
Esas No: 2012/673
Karar No: 2012/673
Karar Tarihi: 19/12/2013
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
HAYDAR İZGİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2012/673) |
|
Karar Tarihi: 19/12/2013 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Serruh KALELİ |
Üyeler |
: |
Mehmet ERTEN |
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ |
|
|
Burhan ÜSTÜN |
|
|
Zühtü ARSLAN |
Raportör |
: |
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER |
Başvurucu |
: |
Haydar İZGİ |
Vekili |
: |
Av. Suna Ünsal AYDIN |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 1979 yılında
açılan ve 1993 tarihinde asli müdahil sıfatıyla katıldığı tespite itiraz
davasının hali hazırda ilk derece mahkemesi önünde derdest olması nedeniyle
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin
tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep
etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 13/11/2012
tarihinde Çermik Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b)
bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına
ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir. Bakanlık görüş bildirmeyeceğini Mahkemeye iletmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. 6/2/1979 tarihinde Çermik Tapulama
Mahkemesinde açılan 1979/42 esas sayılı dosyaya, başvurucu 15/4/1993 tarihinde
asli müdahil sıfatıyla katılmıştır.
7. Mahkemece yürütülen
yargılama sırasında verilen 16/2/2011 tarihli tefrik
kararının ardından başvurucunun tarafı olduğu davanın Çermik Kadastro
Mahkemesinin E.2011/7 sırasına kaydı yapılmış olup, dava ilk derece mahkemesi
önünde derdesttir.
B. İlgili
Hukuk
8. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
9. 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı
Kadastro Kanunu’nun “Genel
olarak görev” kenar başlıklı 25. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Kadastro
mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya
şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve
ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri
davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya
kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek
üzerine veraset belgesi de verebilir.”
10. 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul”
kenar başlıklı 28. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro
müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro
tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava
dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile
uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili
dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara
Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.”
11. 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar
başlıklı 29. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma
yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu
madde hükmünce işi karara bağlar.
…
Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan
hallerde basit yargılama usulü uygulanır.
Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.”
12. 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin
takdiri” kenar başlıklı 30. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları
şöyledir:
“Kadastro
tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek
itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim,
kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında
çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri
tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.
Kadastro
komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen
dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının
dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak
taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür.
Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit
edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.”
13. 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun
yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı 32.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kadastro mahkemesi
kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.”
14. 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro
harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasının
son cümlesi şöyledir:
“Bu Kanun gereğince
resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler,
ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten
karşılanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
15. Mahkemenin 19/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
13/11/2012 tarih ve 2012/673 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
16. Başvurucu, 1979 yılında
açılan ve 1993 tarihinde asli müdahil sıfatıyla katıldığı tespite itiraz
davasının hali hazırda ilk derece mahkemesi önünde derdest olması nedeniyle
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
17. Başvurucu, somut başvuruya
ilişkin olarak ilk derece mahkemesince yapılan yargılamayı sonlandırır
nitelikte bir karar mevcut olmadığını belirtmiştir.
18. Başvuru konusu dava, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den
önce açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla,
başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi
dâhilindedir. Ayrıca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce,
ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş
olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması
gerekmekle birlikte, hukuk sistemimizde, yargılamanın uzamasını önleyici etkiye
sahip olan veya yargılamanın makul sürede yapılmaması sonucunda oluşan
zararları tespit ve tazmin edici nitelik taşıyan bir idari veya yargısal
başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi
yönünden kabul edilebilir niteliktedir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 21-30).
19. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
20. Başvurucu, 1979 yılında
açılan ve 1993 tarihinde asli müdahil sıfatıyla katıldığı davanın hali hazırda
ilk derece mahkemesi önünde derdest olması nedeniyle makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
21. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18)
22. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
23. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
24. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
25. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin
lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
26. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
27. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No:2012/13, 2/7/2013, § 40).
28. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 41–45).
29. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
30. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
31. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, iki adet taşınmaza ilişkin kadastro tespitine itiraz ve tescil talebinin
söz konusu olduğu görülmekle, 3402 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer
alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak
ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 49).
32. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir.
Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde
yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların
yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan,
değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara
bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
33. Başvuru konusu davanın
açılış tarihi 6/2/1979 olmakla beraber, başvurucunun
verdiği 15/4/1993 tarihli asli müdahale dilekçesi sonrasında, asli müdahil
sıfatıyla yargılamada yer almaya başladığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle,
başvurucu açısından yapılacak makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate
alınacak sürenin başlangıç anı, davanın açıldığı tarih değil, müdahale
talebinde bulunulduğu 15/4/1993 tarihidir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Cocchiarella/İtalya,
B. No. 64886/01, 29/3/2006, § 113; Namlı ve
Diğerleri/Türkiye, B. No. 51963/99, 23/5/2007, § 17-19; M. Ö./Türkiye, B. No. 21136/95, 19/5/2005,
§ 25).
34. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil,
uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir.(B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 51).
35. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun başlangıçta iki davacı
tarafından hazine ve ilgili köy tüzel kişiliği aleyhine açılan, iki adet
taşınmaza ilişkin kadastro tespitine itiraz ve tescil talebi olduğu, ancak daha
sonra muhtelif parsellere ait davaların da işbu dava dosyası ile
birleştirilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. 6/2/1979
havale tarihli dilekçe ile Çermik Tapulama Mahkemesinin E.1979/142 sırasına
kaydı yapılan dosyanın 1/8/1983 tarihli tensip zaptı sonrasında, kadastro
komisyonu tarafından verilen kararın tebliğ işlemleri ikmal edilmeksizin
kesinleştirilmiş olduğundan bahisle, dosyanın duruşma günü tayin edilmeksizin
bölge tapulama müdürlüğüne gönderildiği ve belirtilen hususun iki yıl yedi
aylık bir süreçte ikmal edildiği, akabinde beş yıl on ay boyunca bir kısım
davacı mirasçılarının adres tespiti ve tebligat işlemlerinin ikmaline
çalışıldığı ve müteaddit defa taraflara adreslerin bildirilmesi hususunda mehil
verildiği, 26/4/1993 tarihli celsede başvurucu ve diğer iki şahsın müdahale
talepleri değerlendirilerek, taleplerin kabulüne karar verildiği, verilen altı
keşif ara kararının yerine getirilmemesini takiben 16/9/1994 tarihinde keşif
icra edildiği, yapılan keşif sonrasında, daha önce birçoğunun adres
araştırmasının yapılmasına ve yaşı küçük olan bir mirasçıya kayyum tayin
edilmiş olmasına rağmen, vefat eden bir kısım davacı mirasçılarının adres
tespiti hususunda tekrar ara kararlar tesis edildiği ve tebligat masraflarının
taraflarca karşılanmasına hükmedildiği görülmektedir.
36. Yaklaşık beş ay sonra
yapılan celsede, daha önce yapılan keşifte bir davacı tarafından sunulan tapu
kaydının zemine uygulanmadığından bahisle, bir kısım evrakın ikmali hususunda
çeşitli kurumlara müzekkere yazılmasına karar verildiği, akabinde yeniden keşif
ara kararı verilerek, art arda verilen beş keşif ara kararı gereğinin yerine
getirilmediği, keşif günü tayin edilmek üzere iki celse yargılamanın tehir
edilmesini takiben, 27/5/1996 tarihinde yeniden keşif
icra edildiği anlaşılmaktadır. Keşif sonrasında iki celse
süreyle bilirkişi raporlarının ibrazı beklenilerek, beş ay süreyle müdahil tarafa
veraset ilamı ibrazı hususunda mehil verildiği, art arda verilen iki keşif ara
kararının icra edilmemesi akabinde, dosyadaki kayıtlar üzerinde fen bilirkişisi
incelemesi yaptırıldığı, verilen dört keşif ara kararının icra edilmemesi ve
hava koşulları nedeniyle keşif hususunun değerlendirilmesi amacıyla
yargılamanın bir celse daha ertelenmesini takiben, altı ayı aşkın bir süreyle
keşif icrası için yargılamanın tekrar tehir edildiği görülmektedir. Akabinde
altı aylık bir süreçte, verilen beş keşif ara kararının yerine getirilmediği,
takip eden bir yılı aşkın yargılama sürecinde dosyada tebligat eksiklikleri
olduğundan bahisle bu hususun ikmal edilmeye çalışıldığı, bir kısım müdahiller
vekiline müdahale dilekçelerinin taraflara tebliğ edilmesi hususunda mehil
verilmesini takiben, 17/7/2002 tarihli celsede müdahiller vekilince feragat
beyanında bulunulmasına rağmen belirtilen tebligat işlemlerine devam edilerek,
yaklaşık üç ay sonra, feragat beyanı dikkate alınarak tebligat işlemlerinden
sarfınazar edilmesine karar verildiği, yaklaşık dört aylık bir sürede hazine
vekiline dosyayı incelemesi hususunda mehil verilerek, tarafların tefrik
talebinde bulunduğu 13/11/2002 tarihli celse sonrasında ve bir yılı aşkın süre ile, tefrik talebinin eksik kayıtların ikmalinden sonra
değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek tefrik talebi hakkında karar
verilmediği, bu süre sonunda davacılar vekilince, tefrik talebinin
değerlendirilmesi için tapu müdürlüğünden istenen evraka konu parsele ilişkin
olarak bir kısım müdahiller vekilince feragat beyanında bulunulduğuna işaret
edilmesi üzerine, belirtilen müzekkere cevabının beklenilmesinden vazgeçildiği,
ancak bu defa da muhtelif kurumlara müzekkereler yazılması hususunda ara
kararlar verildiği, iki celse dosyanın hâkim değişikliği nedeniyle tetkike
alındığı ve akabinde davacılar vekiline esasa dair beyanda bulunulması için
süre verildiği, ancak takip eden yaklaşık bir yıl dokuz aylık süreçte, davaya
dâhil edilmemiş olan vefat eden davacı mirasçılarının bulunduğundan bahisle
yeniden nüfus ve adres bilgilerinin tespiti hususunda ilgili kurumlara
müzekkere yazılarak, tebligatların ikmaline çalışıldığı, akabinde üç celse
boyunca dosyanın tetkike alınarak yaklaşık yedi ay sonra yeniden keşif ara
kararı verildiği, art arda verilen yedi keşif ara kararının yaklaşık yedi aylık
yargılama sürecinde yerine getirilmediği ve dosyanın iki defa daha tetkike
alındığı, devam eden yargılama sürecinde verilen altı keşif ara kararının da
icra edilmemesini müteakip, başvurucunun tefrik talebi üzerine 16/2/2011
tarihli celsede başvurucunun hak iddia ettiği parsellere ilişkin olan davanın
tefrikine karar verilerek, ilgili yargılama evrakının Çermik Kadastro
Mahkemesinin E.2011/7 sırasına kaydının yapıldığı görülmektedir. 7/3/2011 tarihinde tensip zaptı düzenlenen E.2011/7 sayılı
dosya kapsamında, taraflara tebligat işlemlerinin yapılmaya başlanıldığı,
belirtilen esas üzerinde yapılan on dört celsenin yedisinde dosyanın incelemeye
alınmasına karar verildiği, dosyanın tetkike alınmasına karar verilen son celsede
duruşmanın 24/1/2014 tarihine tehir edildiği anlaşılmaktadır.
37. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, özellikle bazı yargılama evrakının ilgili kurumlardan kısım kısım talep edildiği, birçok usul işleminin ikmali
hususunda taraflara usul hükümlerine aykırı şekilde süreler verildiği
görülmektedir. 3402 sayılı Kanun’da yer alan özel usul
hükümlerine riayet edilmeyerek, Mahkemece defalarca taraf vekillerine masraf
ikmali ve davaya dâhil edilmesi gereken şahısların adres tespiti hususunda süreler
verildiği, verilen otuz yedi keşif ara kararının muhtelif nedenlerle yerine
getirilmediği, Mahkemenin veraset ilamı tanzim yetkisi bulunmasına rağmen vefat
eden dava taraflarına ait veraset ilamlarının ibrazı hususunda taraf
vekillerine defalarca mehil verildiği ve bu uygulamaların davada yer alan taraf
sayısı da nazara alındığında yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye
sahip olduğu anlaşılmaktadır.
38. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu yargılamanın başlangıçta iki adet taşınmaza ilişkin
kadastro tespitine itiraz ve tescil talebini içerdiği, ancak daha sonra
muhtelif parsellere ait davaların da işbu dava dosyası ile birleştirilmesine
karar verildiği, davanın taraflarında elliyi aşkın kişinin yer aldığı,
yargılamanın özellikle taşınmazın aynına ilişkin bir ihtilaf olması nedeniyle,
keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak
karmaşık bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, Kadastro
Mahkemesinde geçen yargılama sürecinde, Kadastro Mahkemesinde tatbiki gereken
yargılamayı hızlandırıcı niteliğe sahip özel usul hükümlerine riayet edilmediği
ve verilen ara kararların birçoğunda taraflara usul hükümlerine aykırı şekilde
süreler verilerek, yapılması gereken işlemlerin masraf ikmal edilmemesi gibi
nedenlerle yerine getirilmediği ve dosyanın defalarca tetkike alındığı anlaşılmaktadır.
39. 3402 sayılı Kanun’da yer
alan özel usul hükümleri ile bu Kanunda hüküm bulunmaması durumunda uygulama
alanı bulacak olan ve medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu
alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların makul sürede
çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
40. Özellikle Kadastro
Mahkemesinde geçen somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca
hazırlanması ilkesinin geçerli olmadığı nazara alındığında, yargılama
makamlarının davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünün daha dikkatli bir
şekilde ele alınması gerekmektedir ((B. No. 2012/12, 17/9/2013,
§ 58; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ümmühan
Kaplan/Türkiye, B. No.24240/07, 20/3/2012, § 22; Veli Uysal/Türkiye, B. No.57407/02,
4/3/2008; Namlı ve Diğerleri/Türkiye,
B. No.51963/99, 23/5/2007; Nalbant/Türkiye,
B. No.61914/00, 10/8/2006).
41. Yargılama sürecinde
başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve
davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul
edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli
imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu
bulunmaktadır. Bu kapsamda, yukarıda belirtilen özel usul hükümleri nedeniyle
başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu
tespit edilememiştir.
42. Davada yer alan kişi sayısı
ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği
başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya
bütün olarak bakıldığında başvurucu açısından söz konusu olan yaklaşık yirmi
bir yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
43. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
44. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle taşınmazını uzun süren
kullanamadığını ve gelirinden istifade edemediğini belirterek, 41.703,25 TL
maddi ve 80.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
45. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.
46. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
47. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
48. Başvurucu açısından geçerli
olan yaklaşık yirmi bir yıllık yargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya takdiren 10.250,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
49. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 2.812,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
50. Başvurucu açısından
yargılamanın yaklaşık yirmi bir yıl sürdüğü ve bu hususun makul sürede
yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği
açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven
ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın
mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen,
kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 10.250,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 2.812,50
TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
19/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.