
Esas No: 2014/9
Karar No: 2014/9
Karar Tarihi: 3/1/2014
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
|
|
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
FAYSAL SARIYILDIZ BAŞVURUSU |
|
(Başvuru Numarası: 2014/9) |
Karar Tarihi: 3/1/2014 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Serruh
KALELİ |
Üyeler |
: |
Burhan ÜSTÜN |
|
|
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Hicabi
DURSUN |
|
|
Zühtü ARSLAN |
Raportör |
: |
Serhat ALTINKÖK |
Başvurucu |
: |
Faysal SARIYILDIZ |
Vekili |
: |
Av. Cihan AYDIN |
|
|
Av. Meral Danış BEŞTAŞ |
|
|
Av. Mesut BEŞTAŞ |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1.
Başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı
halde tutuklandığını, yerel mahkemelerin “klişe gerekçelerle” tahliye
taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını, milletvekili
seçildikten sonra tutuklu bulundurulmasının siyasi faaliyette bulunma hakkına
yönelik ağır bir müdahale olduğunu, emsal nitelikteki Anayasa Mahkemesi
kararının kendisi hakkında uygulanmadığını, yargılanması sırasında tabii hakim
ilkesinin gözetilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 10., 19., 37. ve 67.
maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru,
31/12/2013 tarihinde Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.
Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci
Bölüm İkinci Komisyonunca, 3/1/2014 tarihinde başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm,
3/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik
ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Bakanlık
görüşünü 3/1/2014 tarihinde bildirmiştir. Mahkemenin konuya ilişkin önceki
kararları dikkate alındığında bakanlık görüşünün başvurucuya bildirilmesinin
başvurucu lehine herhangi bir sonuç doğurmayacağı anlaşıldığından bildirime
gerek görülmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru
dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7.
Başvurucu 16/6/2009 tarihinde tutuklanmıştır.
8.
Başvurucu, tutuklu iken 12/6/2011 tarihinde yapılan genel seçimde Şırnak
ilinden bağımsız milletvekili olarak seçilmiştir.
9. Hazırlık
soruşturmasının ardından başvurucu hakkında 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 314. maddenin (2) numaralı fıkrası ve 12/4/1991 tarih ve 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinin ikinci fıkrasına muhalefet
iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Başvurucunun soruşturma ve kovuşturma
aşamasında yapmış olduğu tutukluluğa itirazları her seferinde mahkeme
tarafından “klişe” gerekçelerle reddedilmiştir.
10.
Başvurucu, milletvekili seçilmesinin ardından tahliye talebiyle 17/6/2011
tarihinde Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, Mahkeme başvurucunun
talebini özetle, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
sanığın kaçma, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme olasılığının
bulunması, bunların yanında, sanığın 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında yer alan suçlardan birini işlediği hususunda yoğun şüphenin
varlığı nedeniyle 25/6/2011 tarihinde reddederek tutukluluk halinin devamına
karar vermiştir.
11.
Başvurucu son olarak, Anayasa Mahkemesince verilen 4/12/2013 tarih ve B. No:
2012/1272 sayılı karara dayanarak, yargılamasının devam ettiği Diyarbakır 6.
Ağır Ceza Mahkemesinden 6/12/2013 tarihinde tahliye edilmesini talep etmiştir.
12.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun talebini 16/12/2013 tarihinde reddetmiştir.
13.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/12/2013 tarihli ret kararına karşı
başvurucu, 17/12/2013 tarihinde Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz
etmiştir.
14. İtirazı
inceleyen Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun talebini 20/12/2013
tarih ve 2013/698 Değişik İş sayılı kararı ile reddetmiştir.
15.
Başvurucu hakkındaki ceza davası ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
16.
Anayasa’nın “Yasama dokunulmazlığı”
başlıklı 83. maddesi şöyledir:
“Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden,
Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının
teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça
bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.
Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.
Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış
olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki
durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve
doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir
ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır;
üyelik süresince zamanaşımı işlemez.
Tekrar
seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclisin yeniden
dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır.
Türkiye
Büyük Millet Meclisindeki siyasî parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile
ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.”
17.
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin
kötüye kullanılamaması” başlıklı 14. maddesi şöyledir:
“Anayasada
yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa
hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve
hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde
sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde
yorumlanamaz.
Bu
hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler,
kanunla düzenlenir.”
18. 3713
sayılı Kanun’un 7. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
“(Değişik
ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit
içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı
teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi
hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın
organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında
da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil
ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:
a) Terör
örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde,
kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması.
b) Toplantı
ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya
destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
1. Örgüte
ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması,
2. Slogan
atılması,
3. Ses
cihazları ile yayın yapılması,
4. Terör
örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın
giyilmesi.”
19. 5237
sayılı Kanun’un 314. maddenin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Bu kısmın
dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı
örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Birinci
fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası
verilir.”
20.
4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi
şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur
veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
yer alan; (1)
…
9. Suç
işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde
220),
10.
Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),
11.
Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311,
312, 313, 314, 315),
…
(4)
(Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya
hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı
verilemez.”
21. 5271
sayılı Kanun’un 109. maddesi şöyledir:
“(1)
(Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı
halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar
verilebilir.
(2) Kanunda
tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole
ilişkin hükümler uygulanabilir.
(3) Adlî
kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi
tutulmasını içerir:
a) Yurt
dışına çıkamamak.
b) Hâkim
tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak
başvurmak.
c) Hâkimin
belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına
ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.
d) Her
türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme,
makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.
e)
Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından
arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi
olmak ve bunları kabul etmek.
f)
Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya
birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine
hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.
g) Silâh
bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz
karşılığında adlî emanete teslim etmek.
h)
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi
belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî
veya kişisel güvenceye bağlamak.
i) Aile
yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm
edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.
j) (Ek:
2/7/2012-6352/98 md.) Konutunu terk etmemek.
k) (Ek:
2/7/2012-6352/98 md.) Belirli bir yerleşim bölgesini
terk etmemek.
l) (Ek:
2/7/2012-6352/98 md.) Belirlenen yer veya bölgelere
gitmemek.
(4) (Ek:
25/5/2005 – 5353/14 md.; Mülga: 2/7/2012-6352/98 md.)
(5) Hâkim
veya Cumhuriyet savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında
şüphelinin meslekî uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak
izin verebilir.
(6) Adlî
kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan
mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen
hallerde uygulanmaz.
(7) (Ek:
6/12/2006 – 5560/19 md.) Kanunlarda öngörülen
tutukluluk sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında (…) adlî
kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22.
Mahkemenin 3/1/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 31/12/2013
tarih ve 2014/9 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
23.
Başvurucu;
i. Tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi
olmadığı halde tutuklandığını, yerel mahkemelerin “klişe gerekçelerle” tahliye
taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını ileri sürerek
Anayasa’nın 19. maddesinin,
ii. 12/6/2011 tarihinde milletvekili seçildiğini, Anayasa’nın 67.
maddesinde seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde
siyasi faaliyette bulunma hakkının güvence altına alınmasına rağmen
milletvekili seçildikten sonra tahliye edilmemesi nedeniyle Türkiye Büyük
Millet Meclisinde yemin edemediğini ve milletvekilliği görevini fiilen yerine
getiremediğini, tutukluluk halinin milletvekili olarak siyasi faaliyette
bulunma ve temsil hakkını engellemesi nedeniyle seçilme hakkına bir müdahale
olduğunu, milletvekili seçildikten sonraki tahliye taleplerinin reddine ilişkin
mahkeme kararlarında seçilme ve temsil hakkıyla yargılamanın tutuklu olarak
sürdürülmesindeki kamu yararı arasında makul dengenin gözetilmediğini,
milletvekili olduktan sonra tutuklu kaldığı süre de gözetildiğinde seçilme ve
milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik ağır müdahalenin
ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığını ileri sürerek
Anayasa’nın 67. maddesinin,
iii. Milletvekili genel seçimi ile bağımsız milletvekili olarak
seçilmesinin ardından ilk derece mahkemesinin tutuklama tedbiri konusundaki
tutumunda hiçbir değişiklik gözlenmediğini, 5/7/2012
tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin
Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından
derece mahkemelerince verilen kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan
müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından lehine olan adli kontrol
tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığını, Anayasa Mahkemesinin 4/12/2013
tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı kararını emsal göstererek Diyarbakır 6. Ağır
Ceza Mahkemesine yaptığı başvurunun “klişe gerekçelerle” reddedildiğini,
Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasına göre Anayasa Mahkemesinin
kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamasına ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulüne Dair Kanunun 50. maddesi
uyarınca da Anayasa Mahkemesinin kararlarının gereğinin yerine getirilmesinin
bir zorunluluk olmasına rağmen derece mahkemesinin tutuklama kararında ısrar
etmesinin “kanun önünde eşitlik” ilkesini ihlal ettiğini ileri sürerek
Anayasa’nın 10. maddesinin,
iv.
6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Kanun’un
250., 251. ve 252. maddelerinin yürürlükten kaldırıldığını, ancak aynı kanunun
geçici 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasının
“Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlükten
kaldırılan 250. maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen mahkemelerde
açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerce
bakmaya devam olunur. Bu davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik karan verilemez.
12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesinin
kovuşturmaya ilişkin hükümleri bu davalarda da uygulanır.” hükmüne göre aynı
suçlara bakmakla yetkili iki ayrı mahkeme kurulduğunu, “tabii/olağan mahkeme” ilkesinin bir uyuşmazlığı
yargılayacak olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli
olması ve yargılanacak olayın meydana geldiği anda o olay için kanunun önceden
öngördüğü mahkeme anlamına geldiğini, bu mahkemenin hâkiminin de “tabii hâkim”
olduğunu, bir uyuşmazlığın ancak doğumu anında görevli ve yetkili olan mahkeme
tarafından görülebileceğini, tabii hâkim ilkesine göre davanın olaydan sonra
çıkarılacak bir kanunla kurulacak bir mahkeme tarafından görülemeyeceğini,
tabii hâkim ilkesinin sonucu olarak “olağanüstü/istisnai”
mahkemelerin kurulamayacağını, 6352 sayılı Kanun’un 75. maddesiyle 12/4/1991
tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinin yeniden
düzenlenerek bu Kanun’un kapsamına giren suçların soruşturma ve kovuşturma
usulleri yeniden düzenlenerek yeni mahkemelerin kurulmasının tabii hâkim
ilkesine aykırı olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 37. maddesinin,
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
24. Başvurucu,
hakkındaki davanın tabii hâkim ilkesine aykırı olarak olağanüstü bir mahkeme
tarafından görüldüğünden şikâyet etmiştir.
25.
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu’nun 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince Anayasa Mahkemesine yapılan bir
bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından
müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış
olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (“AİHS”) ve Türkiye’nin
taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka
ifadeyle, Anayasa ve AİHS’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını
içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B.
No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
26. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.
Başvurucunun, hakkındaki davanın tabii hâkim ilkesine aykırı olarak olağanüstü
bir mahkeme tarafından görüldüğünü yönündeki şikâyetlerinin Anayasa’nın 36.
maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı”
kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
27.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
28. 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale
neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş
idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
29. Bu
hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale
neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.
30. Zira
temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir
ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı
öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur.
Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı
mercilerinde olağan kanun yolları vasıtasıyla çözüme kavuşturulması gerekir.
Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması
içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§
17–18). Başvurucu hakkındaki dava derece mahkemesi önünde derdesttir. Bu
şikâyet bakımından başvuru yolları henüz tüketilmemiştir.
31.
Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının
“başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Eşitlik İlkesi Yönünden
32.
Başvurucu, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “kanun önünde eşitlik ilkesi”nin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33.
Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının,
soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka AİHS kapsamında yer alan
diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (B. No:
2012/1049, 26/3/2013, § 33).
34.
Başvurucunun, eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının esas olarak kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı çerçevesinde ve bu hakla bağlantılı olarak ele alınması
gerekir. Dolayısıyla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı bakımından eşitlik ilkesi,
bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp, bu hakkın kullanılmasını,
korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte
haklardandır (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 34).
35.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 10. maddesinin ihlal edildiği
yönündeki iddialarının, Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiği yönündeki
iddialar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
c. Başvurucunun Diğer Şikâyetleri
Yönünden
36.
Başvurucunun, tutukluluğun makul süreyi aştığı, formül gerekçelerle
tutukluluğun devamına karar verildiği ve seçilme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir
kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetlere ilişkin kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Anayasa’nın 19. Maddesinin Yedinci
Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
37.
Başvurucu, tahliye taleplerinin sürekli formül gerekçelerle reddedildiğinden ve
makul olmayan bir süredir tutuklu olduğundan şikâyet etmiştir.
38.
Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin, benzer durumda yapılan başvurulara
ilişkin olarak verdiği 4 Aralık 2012 tarihli iki kararında, seçilme hakkının
sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra
milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva ettiği, 5271 sayılı
Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen
adli kontrol hükümlerinin 6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe
girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucuların lehine de uygulanma
imkanının ortaya çıktığı ve seçilmiş bir milletvekilinin siyasi faaliyette
bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı
arasında ölçülü bir denge kurulmadığı gerekçesiyle tutuklu kalınan sürenin
makul olmadığı sonucuna vardığı belirtilerek somut başvurunun incelenmesinde bu
hususların göz önünde tutulması gerektiği ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait
olduğu ifade edilmiştir.
39.
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan
kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma
sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma
ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine
getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
40.
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında
tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma
veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu
güvence altına alınmıştır.
41.
Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde
değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu
sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre
değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”
şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin
hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir.
Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19.
maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha
ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir
(B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Labita/İtalya [BD], no.
26772/95, 6/4/2000, § 152).
42. Bir
davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece
mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini
etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest
bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması
gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 62).
43.
Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının
yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama
nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse
de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin
hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu
gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama
sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın
karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi
faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate
alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup
olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63).
Tutukluluk süresinin makul seviyede kalması için ilgili makamların almış
oldukları önlemler de dahil olmak üzere tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle
sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz: Chraidi/Almanya, B. No. 65655/01, 26/10/2006, §§ 42–45).
44.
Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip
edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine
ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler
tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler
çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne
alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç
işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya
birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar
tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§
63-64).
45. Diğer
taraftan özgürlük hakkı, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle
organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye
neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (“AİHM”), Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c)
bendinin, AİHS’e Taraf Devletlerin güvenlik
görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini
aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini
vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye,
B. No. 66066/09, 9/7/2013, § 46).
46. Bir kişinin gerekçeden tamamen
yoksun bir yargı
kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması
kabul edilemez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz:
Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy/Rusya, B. No: 72967/01, 1/3/2007, § 91).
Bununla beraber tutukluluğu meşru
kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu
söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa
gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu
çerçevede değerlendirilmemelidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Mooren/Almanya [BD], B. No: 11364/03, 9/7/2009,
§ 79).
47. İtiraz
veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve
bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı
olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık
teşkil etmez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: García Ruiz/İspanya,
B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26).
48. Makul
sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp
gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise
tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı
tarihtir. Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada
mahkumiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk
hali sona erer (B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66, 67).
49. Somut
olayda başvurucu, milletvekili seçilmesinin ardından tahliye talebiyle
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, ancak mahkeme başvurucunun tahliye
talebini reddetmiştir (bkz: § 10). Başvurucu son
olarak Anayasa Mahkemesince verilen 4/12/2013 tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı
karara dayanarak, yargılamasının devam ettiği Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinden 6/12/2013 tarihinde tahliye edilmesini talep etmiştir.
50.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun talebini özetle, Anayasa
Mahkemesi kararlarının farklı etkilerinin olduğunu, soyut ve somut norm
denetimi ile bireysel başvuru sonucu verilen kararların etkisi, bağlayıcılığı,
kesinliği ve uygulamasının farklı olduğunu, iptal ve itiraz davaları
neticesinde verilen Anayasa Mahkemesi kararlarının genel hukuki bağlayıcılık
gücüne sahip olduğunu, Anayasa’nın 148. ve 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddelerinde bireysel başvurunun kapsamının belirlendiğini, bireysel başvuruda
öncelikle başvurucunun bireysel bir menfaatinin bulunup bulunmadığının
incelendiğini, 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesine göre ihlale yol açtığı iddia
edilen işlem ve kararlardan kişisel olarak doğrudan etkilenen kişilerin
bireysel başvuru hakkına sahip olduğunu, Anayasa Mahkemesi İç Tüzüğünün 79.
maddesine göre Anayasa Mahkemesi Bölümlerince gerekli görüldüğü takdirde 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası doğrultusunda ihlalin ve
sonuçlarının hangi şekilde ortadan kaldırılabileceği hususunda yapılması
gerekenlerin bildirileceğinin hükme bağlandığını, Anayasa Mahkemesinin bireysel
başvuru sonucunda verdiği kararların soyut ve somut norm denetiminden farklı
olarak sadece davanın tarafı olan kişiler açısından etkili olacağını, sadece
kişisel ve güncel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuruda
bulunabileceğini ve bu başvuru neticesinde ortaya çıkacak Anayasa Mahkemesi
kararının ilgili kişi ve başvuruya konu idari işlem ya da karar açısından
geçerli ve bağlayıcı olacağını, başvurucu tarafından Anayasa Mahkemesince
verilen 4/12/2013 tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı karar emsal gösterilerek
yapılan tahliye talebinin suçun vasfı, mevcut delil durumu, atılı suçun 5271
sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılanlardan olması ve
adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağını belirterek 16/12/2013 tarihinde
reddetmiştir.
51.
Başvurucu, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/12/2013 tarihli ret kararına
karşı 17/12/2013 tarihinde Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir.
İtirazı inceleyen Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun tahliye
talebini reddeden mahkemenin gerekçelerine ek olarak, tutukluluğun her somut
olayın kendi özelliklerine göre değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederek itirazı
20/12/2013 tarih ve 2013/698 Değişik İş sayılı kararı ile reddetmiştir.
52. Somut
olayda başvurucu 16/6/2010 tarihinde tutuklanmıştır. Anayasa Mahkemesine
başvuru tarihi itibariyle başvurucunun tutukluluk süresi 4 yıl 6 ay 15 gündür.
53.
Anayasa’nın 67. maddesi seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını
güvenceye almaktadır. 67. maddenin birinci fıkrasına göre, “Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir”.
Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik
devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday
olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
54. Seçilme
hakkı sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra
milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva etmektedir. Bu da
hiç kuşkusuz, kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini
fiilen kullanabilmesini gerektirir. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama
faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil,
aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir
müdahale teşkil edebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz:
Sadak ve Diğerleri/Türkiye, B.
No: 25144/94, 26149/95, 26154/95, 27100/95, 27101/95, 11/6/2002, §§ 33, 40).
AİHM, milletvekili–seçmen ilişkisinden hareketle, ifade özgürlüğünün halkın
seçilmiş temsilcileri için özellikle önemli olduğunu, zira milletvekilinin
seçmeni temsil ettiğini, onların taleplerine dikkat çekerek menfaatlerini
savunduğunu, dolayısıyla bir muhalif milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik
müdahalenin daha sıkı bir denetimi gerektirdiğini vurgulamıştır (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/12/1992, §
42).
55.
Anayasa’nın 83. maddesi, milletvekillerinin hiç bir
baskı ve tehdit altında kalmadan serbestçe yasama faaliyetlerini
yürütebilmelerini temin etmek için yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı
kurumlarına yer vermiştir. Bu bağlamda milletvekillerine yasama faaliyetleri
sırasındaki oy ve sözleri nedeniyle mutlak bir sorumsuzluk tanınmıştır. Ayrıca
milletvekillerinin işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle tutulma,
tutuklanma, sorgulanma ve yargılanmaya karşı, yasama faaliyetlerine aksatmadan
katılmalarını temin etmek maksadıyla dokunulmazlık yoluyla koruma altına
alınmışlardır. Bu güvenceler, milletvekillerine tanınan bir ayrıcalık ya da
imtiyaz olmaktan ziyade, temsil ettikleri seçmenlerinin görüş ve düşüncelerinin
siyasal alanda gereği gibi yansıtılmasını sağlamaya dönük koruyucu
tedbirlerdir. Nitekim Anayasa Mahkemesi 30/12/1997 tarihli kararında
dokunulmazlığın amacını “yasama organı
üyelerini, görevlerini tam olarak yerine getirmelerini engelleyecek gereksiz
suçlamalardan korumak” şeklinde ifade etmiştir (E. 1997/73,
K.1997/73, K.T. 30/12/1997).
56. Bununla
birlikte Anayasa’nın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve
sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak
milletvekilliği süresiyle sınırlıdır. Yine bu süre içerisinde, seçimden önce
veya sonra herhangi bir suç işlediği iddiasıyla bir milletvekilinin
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılabilmesi mümkündür. Ağır cezayı
gerektiren suçüstü hali ile seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak
kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar ise dokunulmazlık kapsamı
dışında tutulmuştur. Davaya bakan mahkemenin gerekçesinden, başvurucunun
durumunu Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında kaldığı yönünde değerlendirdiği
anlaşılmaktadır.
57. Anayasa’nın
83. maddesinde 14. maddeye atıfla getirilen istisna, Anayasa’nın 67.
maddesindeki seçilme hakkı da dikkate alındığında dar ve özgürlük lehine
yorumlanmalıdır. Bu nedenle tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişi
milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, seçilmiş milletvekilinin tutuklu
olması nedeniyle yasama faaliyetine katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu
yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Bu çerçevede mahkemelerin
milletvekili seçilen kişilerin tutukluluğunun devamına karar verirken hem kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak
bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Bunun
sonucu olarak makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenirken, başvurucunun
milletvekili seçilmesiyle birlikte ileri sürmüş olduğu iddiaların tutukluluğun
devamına ilişkin kararlarda gerektiği gibi değerlendirilip
değerlendirilmediğine de bakılmalıdır. Dolayısıyla, başvurucunun seçilmiş bir
milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın
tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir denge kurulduğu
takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli
oldukları sonucuna varılabilir.
58. Bu
nedenle, seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın
14. maddesi kapsamındaki bir suç isnadıyla yargılanan bir milletvekilinin
tutukluluk halinin incelenmesi sırasında, bu koruma tedbirinin seçilme hakkını
işlevsiz hale getirebileceği göz ardı edilmemelidir. Bütün Milleti temsil etmek
üzere belli bir süre için seçilen milletvekilinin, şayet varsa, bu hakkını
kullanmasına engel olmayacak koruma tedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde
özenle durulmalıdır. 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında buna imkân tanıyan hükümlere yer verildiği, maddede 6352 sayılı
Kanun’la yapılan değişiklikler sonucunda bunların sayısının artırıldığı
görülmektedir.
59. Başvurucu,
milletvekili seçildiği tarihten Anayasa Mahkemesine başvuru tarihine kadar 2
yıl 6 ay 20 gündür tutuklu bulunmaktadır. 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin
(3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin
6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden
itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkanı ortaya
çıkmıştır. Buna rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan
müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli kontrol
tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı sonucuna varılmıştır. Bu sonuç, 6352
sayılı Kanun’un yürürlüğe girdikten sonraki tahliye talepleri üzerine verilen
kararlar bakımından daha belirgindir. Bu durumda, tutukluluğun devamına karar
verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile
başvurucunun seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı
arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin
makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
60. Açıklanan
nedenlerle, Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Anayasa’nın 67. Maddesinin Birinci
Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası
61.
Başvurucu, milletvekili seçilmesine rağmen yasama dokunulmazlığından
yararlandırılmadığını ve tahliye edilmediğini, milletvekilliği görevini yerine
getiremediğini, bu nedenle siyasi faaliyet özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
62. Milletvekili
seçilmesine rağmen tahliye edilmediği için bu görevi yerine getiremediğini
ileri süren başvurucunun bu şikâyetinin, esas itibarıyla seçilme hakkıyla
ilgili olduğu ve Anayasa’nın 67. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
63. Adalet
Bakanlığı görüşünde Anayasa Mahkemesinin benzer nitelikteki başvurulara ilişkin
4/12/2013 tarihli iki kararında yer verilen ilkelere atıf yaparak başvurucunun
milletvekili olduktan sonra tutuklu kaldığı süre de gözetildiğinde, seçilme ve
milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik müdahalenin
ölçülü ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı konusunda
takdirin Anayasa Mahkemesi’ne ait olduğu belirtilmiştir.
64. Anayasa’nın
148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun
esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia
edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra AİHS ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir
başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (B.
No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
65. Anayasa’nın
“Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları” başlıklı 67. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Vatandaşlar,
kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak
veya bir siyasî parti içinde siyasî faaliyette bulunma ve halkoylamasına
katılma hakkına sahiptir.”
66. AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi şöyledir:
“Yüksek
Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest şeçimler yapmayı taahhüt ederler.”
67. Anayasa’nın
67. maddesinde seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde
siyasî faaliyette bulunma hakkı güvence altına alınmıştır. Çoğulcu demokratik
rejimlerin vazgeçilmez unsurları olarak kabul edilen siyasi partiler, milli
iradenin oluşumu, anayasal rejimin işleyişi, siyasal düzeninin varlığı için
belirleyici rol oynayan kuruluşlardır. Parlamenter demokraside halk ile yönetim
arasındaki bağlantıyı ve parlamentonun siyasi meşruiyetini, demokratik usul ve
esaslara göre belirlenen seçimler aracılığıyla halkın temsilcisi olarak seçilen
milletvekilleri gerçekleştirirler.
68. Yasama
yetkisinin sahibi olan parlamento ve onu oluşturan milletvekilleri anayasal
sınırlar içinde toplumda var olan farklı siyasi görüşlerin temsilcileridirler.
Serbest seçimlerle halkın adına karar alma yetkisi verilen milletvekillerinin
asli görev alanı parlamento olup, sahip oldukları görev alanı üstün kamusal
yarar ve önem içermektedir.
69. Siyasi
faaliyetlerde her ülkenin kendi koşulları içinde yasalar ile sınırlamalar
getirilebileceği söylenebilirse de, milletvekillerinin
yasama faaliyetlerinde anayasal bir koruma alanına sahip olduğu açıktır. Aslolan halkın siyasi iradesinin engellenmemesi ve hakkın
özünün etkisiz hale getirilmemesidir. Seçilmiş milletvekillerinin yasama
faaliyetlerini yerine getirmelerini engelleyecek ölçüsüz müdahaleler halk
iradesiyle oluşan siyasal temsil yetkisini ortadan kaldıracak, seçmen
iradesinin parlamentoya yansımasını önleyecektir.
70. AİHM “serbest seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin
temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul
etmektedir. AİHM, Sözleşme’ye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (Benzer yöndeki
AİHM kararları için bkz: Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
B. No: 9267/81, 2/3/1987, § 47; Ždanoka/Letonya [BD], B. No: 58278/00, 16/3/2006,
§ 103; Yumak ve Sadak/Türkiye
[BD], B. No: 10226/03, 8/7/2008 § 105).
71. Öte
yandan, seçilme hakkı, mutlak olmayıp meşru amaçlarla sınırlanabilir. Nitekim
Anayasa’nın 67. maddesinde siyasi haklara “kanunda gösterilen şartlara uygun”
olarak sahip olunacağı belirtilmiş, maddede bazı özel sınırlamalara yer
verilmiş ve Anayasa’nın diğer maddelerinde de bu hakların kullanılmasına
yönelik bazı sınırlamalar öngörülmüştür. Anayasa"da belirtilen sebeplere
dayanılarak kanunla getirilen sınırlamaların Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen şartlara uygun olması gerekmektedir. Benzer şekilde, AİHM de bu
hakların sınırlandırılabileceğini kabul etmekte, ancak bu sınırlamaların
“yasama organının seçiminde halkın görüşlerinin serbestçe açıklanması”nı
ve bu anlamda belli kişilerin veya grupların ülkenin siyasal hayatına
katılımlarını engelleyici, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ve etkisini
ortadan kaldıracak ölçüde olmaması ve öngörülen amaçla orantılı olması
gerektiğini belirtmektedir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz: Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
B. No: 9267/81, 2/3/1987, § 52; Tanase/Moldova
[BD], B. No: 7/08, 27/4/2010, §§ 157, 158, 161).
72. Somut
olayda başvurucu hakkındaki soruşturma, milletvekili seçilmeden önce
başlatılmış, tutuklu olarak yargılanırken 12/6/2011 tarihinde yapılan genel
seçimde milletvekili seçilmiştir. Bu yönüyle gerek yürütülen kovuşturma,
gerekse başvurucunun tutukluluk hali milletvekili seçilmesine engel teşkil
etmemiştir. Bu anlamda başvurucunun seçilme hakkına bir müdahale söz konusu
olmadığı gibi, buna yönelik bir iddia da ileri sürülmemiştir. Bununla birlikte
başvurucu, milletvekili seçildikten sonra tahliye edilmediğinden Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nde yemin edememiş ve milletvekilliği görevini fiilen yerine
getirememiştir. Bu görevin yerine getirilmesine engel olan tutukluluk halinin
milletvekili olarak siyasi faaliyet ve temsil hakkını engellemesi nedeniyle
seçilme hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.
73. Yukarıda
açıklandığı üzere, başvurucunun milletvekili seçildikten sonraki tahliye
talepleri ilgili mahkemeler tarafından reddedilmiştir. Önceki başlıktaki
inceleme sonucunda başvurucunun milletvekili seçildikten sonraki tahliye
taleplerinin reddine ilişkin kararlarda başvurucunun seçilme ve temsil hakkıyla
yargılamanın tutuklu olarak sürdürülmesindeki kamu yararı arasında makul bir
dengenin gözetilmediği, dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
74.
Başvurucunun makul olmayan bir şekilde tutuklu kalması, yasama faaliyetlerine
katılmasını engellemiştir. Başvurucunun milletvekili olduktan sonra tutuklu
kaldığı süre de gözetildiğinde, seçilme ve milletvekili olarak siyasi
faaliyette bulunma hakkına yönelik bu ağır müdahalenin ölçülü ve demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu söylenemez.
75. Açıklanan
nedenlerle Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67.
maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanunun 50. Maddesi Yönünden
76. 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
77.
Başvuruda Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası ile 67. maddesinin birinci
fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
78.
Başvurucu, uğradığı zarar karşılığında 20.000,00 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
79.
Başvurucunun özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararın varlığı ve somut
olayın özelliklerini dikkate alarak başvurucuya takdiren
5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
80.
Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen
198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
81.
Gereğinin ifası için kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları
yönünden “başvuru yollarının tüketilmemiş
olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Başvurunun, diğer iddialar yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Başvurucunun, tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasıyla ilgili olarak
Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 19. maddesinin
yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucunun, seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili
olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasıyla bağlantılı olarak 67.
maddesinin birinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
E. Başvurucuya 5.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
F. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
H. Kararın bir örneğinin gereğinin ifası için Mahkemesine
gönderilmesine,
3/1/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.