapu sicilinin tutulmasından
doğan zararlardan sorumluluğu düzenlenmiştir. Devletin “tapu sicilinin
tutulmasından doğan sorumluluğuna” ilişkin olarak, kusursuz
sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluk/ tehlike
sorumluluğuna ilişkin kurallar uygulanır.
Genel olarak MK.nun
1007.maddesine dayanan davalar, tapu malikleri ve lehine sahte tescil kararı
verilen gerçek veya tüzel kişiler ile Hazine arasında görülür. Bir başka
deyişle bu anlamda hakları çatışanlar arasında görülür. Dava, MK’nun 1007. maddesince Devletin
sorumluluğuna dayalı bir dava olduğuna göre husumetin hazineye yöneltilmesi
zorunludur. Ne var ki, davacı dava dilekçesinde “Tapu Sicil Müdürlüğü”nü
hasım göstererek dava açmıştır.
Davacının asıl dava etmek istediği kişinin
“Tapu Sicil Müdürlüğü” değil, “Hazine” olduğu belirgindir.
Durum bu olunca, davanın davalı olarak salt
tapu sicil müdürlüğüne yöneltildiğinden söz edilemez. Ortada belirgin biçimde
temsilcide yanılma hali bulunmakta olup, bu durumun mahkemece resen gözetilmesi
ve davanın usulünce gerçek hasma yöneltilebilmesi için davacı yana olanak sağlanması
gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 17.2.2010 gün 2010/7-70-86 sayılı
kararı).
Daha açık ifadeyle, mahkemece yapılacak iş;
açıklanan hususlar ve dava dilekçesi içeriği de gözetilerek temsilcide hata
halinin varlığının kabulü ile davacının davasını doğru hasma yöneltmesi için
olanak sağlanmasıdır.
... "
42. HGK"nin 29/9/2010 tarihli ve
E.2010/14-386, K.2010/427 sayılı kararı şöyledir:
"...Bu genel açıklamalar karşısında somut
olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında davalıya ait tapuya
kayıtlı taşınmazın satışının vaadine yönelik sözleşmenin noterde ve usulünce
düzenlenmekle başlangıçta geçerli olarak kurulduğu, ancak daha sonra vaade konu
taşınmazla ilgili davaların olumsuz sonuçlanması nedeniyle taşınmaz satış vaadi
sözleşmesinin ifasının imkansız hale geldiği anlaşılmakla davacı alıcının,
sebepsiz zenginleşme kurallarına göreBK’nun 96.
maddesi uyarınca uğradığı müspet zararı isteyebileceğinde kuşku
bulunmamaktadır.
Burada ayrıca belirtilmelidir ki, birzararın oluşması, ona neden olanın tazminat ödeme yükümlülüğünüdoğurur. Başlangıçta geçerli olarak kurulmuş
olmasına rağmen daha sonra sözleşmenin ifa edilmesinin imkansız
olduğunun anlaşılması durumunda, tazminat miktarı belirlenirken zarar görenin
gerçek zararının esas alınması zorunludur.
Burada ilke şu olmalıdır; zarar doğurucueylem, zarar görenin malvarlığında ne miktarda bir
azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da,
o miktarda olmalıdır. Öyle ise, oluşan gerçek zarar ne kadarsa, tazminat da o
kadar olacaktır. Bir başka değişle, ödenecek tazminat o miktarda olmalıdır ki,
eğer zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin malvarlığı ne
durumda olacak idiyse, ödenecek tazminatla, aynı durum tesis edilebilsin (Hukuk
Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152Esas, 2003/125 Karar sayılı
ilamı).
Burada, iadenin gerçekleştiği andaki değil,
iadenin talep edildiği andaki zenginleşme miktarı bu borcun kapsamını
belirlemelidir (Ulusan, a.g.e s.33; Eren Fikret,
age., C.3, s.63, Feyzioğlu Feyzi, age., C.1, s. 784-786; Tekinay-Akman,
Burcuoğlu-Altop age., s. 999; Egemen, Çelikoğlu,
Kaynak age., s. 294-295; Serozan, age., s. 27).
Hal böyle olunca, davacının 09.04.1991 yılında
ödediği 10.500.000 (Eski)TL (Yeni 10,5 TL) için mahkemece başlangıçtan itibaren
geçersiz satışlarda uygulanması gereken denkleştirici
adalet ilkesine göre endeks, döviz ve altın artış oranları esas alınarak
hükmedilen 7.353,38 (Yeni)TL’nin davacının gerçek zararını karşılamadığı
ortadadır.
Somut olayda, başlangıçta geçerli olarak
kurulmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan nedenler dolayısı ile imkansızlaşan
bir edim söz konusudur. Bu durumda mahkemece, davacının gerçek ve güncel müspet
zararının yukarıda açıklanan ilkelere göre bilirkişi marifetiyle araştırılıp
tespit edildikten sonra, buna hükmedilmesi ve Hukuk Genel Kurulu’nca da
benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda
direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
.."
43. HGK"nin 15/12/2010 tarihli ve
E.2010/13-618, K.2010/668 sayılı kararı şöyledir:
"..
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu somut olayda
olduğu gibi başlangıçta gerçerli olarak kurulan
ancak, sonradan hükümsüz hale gelen bir sözleşmede zararı şu şekilde
belirlemiştir. “Bir sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen
daha sonra ortaya çıkan nedenler dolayısı ile imkansız
hale gelmesi durumunda, davacı gerçek ve güncel müspet zararını talep
edebilmelidir” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 29.09.2010 gün ve 2010/14-386
esas,2010/427 karar sayılı ilamı).
Buradaki ilke; zarar doğurucueylem,
zarar görenin malvarlığında ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar
verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır. Öyle
ise, oluşan gerçek zarar ne kadarsa, tazminat da o kadar olacaktır. Bir başka
değişle, ödenecek tazminat o miktarda olmalıdır ki, eğer zarar verici eylem
gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin malvarlığı ne durumda olacak idiyse,
ödenecek tazminatla, aynı durum tesis edilebilsin (Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu"nun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152esas, 2003/125 karar; 29.09.2010 gün ve
2010/14-386 esas,2010/427 sayılı ilamları).
Hal böyle olunca, davacının ödediği satış
bedelinin Özel Dairece başlangıçtan itibaren geçersiz satışlarda uygulanması
gereken denkleştirici adalet ilkesine göre;
enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş
artışları gibi ekonomik etkenlerin ortalamaları esas alınarak bulunacak bedelin
davacının gerçek zararını karşılamadığı ortadadır.
Somut olayda, davacı alıcı ile davalı satıcı
arasında tapuda yapılan gayrimenkul satım sözleşmesinin başlangıçta geçerli
olarak kurulmasına ve taşınmazın davacıya teslim edilmesine rağmen daha sonra
üçüncü kişinin (Hazinenin) satım anında ve öncesinde mevcut olan, alıcı vesatıcının da bilmediği, bir ayni hakka dayanarak taşınmazın
mahkeme kararı ile davacının elinden alınması söz konusudur.
Bu durumda mahkemece, zapta karşı tekeffül
hükümleri uygulanarak davacının gerçek ve güncel müspet zararına hükmedilmesi
yönündeki kararı sonucu itibariyle usul ve yasaya uygun olup, direnme kararı
yerindedir.
..."
44. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 2/4/2013 tarihli ve E.2013/252,
K.2013/3551 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...
Ancak, hükme esas alınan bilirkişi raporunda;
davacının, dava konusu taşınmaz için 03.08.1996 tarihinde ödemiş olduğu 500 TL
bedelin dava tarihindeki ulaştığı miktar, denkleştirici
adalet ilkesine göre hesaplanırken; sadece, USD, Altın, TÜFE ve TEFE
değerlerindeki artışlar dikkate alınmıştır. Oysa, Yargıtay"ın yerleşmiş
uygulamalarına göre, bu etkenler yeterli olmayıp, bunların yanı sıra çeşitli
ekonomik etkenlerin (memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar, asgari
ücretteki artışlar v.s.)"de hesaplamaya dahil
edilerek, ortalamaları alınmak suretiyle, paranın ulaşacağı alım gücü
bulunmalıdır. Bunun yanında, taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri de tespit
ettirilip, hükmedilecek tazminatta gözetilmelidir. Zira, geri verme borcunun
kapsamı, borçlunun (zenginleşenin) durumunu ağırlaştırıyorsa, hakim bunu hakkaniyete uygun bir ölçüye indirebilecektir.
..."
45. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 16/6/2011 tarihli ve
E.2010/6589, K.2011/9580 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...
Dosya kapsamına göre, dava konusu 7904 ada 26 nolu parselde bulunan kooperatif hissesinin davacı
tarafından 03.10.2003 tarihli noterden hisse devri sözleşmesi ile davalıdan
satın alındığı, taşınmazın tapu kaydına 18.05.2000 tarihinde Antalya 1. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 2000/741 Esas sayılı dosyası nedeniyle ihtiyati tedbir
kararı konulduğu, yine tapu kaydının beyanlar hanesinde, “Kadastro
Müdürlüğü’nün 25.05.1998 gün 295 1403 sayılı yazısına göre bu taşınmazın
zeminde niteliği orman olan 1078 parsel üzerinde kaldığının” yazılı olduğu,orman idaresi tarafından arsa sahipleri aleyhine
03.05.2000 tarihinde açılan tapu iptal ve tescil davası sonucunda, taşınmazın
orman niteliği ile hazine adına tesciline karar verildiği ve verilen kararın
16.03.2006 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 12.11.2008 tarihinde açıldığı
anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacının devirden önce tapu kaydında bulunan şerh
ve beyan nedeniyle taşınmazın evveliyatının orman olduğunu, dava sonucunda
orman olarak tescil edilme ihtimalinin bulunduğunu bilerek satın aldığının
kabulü gerekir (Bkz. Hukuk Genel Kurulu"nun 15.12.2010 T., 2010/13-618 E,
2010/668 K. sayılı ilamı). O halde davacı, taşınmazın kendisine satıldığı
tarihte öncesinin orman olduğunu bilemeyeceğini, iyi niyetli olduğunu MK. 1020.
maddesindeki tapu sicilinin aleniyeti ilkesi karşısında ileri süremez. Orman
alanlarının özel mülkiyete konu olması, devir ve temliki hukuki sonuç doğurmaz.
Yani taraflar arasında yapılmış bulunan satım akdi biçim koşullarına uygun
olarak yapılsa dahi BK 2011/6487-9460 19-20 maddeleri gereğince mutlak butlanla
batıl olup, baştan beri geçersizdir. Geçersiz sözleşmelerde, taşınmazın hukuka
uygun yollarla tescil edilmiş olması BK 192 maddesindeki satıcının zapta karşı
tekeffül borcunu doğurmaz. Çünkü bu madde, sadece hukuken geçerli sözleşmelerde
ileri sürülebilir. Davacı, geçersiz sözleşmeye dayanarak taşınmazın değerini
tazminat olarak isteyemez; sadece geçersiz sözleşme nedeniyle ödediği bedeli
sebepsiz zenginleşme ve denkleştirici adalet
kurallarına göre isteyebilir. Geçersiz sözleşmelerde herkes aldığını aynı anda
iade ile yükümlü ise de, taşınmaz davacının kusuru
olmaksızın elinden çıkmış olduğundan onun iade mükellefiyeti yoktur.
Hal
böyle olunca, mahkemece bilirkişilerden alınacak taraf ve yargı denetimine
elverişli rapor ile davacının ödediği 16.000-sterlinin ödeme tarihindeki Türk
Lirası karşılığının akdin ifasının imkânsız hale geldiği taşınmazın tapusunun
iptaline ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği 16.03.2006 tarihine kadar
ulaştığı alım gücünün enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz
kurlarındaki artış, maaş artışları vs. gibi ekonomik etkenlerin ortalamalarının
alınarak hesaplanıp oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yanlış
değerlendirme ile ödenen bedelin dava tarihindeki kur üzerinden TL karşılığına
karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
..."
46. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 30/4/2009 tarihli ve
E.2008/14776, K.2009/5932 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
"...
Bu güne kadar uygulanan kurallara göre geçersiz sözleşme gereğince alıcının
akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek
hayatta büyük sarsıntılara, tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken
güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu
yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu, toplumun adalet
ihtiyacına cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam ettirip saygınlık sağlar
ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli
organlarca değiştirilince bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar
zedelenmeden gerçek hayata çağın gereklerine uygun olarak yorumlanıp
uygulanmalıdırlar. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur.
Nitekim gerek Yargıtay kararlarında ve gerekçe
öğretide bu görüşe paralel düşünceler bulunmaktadır.
Akit
öncesi sorumluluk kurallarının geçersiz sözleşmelerde de uygulanması gerektiği,
geçersiz sözleşmelerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği, bu zarar
kapsamında kaçırılan fırsat karşılığının da bulunduğu, olumsuz zararın bazı
özel durumlarda olumlu zarar kadar dahi olabileceği, MK.nun
2.maddesine göre akdin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hallerdeki zarar
kavramları hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan düşünce ve uygulamalardır.
Yargının asıl görevi toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun için uygulanması
gereken kurallar, mevcut yasaların ışığında bu yasa hükümlerine aykırı
düşmeyecek şekilde yorumlanıp uygulanmalıdır.
Hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap
kuralları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici
adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu
husus hakkaniyetin ve adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar
verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme
tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi
uygun olacaktır. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iade dışındaki
zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak, iade
borçlularının iadede direnmelerine neden olacaktır.
Yukarıda açıklanan ilke ve esaslara göre;
Davacı adına olan tapunun iptal edildiğine ilişkin dosyada bilgi bulunmadığına göre,ancak taşınmazın az yukarıda açıklanan nitelikleri ve
hukuki durum gözetilerek ve orman şerhinin de bulunması nedeniyle davacının
artık satıştan dönme koşullarının oluştuğunun kabulü ile taşınmazın davacıya
satıldığı 26.7.1993 tarihindeki satış bedeli 6000.000 TL nin
dava tarihi itibarıyla ulaştığı alım gücü çeşitli ekonomik etkenlerin
(enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurallarındaki artış,
maaş artışları vs. gibi) ortalamaları alınarak, açıklamalı gerekçeli, taraf ve
Yargıtay denetimine elverişli bilirkişi raporu alınarak belirlenmeli ve
taşınmazın iadesi koşulu ile bu bedelin davalı satıcı mirasçılarından tahsiline
karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı
olup, hükmün açıklanan nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
..."
B. Uluslararası Hukuk
47. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hem kıyılar hem de
ormanlarla ilgili kararlarında, kadastro tespiti ya da satın alma yoluyla
tapulu taşınmazları edinen kişilerin tapularının kıyı kenar çizgisi ya da orman
alanı içinde kaldığı gerekçesiyle ve herhangi bir tazminat ödenmeksizin iptal
edilmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol"ün
1. maddesinin ihlali olarak nitelendirmiştir. AİHM bu kararlarında çevrenin
korunmasına ilişkin kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkının korunması
arasında makul bir dengenin bulunması gerektiğini belirterek karşılığı
ödenmeksizin mülkiyet hakkına müdahale edilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No:
37451/97, 11/10/2005, § 41).
48. AİHM, bir başvurucunun tazminat ödenmeksizin taşınmazının
elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinin iddiasına
ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Kasım 2009 tarihinde daha önceki
içtihadında değişikliğe gittiğini, AİHM"in bu
konudaki içtihatlarına dayanarak tapu kayıtlarındaki yanlış kayıtlardan
kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş ya da kısıtlanmış olanların
tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti sorumlu tutabileceğine
hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin kullanılma şekli,
niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal değerlerin dikkate
alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat çektiğini, bu başvuru
yolunun hâlen düzenli olarak kullanılmakta olduğunu, ulusal mahkemelerin AİHM"in içtihatlarını ve Sözleşme"ye
ek 1 No.lu Protokol"ün 1. maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini
uyguladıklarını, başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın
kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini
belirterek, iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul
edilemez olduğuna hükmetmiştir (Altunay/Türkiye
(k.k.), B. No: 42936/07, 17/4/2012, §§
36-38).
49. AİHM, Sözleşme"ye ek 1 No.lu
Protokol"ün 1. maddesinde güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının pozitif
yükümlülükleri de içerdiğini kabul etmektedir (Kotov/Rusya, [BD] B. No: 54522/00, 3/4/2012, §§ 109-115; Öneryıldız/Türkiye, [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya, [BD], B. No: 31443/96,
22/6/2004, § 143; Dzugayeva/Rusya, B. No: 44971/04, 12/2/2013, § 26).
AİHM, bu hükümle koruma altına alınan mülkiyet hakkının gerçek ve etkili
kullanımının, sadece devletin müdahale etmeme ödevine bağlı olmadığını fakat
aynı zamanda özellikle başvurucunun kamu otoritelerinden meşru olarak
alınmasını beklediği önlemler ile mülkünden etkin bir biçimde yararlanması
arasında doğrudan bir bağlantının bulunduğu durumlarda koruyucu pozitifönlemler alınmasını da gerektirdiğini ifade
etmektedir. Öte yandan, AİHM"e göre yatay ilişkilerde bile devlete pozitif
yükümlülük yükleyen kamusal menfaatlersöz konusu
olabilir (Kotov/Rusya, § 109).
50. AİHM, bu bağlamda, mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına
kamu otoriteleri dışındaki kişilerce müdahale edilmesi durumunda, devletin
pozitif yükümlülüğünün, koruyucu/önleyici ve düzeltici ödevler biçiminde ikiye
ayrılacağını ifade etmektedir. AİHM"e göre bu durumda Sözleşme"ye
taraf devletler, iç hukuk sisteminde mülkiyet hakkının yasalar tarafından
tatmin edici bir şekilde korunmasının güvence altına alınması ve hakkına
müdahale edilen kişinin, gerekmesi durumunda meydana gelen zararının
giderilmesine yönelik talepler dahil olmak üzerehakkını
arayabileceği düzeltici mekanizmaların temin edilmesi yükümlülüğü altındadırlar
(Blumberga/Letonya, B. No: 70930/01, 14/10/2008, §
67).
51. AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin mahiyeti ve
kapsamının, olayın somut koşullarına göre farklılaşabileceğini düşünmektedir (Kotov/Rusya, § 111). AİHM"e göre devletin
olayın somut koşullarına göre sağlama yükümlülüğü altına girdiği düzeltici
önlemler, zarar gören tarafın hakkını savunabilmesi imkânı tanıyan uygun yasal
mekanizmaların oluşturulmasını içermektedir. 1 No.lu Protokol"ün 1. maddesi
açık bir biçimde usule ilişkin yükümlülükler içermemekte ise de bu hüküm, gerek
kamu otoritelerinin müdahil olduğu uyuşmazlıklarda gerekse özel kişiler
arasındaki uyuşmazlıklarda devlete usule ilişkin yükümlülükler yüklemektedir.
Özel kişiler arasındaki müdahalelerde devlet, zorunlu usule ilişkin garantiler
içeren yargısal başvuru yolları kurma yükümlülüğü altındadır. Bu bağlamda
görevlendirilecek mahkemelerin veya yargısal yetkiyi haiz diğer kurul veya
kamusal otoritelerin özel kişiler arasındaki uyuşmazlığı etkili ve adil bir
şekilde çözecek yargısal güçle donatılmaları gerekmektedir (Kotov/Rusya, § 114).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
52. Mahkemenin 20/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyetin Kaybından
Dolayı Devletin Sorumluluğuna İlişkin Şikâyet
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
a. Başvurucunun İddiaları
53. Başvurucu kooperatif, tapulu taşınmazının tazminatsız olarak
orman vasfıyla Hazine adına tescil edilmesi ve üzerindeki otuz iki adet daire
inşaatının yıkılması nedeniyle ağır zarara uğradığını belirterek taşınmazın
bedeli ile üzerindeki inşaatlar için tazminat ödenmemesinin mülkiyet hakkına
müdahale teşkil ettiğini ileri sürmüştür.
54. Başvurucu, davanın açıldığı tarihteki Yargıtay içtihadının,
tapulu arazilerin orman vasfıyla Hazine adına tescili nedeniyle oluşan
zararların, tapu sicilinin tutulmasındaki hatalar dolayısıyla kusursuz
sorumluluk hükümlerine göre devlet aleyhine tazminat davası açılmasını öngören
4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi kapsamında
bulunmadığı yolunda olduğunu belirtmiştir. Yargıtayın
bu içtihadının AİHM içtihadı doğrultusunda Kasım 2009 tarihinden sonra
değiştiğini ve yeni bir hukuk yolu oluştuğunu ifade eden başvurucu, Yargıtay
13. Hukuk Dairesinin 16/9/2008 tarihli bozma kararından sonra yeniden yapılan
yargılama sırasında, davanın Hazineye yöneltilerek 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi uyarınca tazminata hükmedilmesi isteminde bulunduğu
halde Mahkemece bu talebin gözardı edildiğini ve
içtihat değişikliğine uygun karar verilmediğini savunmuştur.
55. Başvurucu, temsilcide yanılmaya ilişkin Yargıtay kararlarına
atıfta bulunarak Mahkemenin davayı Hazineye yöneltmemesinden şikâyet etmiştir.
Başvurucu sonuç olarak tapulu taşınmazın bedelsiz bir şekilde Hazine adına
tescil edilmesinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale teşkil ettiğini ve bu
nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
b. Bakanlık Görüşü
56. Bakanlık görüş yazısında, AİHM içtihatlarına atıfla kıyı ve
orman mevzuatına dayanılarak taşınmazların bedelsiz olarak Hazineye
devredilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiği belirtilmiştir. 4721 sayılı
Kanun"un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun
bu gibi ihlallerin giderilmesinde etkili bir yol olduğunun AİHM tarafından kabul
edildiğini hatırlatan Bakanlık, somut olaydaki davanın 4721 sayılı Kanun"un
1007. maddesi uyarınca Hazine aleyhine açılan bir dava
olmadığını, sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca açılan bir dava niteliğinde
bulunduğunu ifade etmiştir. Bakanlık, yerel Mahkemenin davanın niteliğine uygun
olarak tazminata hükmedip başvurucuya 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi uyarınca Hazine aleyhine tazminat davası
açılabileceğini hatırlatıldığına işaret etmiştir. Bakanlık, davanın Belediyenin
hizmet kusuruna ilişkin kısmı yönünden idari yargının görevli olduğu
gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiğini anımsatmış ve somut olayda
başvurucunun idari yargıda belediye aleyhine bir dava açıp açmadığının
anlaşılamadığını belirtmiştir.
2. Değerlendirme
57. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa"nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı
35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
58. Mahkemeye sunulan 9/11/2000 tarihli ilk dava dilekçesinde
(1) satıcıların (önceki maliklerin) başkasına ait taşınmazı satmak suretiyle
haksız fiil işledikleri nedeniyle sorumlu oldukları, (2) Belediyenin, orman
tahdit sınırları içindeki taşınmaz için imar ve inşaat izni vermesi sebebiyle
sorumluluğunun bulunduğu, (3) Orman Bakanlığının da taşınmazın orman olarak
tahdit edildiğini Belediyeye bildirmemiş olması ve orman olarak tespit ettiği
taşınmaza ilişkin olarak tapuya şerh verdirmemek suretiyle haksız olarak el
değiştirmiş olmasına sebebiyet vermiş bulunması nedenleriyle hukuki
sorumluluğunun bulunduğu temelinde iddialar öne sürülmüştür.
59. Anayasa"nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip
olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği,
mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir
(AYM, E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).
60. Olayda başvurucuların tapusuna sahip oldukları taşınmaz,
orman sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle Hazine adına tespit edilmiştir.
Tapulu taşınmazın Hazine adına tespit edilmesi mülkiyet hakkına müdahale teşkil
etmekte olup mülkten yoksun bırakma niteliğindedir.
61. Mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabilir ve bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması gerekir.
Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet
hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının
mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları
bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
62. Temel bir değer olarak çevrenin korunmasının ve herkesin
çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa"nın 169.
maddesinde ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek
bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin
geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir
(AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Dolayısıyla başvurucuların taşınmazının
Hazine adına tespiti suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni
dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan ormanların korunması amacıyla
mülkiyet hakkına müdahale edilmesinde kamu yararı bulunduğu tartışmasızdır
(AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
63. Somut olayda 19.328 m² büyüklüğündeki taşınmaz, tapuda P.K.,
G.A., Y.A., T.Y. ve N.S. adına kayıtlı iken 29/4/1988 tarihinde kesinleşen
orman kadastrosu çalışmaları sonucu taşınmazın 15.354 m²lik kısmı orman olarak
tespit edilmiştir. Taşınmazın orman olarak tespit edildiğine ilişkin olarak
tapu siciline herhangi bir şerh düşülmemiştir. Malikler tarafından 26/4/1988
tarihinde Mahkemede açılan orman tahdidine itiraz davası devam etmekte iken
28/1/1993 tarihinde söz konusu taşınmaz başvurucu kooperatife satılmıştır.
Mahkemece 30/10/1997 tarihinde davanın başvurucu kooperatife ihbarı üzerine
başvurucu davaya katılmış ve dava başvurucu aleyhine yürütülmeye devam
edilmiştir. Mahkemece orman bilirkişilerinin görüşüne dayanılarak 14/12/1998 tarihinde
davanın reddine karar verilmiştir.
64. Orman Genel Müdürlüğü tarafından 22/5/2000 tarihinde
başvurucu aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında Mahkemenin 21/6/2001
tarihli kararıyla dava kabul edilerek taşınmazın 15.354 m²lik kısmının orman
vasfıyla Hazine adına tesciline karar verilmiştir. Anılan karar temyiz
aşamasından geçerek 23/10/2003 tarihinde kesinleşmiştir.Orman
Genel Müdürlüğü 26/11/2004 tarihinde taşınmazın 114,26 m²lik bölümü yönünden de
aynı Mahkemedetapu iptali ve tescil davası açmıştır.
Mahkemece 4/10/2005 tarihli kararla davanın kabulü iletaşınmazın
114,26 m²lik bölümünün orman vasfıyla Hazine adına tesciline hükmedilmiştir.
65. Başvurucu taşınmazın mülkiyetinin kaybı karşılığından
tazminat ödenmemiş olmasından şikâyet etmektedir.
66. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca müdahaleyle başvuruculara yüklenen külfetin telafisine yönelik
olarak varsa kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
67. 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi
tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu,
zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm
altına almıştır. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına
dayanarak 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun, kadastro tespiti aşamalardaki işlemlerden doğan zararların
telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012,
16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter,
B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41-42; Hatice
Avcı ve Diğerleri, B. No:2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76). Buna göre
tapu ve kadastro işlemleri nedeniyle zarar görenler 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi gereğince zararlarının tazmini için 6098 sayılı
Kanun"un 146. maddesi gereğince mülkiyetin kaybedildiğinin kesinleştiği
tarihten itibaren on yıllık zamanaşımı süresinde Hazine aleyhine adli yargıda
dava açabilirler (Nazmiye Akman,
§ 27).
68. Somut olayda başvurucu 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayanarak ayrı bir tazminat davası açmamıştır.
Başvurucu, anılan hükme dayalı tazminat istemini 9/11/2000 tarihinde taşınmazı
satın aldığı kişiler ile Orman Genel Müdürlüğü ve Belediye aleyhine açtığı
tazminat davasında verilen kararın Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 16/9/2008
tarihli kararıyla bozulmasından sonra yeniden yapılan yargılama sırasında ek
bir talep olarak ileri sürmüştür. Ancak Mahkemece verilen 29/3/2011 tarihli
kararda, başvurucunun 4721 sayılı Kanun"un 1007. maddesi
uyarınca Hazineye karşı ayrı bir dava açılması gerektiği hatırlatılarak
başvurucunun bu talebinin esasının incelenmesi reddedilmiştir.
69. Başvurucu, HGK"nin 14/7/2010
tarihli ve E.2010/1-336, K.2010/396 sayılı kararına atıfla Mahkemenin davayı
resen Hazineye yöneltmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
70. Yukarıda atıfta bulunulan HGK kararında (bkz. § 41), Tapu
Sicil Müdürlüğüne husumet yöneltilmek suretiyle 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı olarak açılan davada, davanın husumet
yokluğundan reddi yerine gerçek hasma (Hazineye) yöneltilmesi için davacıya
olanak sağlanması gerektiği ifade edilmiştir. HGK"nin
sözü edilen kararına konu olay, bakılan başvuru konusu olayla tam olarak
örtüşmemektedir. Anılan olayda dava 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı olarak tazminat ödenmesi istemiyle
açılmıştır. Oysa başvuru konusu olayda ilk dava dilekçesinde 4721 sayılı
Kanun’un 1007. maddesine yönelik herhangi bir istem
yer almadığı gibi davanın açıldığı tarihteki içtihad
itibarıyla buna imkân da bulunmamaktadır. Başvurucunun davanın açıldığı
tarihten yaklaşık dokuz yıl sonra ek bir taleple 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi uyarınca tazminat ödenmesi isteminde bulunduğu
görülmektedir. Dolayısıyla bakılan davada hasmın değiştirilmesinin yanında
davanın konusunun da değiştirilmesi istemi söz konusudur. Başvurucu tarafından
atıfta bulunulan HGK kararı, husumetin değiştirilmesinin mümkün olduğu
içtihadını içermekte ise de anılan karar, davanın konusunun da
değiştirilmesinin olanaklı görüldüğü sonucuna ulaşılabilmesi için yeterli bir
temel sağlamamaktadır. Diğer bir ifadeyle anılan kararda üretilen içtihadın
davanın değiştirilmesini de kapsadığı söylenemez.
71. 1086 sayılı Kanun"un 179. maddesinin birinci fıkrasının (2)
numaralı bendinde yer alan ve davanın konusunun açık bir şekilde dilekçede
yazılması gerektiğini ifade eden hükmün varlığı ve aksi bir içtihadın ortaya
konulamaması karşısında, 9/11/2000 tarihinde açılan davada yapılan yargılama
sırasında ek bir taleple 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi
uyarınca tazminat ödenmesi isteminde bulunmuş olmasının, anılan başvuru yolunun
tüketildiği anlamına gelmeyeceği kanaatine varılmaktadır.
72. Yargıtay içtihadı, 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi kapsamındaki davanın mülkiyeti kaybettiren kararın
kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde açılabileceği yönündedir.
Başvurucunun bu yola başvurması gerekliliğinden söz edilebilmesi için içtihadın
değiştiği tarihte on yıllık zamanaşımı süresinin henüz dolmamış bulunması
gerekmektedir. Somut olayda başvurucu aleyhine iki ayrı tapu iptali ve tescili
davası açılmıştır. Bunlardan birincisinde kurulan hüküm, taşınmazın 15.354
m²lik kısmına ilişkin olup 23/10/2003 tarihinde kesinleşmiştir. Taşınmazın
114,26 m²lik bölümünün Hazine adına tesciline ilişkin hüküm ise 4/10/2005
tarihinde verilmiş ve temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucununen
geç, 29/3/2011 tarihli kararın verildiği anda 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine ilişkin içtihad
değişikliğinden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Anılan tarih itibarıyla da4721
sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayalı tazminat davası
açılmasının mümkün olduğu görülmektedir.
73. Somut olayda başvurucunun ayrıca 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayanarak tazminat davası açtığına dair herhangi
bir bilgi veya belgenin bireysel başvuru dosyasına sunulmamıştır. Bu anlamda
adil dengenin sağlanmasında etkili olduğu tespit edilen yargısal yollara
başvurulmadığından başvuru yollarının usulünce tüketildiği söylenemez.
74. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları
tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Taşınmazın Önceki
Maliklerine Karşı Açılan Davada Hükmedilen Tazminatın Yetersiz Görülmesine
İlişkin Şikâyet
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
75. Başvurucu, hükmedilen tazminatın, taşınmazın Hazine adına
tescil edildiği tarihteki rayiç bedeli yerine alış bedelinin yeniden değerleme
oranında artırılması suretiyle belirlenmesinin HGK"nin
içtihadıyla çelişkili olduğunu iddia etmiştir.
76. Bakanlığın görüş yazısında, hukuk kurallarının yorumlanması
ve uygulanması ile delillerin değerlendirilmesinin derece mahkemelerinin
takdirinde olduğu ve derece mahkemelerinin bu husustaki değerlendirmelerinin
açık ve bariz takdir hatası ve keyfîlik içermedikçe
Anayasa Mahkemesinin müdahalesinin söz konusu olamayacağı ifade edildikten
sonra somut olayda Mahkeme kararının açık ve bariz takdir hatası içerip
içermediğinin veya keyfîlik taşıyıp taşımadığının
değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu belirtilmiştir.
2. Değerlendirme
77. Somut olayda 29/4/1988 tarihinde kesinleşen orman
tutanaklarıyla orman vasfıyla Hazine adına tespit edilen toplam 19.328 m²
büyüklüğündeki taşınmaz, malikleri tarafından 28/1/1993 tarihinde başvurucu
kooperatife satılmıştır. Anılan taşınmazın 15.354 m²lik kısmının Mahkemenin
21/6/2001 tarihli kararıyla; 114,26 m²lik kısmının ise Mahkemenin 4/10/2005
tarihli kararıyla orman vasfıyla Hazine adına tesciline hükmedilmiştir.
Başvurucu tarafından 9/11/2000 tarihinde satıcılar aleyhine tazminat davası
açılmıştır.
78. Başvurucunun önceki malikler aleyhine açtığı tazminat
davası, önceki maliklerin satış tarihinden evvel kısmen Hazine adına tespit
edilmiş olan taşınmazın bu niteliğini gizleyerek taşınmazı satmış olmaları
sebebine dayanmaktadır. Satıcı aleyhine açılan tazminat davası bir önceki
başlıkta incelenen 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi
uyarıca Hazine aleyhine açılan tazminat davasından farklı olarak iki özel kişi
arasında özel hukuk hükümlerinin ihlalinden doğan ihtilafın özel hukuk
hükümleri uygulanarak çözüme bağlandığı bir hukuk yoludur. İki özel kişi
arasındaki özel hukuk ihtilaflarının devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
a. Genel İlkeler
79. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak
bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak
ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması
olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel
kişilerin birbirilerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete
atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru
konusu yapılan dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle
kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar
yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler
Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).
80. Anayasa"nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet güvencesi,
mülkiyet hakkına yönelik kamu gücü tarafından gerçekleştirilen müdahalelerin
yanı sıra kimi durumlarda özel hukuk kişilerince yapılan müdahalelere karşı da
anayasal koruma sağlamaktadır. Dolayısıyla mülkiyet hakkı devlete, müdahalede
bulunmama biçimindeki negatif yükümlülüğün yanında üçüncü kişilerden
gelebilecek müdahalelere karşı malike koruma sağlama şeklindeki birtakım
pozitif yükümlülükler de yüklemektedir (Osmanoğlu
İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649,
15/2/2017, § 42).
81. Mülkiyet hakkına üçüncü kişiler tarafından müdahalede
bulunulması durumunda, bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz
sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve
kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal hukuki
mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir.
Bu bağlamda, hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki
mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus kural
olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte Anayasa
Mahkemesinin, tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde
doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup
olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir
mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden
önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz
etmemesi durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal
edilmiş olabilir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim
Gıda Temizlik Hizmetleri A. Ş., § 48).
82. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceler sunan yargısal yolları da kapsayan
etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve
kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan
uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme
sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin
Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).
83. Tazminat davalarında, tazminatın hesaplama yönteminin
belirlenmesi, alanlarında uzman olan derece mahkemelerinin görev ve
yetkisindedir. Anayasa Mahkemesi bu konuda uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı
gibi mülkiyet hakkı kapsamında yapılan bireysel başvurularda tazminatın
miktarını hesaplamak gibi bir görevi de bulunmamaktadır. (Mukadder Sağlam ve diğerleri, B.No:2013/2511, 22/1/2015, § 49).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
84. Başvurucunun, önceki maliklerin satış tarihinden evvel
kısmen Hazine adına tespit edilmiş olan taşınmazın bu niteliğini gizleyerek
taşınmazı satmış olmaları sebebiyle uğradığı zararın tazmini amacıyla borçlar
hukuku hükümlerine göre tazminat davası açma imkanına sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla devletin, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere
karşı usule ilişkin güvenceler sunan yargısal bir yol oluşturma pozitif
yükümlülüğünün yerine getirildiği görülmektedir. Bununla birlikte bu mekanizma
için öngörülen yargısal güvencelerin somut olayda sağlanıp sağlanmadığı da
incelenmelidir.
85. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 11/3/2002 tarihli bozma
kararına uyan Mahkeme zapta karşı tekeffül hükümleri çerçevesinde uyuşmazlığı
inceleyerek taşınmazın rayiç bedeli üzerinden 115.155 TL tazminata hükmetmiş
iken Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 16/9/2008 tarihli bozma kararı üzerine bu
sefer de sebepsiz zenginleşme hükümlerini uygulamış ve taşınmazın alış
fiyatının yeniden değerleme oranına göre artırılması suretiyle belirlenen tutar
üzerinden 12.162,50 TL tazminata hükmetmiştir. Başvurucu, tazminat miktarının
taşınmazın alış bedelinin yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle
değil Hazine adına tescil edildiği tarihteki rayiç bedeline göre belirlenmesi
gerektiğini ve HGK içtihadının da bu yönde olduğunu ileri sürmektedir.
86. Davanın zapta karşı tekeffül hükümleri kapsamında mı yoksa
sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre mi inceleneceği hususu, uyuşmazlığa
uygulanacak kuralların tespitine ilişkin bir mesele olup kural olarak derece
mahkemelerinin takdirindedir. Öte yandan tazminatın hesaplama yönteminin
belirlenmesi de alanlarında uzman olan derece mahkemelerinin görev ve
yetkisindedir.
87. Yargıtay 3. ve 13. Hukuk Dairelerinin yukarıda atıfta
bulunulan içtihatları incelendiğinde (bkz. §§ 44-46), önceden orman niteliği
taşıdığı sabit olan taşınmazın satış sözleşmesine konu edilmesi mümkün
olmadığından bu nitelikteki taşınmazın satışına ilişkin sözleşmeler
geçersizdir. Bu durumda, alıcının uğradığı zararların sebepsiz zenginleşme
hükümlerine göre iadesi mümkündür. Alıcının uğradığı zararın, taşınmazın alım
bedelinin dava tarihi itibarıyla ulaştığı alım gücü çeşitli ekonomik etkenlerin
(Enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurallarındaki artış,
maaş artışları vb.) ortalamaları alınarak belirlenmesi gerekmektedir.
88. Başvurucu tarafından atıfta bulunulan HGK kararlarına konu
olaylarda (bkz. §§ 42-43), somut olaydan farklı olarak satış sözleşmeleri başta
geçerli olup sonradan ortaya çıkan nedenlerle edimin ifası imkansızlaşmıştır. HGK"nin söz konusu kararlarında, uyuşmazlık zapta karşı
tekeffül hükümleri uyarınca çözümlenmiştir. Buna karşılık somut başvuruda satış
sözleşmesinin akdedildiği tarihten itibaren geçersiz olması nedeniyle ödenmesi
gereken tazminatın miktarı sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde belirlenmiştir.
Dolayısıyla HGK"nin anılan kararlarının bakılan
başvuruya konu olay yönünden emsal teşkil edemeyeceği anlaşılmaktadır.
89. Bilirkişi tarafından uygulanan hesaplama yönteminin Yargıtayın yerleşik içtihatlarına uygun olduğu
anlaşılmaktadır. Bilirkişi raporunda varılan kanaat Mahkemenin ve Yargıtayın bu konudaki uzman
Dairesinin denetiminden geçmiş ve hukuka uygun bulunmuştur. Başvurucuların
taşınmazının değerine ilişkin yargılama sonucu ulaşılan bu kanaatin aksi sonuca
ulaştırmayı gerektirecek herhangi bir neden de bulunmamaktadır.
90. Dolayısıyla somut olayda devletin pozitif yükümlülükleri
kapsamında mülkiyetin kullanılmasına ve korunmasına yönelik yeterli
güvencelerin mevcut olduğu, bireysel başvuruya konu kararlarda yer verilen
tespit ve gerekçeler itibarıyla mülkiyet hakkının korunması yükümlülüğü
yönünden başvurucunun usule ilişkin güvencelerden etkin biçimde yararlanmasının
sağlandığı ve yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı
sonucuna varılmıştır. Bu sebeple, başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin
şikâyeti yönünden açık ve görünür bir ihlal bulunmamaktadır.
91. Açıklanan gerekçelerle, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede
Yargılanma Hakkı
92. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
93. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
94. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken, sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması
devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas
alınır (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
95. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
96. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 13 yıllık yargılama
süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
97. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun"un
50. Maddesi Yönünden
98. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
99. Başvurucu, taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle
taşınmaz bedeli için 725.000 TL, taşınmaz üzerindeki inşaatlar için 600.000 TL
olmak üzere toplam 1.325.000 TL maddi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.
Başvurucu manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmamıştır.
100. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
101. Başvurucu manevi tazminat talebinde bulunmadığından makul
sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesine
gerek görülmemiştir.
102. Başvurucunun, taşınmazın Hazine adına tescili nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının
tüketilmemesi sebebiyle kabul edilemezlik kararı verildiğinden taşınmaz bedeli
ile inşaat bedeline ilişkin maddi tazminat isteminin reddi gerekir.
103. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin REDDİNE,
B. 1. Taşınmazın Hazine
adına tescil edilmesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Taşınmazın önceki
maliklerine karşı açılan davada hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olduğu
iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Seferihisar Asliye Hukuk
Mahkemesine (E.2009/108) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.