
Esas No: 2014/12592
Karar No: 2014/12592
Karar Tarihi: 20/7/2017
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MEHMET ŞEVKET ATALAY BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/12592) |
|
Karar Tarihi: 20/7/2017 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin
YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ |
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör |
: |
Özgür DUMAN |
Başvurucu |
: |
Mehmet
Şevket ATALAY |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yersiz olarak tahsil edilen prim ve gecikme zammının
istirdadına ilişkin davanın kısmen kabul edilmekle birlikte gerekçesiz olarak
kısmen reddedilmesi ve istirdat alacağının eksik ve geç ödenmesi nedenleriyle
mülkiyet hakkının; davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/7/2014 tarihinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın Arka
Planı
7. S.Y. Danışmanlık Turizmİşletmecilik
Gıda İnş. ve Tic. Ltd. Şti. (Şirket) 1/4/2008
tarihinde kurulmuştur. Başvurucu, üç yıl süreyle olmak üzere Şirket müdürü
olarak atanmıştır. Başvurucunun eşi N.A. ise bu Şirketin kurucu üç ortağından
biridir.
8. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Antalya Sosyal Güvenlik İl
Müdürlüğü, Şirketin 2008 yılı 5. ve 11. aylara ait sosyal güvenlik prim ile
gecikme zammı borçları bulunduğunu tespit ederek 7/7/2009
tarihinde icra takibi başlatmıştır.
9. Bu arada başvurucu, Büyükçekmece Noterliğinde düzenlenen
istifaname ile 22/8/2008 tarihinde Şirket müdürlüğü
görevinden kendi isteğiyle çekilmiştir.
.B. Haciz Süreci
10. SGK Antalya İl Müdürlüğü söz konusu prim ve gecikme zammı
borçlarının tahsili amacıyla başvurucunun mevduatının ihtiyati haczi için 14/7/2009 tarihinde I. Bank A.Ş.ne
bildirimde bulunmuştur. Müdürlük ayrıca 7/8/2009
tarihli ödeme emri düzenlemiş, bu ödeme emri borçluya 27/8/2009 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
11. Başvurucu ihtiyati haczin kaldırılması ve borçlu olmadığının
tespiti istemiyle 3/8/2009 tarihinde SGK aleyhine
Antalya 4. İş Mahkemesinde dava açmıştır.
12. SGK tarafından başvurucu ile eşi N.A.nın
ortak banka hesabından 4/8/2009 tarihinde 102.001,50
TL, başvurucuya ait banka hesabından ise 15/9/2009 tarihinde 75.902,39 TL
tutarında tahsilat yapılmıştır.
13. Mahkeme 14/1/2010 tarihinde haczin kaldırılması isteği
yönünden davanın kısmen kabulüyle 2008 yılı 5., 6. ve
7. dönem prim ve gecikme zammı borçları dışındaki diğer dönemlerle ilgili
olarak borçlunun para ve diğer malvarlığı üzerine konulan hacizlerin
kaldırılmasına karar vermiştir. Karar ile 2008 yılı 5.,
6. ve 7. dönem prim ve gecikme zammı borçları ile ilgili hacizlerin
kaldırılması isteği yönünden ise davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme
ayrıca menfi tespit davasının ise tefrikine karar vermiştir.
14. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 2008 yılı 5., 6. ve 7. dönemlere ilişkin borçlar bakımından Şirket
müdürü sıfatıyla Şirketin borçlarından müteselsilen
sorumlu olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, istifa ettikten sonraki dönemler
bakımından ise başvurucunun Şirketin borçlarından sorumlu tutulamayacağını
kabul etmiştir. Dolayısıyla Mahkeme, bu kabulü aşan biçimde ihtiyati haciz
uygulanmasının doğru olmadığı kanaatiyle davanın kısmen kabulüne karar
verilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.
15. Her iki taraf da kararı temyiz etmiştir. Yargıtay 10. Hukuk
Dairesinin (Daire) 8/6/2010 tarihli ilamıyla temyiz
edilen hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama ilamında prim borçlusu
Şirketin 1/4/2008-22/8/2008 tarihleri arasındaki
dönemde müdürü olarak görev yapan başvurucunun, anılan döneme ilişkin prim
borçları nedeniyle sorumlu tutulabileceğine ilişkin Mahkemenin yaklaşımının
kanuna uygun olduğu belirtilmiştir. Yargıtay ayrıca ihtiyati haciz uygulamasını
takiben hacze konu borç nedeniyle başvurucuya usulüne uygun olarak düzenlenen
ödeme emrinin tebliğ edildiğine dikkati çekmiştir.
C. Menfi Tespit Davası
Süreci
16. Tefrik edilen menfi tespit davası, Antalya 4. İş Mahkemesinin
E.2009/759 sayılı dava dosyasına kaydedilerek görülmeye devam edilmiştir.
Mahkeme 23/11/2009 tarihinde davanın kısmen kabulüyle
başvurucunun borçlu Şirketin 2008 yılı 8. ve 11. dönemlere ilişkin borçlarından
dolayı borçlu olmadığının tespitine karar vermiştir. Karar ile ödeme emrinin bu
aylara karşılık gelen kısımları yönünden iptaline, başvurucunun fazlaya ilişkin
isteminin ise reddine karar verilmiştir. Mahkeme, başvurucunun müdürlük
görevini yaptığı 1/4/2008-22/8/2008 tarihleri arası
prim ve gecikme zammı borçlarından sorumlu tutulabileceği, diğer dönem
borçlarından ise sorumlu tutulamayacağı gerekçesine dayanmıştır.
17. Taraflarca temyiz edilen karar Dairenin 8/6/2010
tarihli ilamıyla yukarıda değinilen aynı gerekçelerle (bkz. § 15) onanmıştır.
D. İstirdat Davası Süreci
18. Başvurucu, borçlu Şirketin sosyal güvenlik prim ve gecikme
zammı borçları için banka hesabından fazladan haczedildiğini belirttiği 67.254
TL"nin geri ödenmesi için Antalya 1. İş Mahkemesinin E.2009/83 sayılı dava
dosyasında SGK aleyhine 18/12/2009 tarihinde istirdat
davası açmıştır. Dava dilekçesinde Antalya 4. İş Mahkemesinin E.2009/637 sayılı
dava dosyasında 2008 yılı 8. ve 11. dönemlere ait prim borçlarından
başvurucunun sorumlu tutulamayacağının hüküm altına alındığı belirtilmiştir.
Başvurucu, bankalardaki 177.903,89 TL tutarındaki parasının haczedildiğini,
Antalya 4. İş Mahkemesince bu paranın 73.957,26 TL tutarındaki kısmının
fazladan tahsil edildiğinin belirlendiğini ifade etmiştir. Başvurucu, fazladan
tahsil edilen bu paranın 5.000 TL tutarındaki kısmının anılan Mahkemece hüküm
altına alındığını belirterek kalan 67.254 TL"nin istirdadına karar verilmesini
talep etmiştir.
19. Başvurucu Antalya 3. İş Mahkemesinin E.2011/34 sayılı dava
dosyasında ek dava açarak 6.703,26 TL"nin daha geri ödenmesini talep etmiş, bu
dava dosyası Antalya 1. İş Mahkemesinin E.2009/89 sayılı dava dosyasında
birleştirilerek yargılamaya devam olunmuştur.
20. Mahkeme hesap konusunda uzman bir bilirkişiden rapor
aldırmış, 5/1/2011 tarihli bilirkişi raporunda;
başvurucunun kalan alacağının 73.957,26 TL olduğu ve 5.000 TL"nin ise yargı
kararıyla tahsil edildiği belirtilmiştir.
21. Mahkeme 20/9/2011 tarihinde davanın
kabulüne ve 73.957,26 TL tutarındaki alacağın 15/9/2009 tarihinden itibaren
işleyecek yasal faizi ile davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine karar
vermiştir. Kararda, başvurucudan fazla tahsil edilen meblağın bilirkişi
tarafından hesaplandığı ve yapılan hesaplamanın ise dosya kapsamına uygun
bulunduğundan hükme esas alındığı belirtilmiştir. Bununla birlikte Mahkeme,
bilirkişinin 5.000 TL"nin yargı kararıyla tahsil edildiği yönündeki görüşüyle
ilgili olarak ise böyle bir yargı kararı ve tahsilatın bulunmadığını belirterek
sonuca varmıştır.
22. Kararı taraflar temyiz etmiş, Dairenin 20/3/2012
tarihli ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamında,
başvurucunun Antalya 4. İş Mahkemesinin E.2009/759 sayılı dosyasında açtığı
ödeme emrinin iptali ve menfi tespit davası sonucu verilen karar ile borçlu
Şirketin 2008 yılı 5., 6. ve 7. aylar prim ve gecikme
zammından sorumlu olduğu, kalan dönemler yönünden sorumlu olmadığı hususunun
kesinleştiği belirtilmiştir. Daire, kararın eksik incelemeye dayalı olduğu
sonucuna varmıştır. Daire bu sonuca varırken SGK tarafından başvurucunun sorumlu
olduğu döneme ait prim ve gecikme zammı miktarının 132.270,75 TL olduğu
yönündeki yazısına atıfta bulunmuştur. Bu yazıda ayrıca 4/8/2009
tarihinde başvurucunun Şirketin kurucu ortaklarından olan eşi N.A. ile ortak
hesabından 102.001,50 TL ve 15/9/2009 tarihinde de başvurucunun müstakil
hesabından 75.902,39 TL tahsilat yapıldığı belirtilmiştir. Daireye göre Mahkeme
başvurucunun eşi N.A.nın da prim borcundan
sorumluluğu belirlendikten sonra ortak ödemede, başvurucu hesabına düşen ödeme
ayrıştırılmalıdır. Daire, böylece belirlenen miktarın başvurucu ödemesi olarak
düşülebileceğinin dikkate alınarak SGK"dan yeniden
borç durumu sorulduktan sonra gerektiğinde hesap bilirkişisinden rapor alınması
gerektiğini belirterek hükmü bozmuştur.
23. Bu arada SGK tarafından 9/10/2012
tarihinde başvurucuya 42.152,42 TL tutarında ödeme yapılmıştır.
24. Dava, dosyanın devredildiği Antalya 5. İş Mahkemesinin
E.2012/741 sayılı dosyasında görülmeye devam edilmiştir. Bozma ilamına uyan
Mahkeme, SGK"dan başvurucu ve eşinin borç durumlarını
sormuş, aynı bilirkişiden ek rapor aldırmıştır. 10/12/2012
tarihli ek bilirkişi raporunda SGK tarafından başvurucudan 49.276,41 TL
fazladan tahsilat yapıldığı belirtilmiştir. Mahkeme 13/12/2013
tarihinde davayı kısmen kabul etmiş, bilirkişi raporunda belirtilen 49.276 TL
tutarındaki alacağın 15/9/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle
birlikte davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.
25. Karar yine taraflarca temyiz edilmiştir. Dairenin 9/7/2013 tarihli ilamıyla davalı SGK"nın
temyiz itirazları reddedilmiş, başvurucunun temyiz itirazları yönünden ise
hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Daire, başvurucunun sorumlu olduğu döneme
ilişkin olarakhaczedilen miktarların ödeme tarihleri
itibariyle mahsuplarının yapılması sonucu 55.379,50 TL iade edilecek haciz
kesintisinin bulunduğunun davalı SGK tarafından kabul edildiğini belirtmiştir.
Bozma ilamında bu sebeple iadesi gereken tutarın 49.279,41 TL olduğunu
belirleyen bilirkişi raporunun hükme dayanak alınması isabetsiz bulunmuştur.
26. Bozma ilamına uyan Mahkeme, 8/11/2013
tarihinde davayı kısmen kabul etmiştir. Mahkeme, davalı SGK tarafından davacıya
ödenen 45.152,42 TL’nin ödeme tarihi 9/10/2012
tarihine kadar işleyecek yasal faizi, kalan alacak tutarı olan 10.227,08 TL’nin
ise 15/9/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan
tahsili ile başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.
27. Karar taraflarca temyiz edilmiş, Dairenin 29/4/2014
tarihli ilamıyla hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Daire,
Mahkeme kararını vekâlet ücreti ve harç yönünden düzeltmiştir. Daire ayrıca
başvurucuya iade edilecek haciz kesintisi olan 55.379,50 TL"den davalı SGK
tarafından yargılama aşamasında ödenen 42.152,42 TL"nin mahsubu ile kalan alacak
tutarının 10.227,08 TL değil 13.227,08 TL olduğunu belirterek temyiz edilen
hükmü bu yönüyle de düzelterek onamıştır.
28. Nihai karar başvurucu vekiline 3/7/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
29. Başvurucu, 22/7/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
30. Başvurucu 24/11/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunduğu ek dilekçe ile bireysel başvuruya konu alacağının
SGK tarafından Yargıtay kararından altı ay sonra üç ayrı tarihte yapılan
ödemeler ile ödendiğini belirtmiş ve dilekçesine buna ilişkin SGK ve ilgili
banka şubesinin yazılarını eklemiştir. Dilekçeye ekli 18/11/2014
tarihli SGK yazısında Antalya 5. İş Mahkemesinin Yargıtay tarafından onanan
ilamında belirtilen 13.227,08 TL tutarındaki asıl alacağın 15/9/2009 tarihinden
ödeme tarihine kadar olan 6.059,81 TL işlemiş faizi ile birlikte ödendiği
bildirilmiştir. Yazıda ayrıca başvurucuya 9/10/2012
tarihinde ödenen 42.152,42 TL"nin de yine 15/9/2009 tarihinden bu ödeme
tarihine kadar olan 11.640,99 TL tutarındaki işlemiş faizin de ödendiği belirtilmiştir.
SGK aynı yazıyla başvurucunun alacağına ilişkin işlemiş faizlerin, ilamda
belirtilen tarihler çerçevesinde ve yine ilamda belirtildiği şekliyle yasal
faiz üzerinden hesaplanarak ödendiğini başvurucuya bildirmiştir.
E. Başvuru Tarihinden
Sonra Yaşanan Gelişmeler
31. SGK tarafından başvurucunun banka hesabına 14/10/2014 tarihinde 13.227,08 TL, 20/10/2014 tarihinde
11.640,99 TL ve 27/10/2014 tarihinde de 6.059,81 TL tutarlarında olmak üzere
ödeme yapılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
32. Uyuşmazlık konusu prim dönemi itibarıyla yürürlükte olan 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar
Kanunu"nun "Primlerin ödenmesi" kenar
başlıklı 80. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:
"İşveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların
primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince
hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim
tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayin sonuna kadar Kuruma
ödemeye mecburdur.
..."
33. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun "Primlerin ödenmesi" kenar
başlıklı 88. maddesinin birinci, on altıncı ve on sekizinci fıkraları şöyledir:
"4 üncü maddenin
birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sigortalıları çalıştıran işveren,
bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar
toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak sigortalı hissesi prim
tutarlarını ücretlerinden keserek ve kendisine ait prim tutarlarını da bu
tutara ekleyerek en geç Kurumca belirlenecek günün sonuna kadar Kuruma öder.
..."
34. 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun"un "Kanuni temsilcilerin sorumluluğu" kenar başlıklı
mükerrer 35. maddesi şöyledir:
"Tüzel kişilerle küçüklerin ve
kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin
mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği
anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan
teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre
tahsil edilir.
..."
35. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı
İcra ve İflas Kanunu"nun "Menfi tespit
ve istirdat davaları" kenar başlıklı
72. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:
"Dava alacaklı lehine neticelenirse
ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı
ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen
teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara
bağlanır. Bu zarar herhalde yüzde yirmiden aşağı tayin edilemez. (1)
Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal
takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme
hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi
tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırşa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile
uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar,
haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı
olamaz."
B. Uluslararası Hukuk
36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), istikrarlı olarak
kamu makamlarınca yapılacak geri ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle
ilişkilendirmektedir. Mahkemenin çeşitli kararlarında makul olmayan bir gecikme
gibi nedenlerle tazminatın değer kaybettiği durumlarda bu tazminatın
yeterliliğinin azalacağı belirtilmiştir (Angelov/Bulgaristan, B. No: 44076/98, 22/4/2004,
§ 39; Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve diğerleri,
B. No: 29813/96-30229/96, § 54). Nitekim böyle başvurularda AİHM, esas
itibarıyla kamu makamlarının, geçen süre nedeniyle ödenmesi gereken tutardaki
değer kayıplarını telafi etmek için gecikme faizi ödeyip ödemediğini dikkate
almaktadır. Kısacası AİHM, mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini, esasen
devletin, borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar
arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını giderme yükümlülüğüyle
ilişkilendirmektedir (Akkuş/Türkiye,
B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 29).
37. Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon
karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir.
Mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir
tutum sergileyerek %5"e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki
değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Arabacı/Türkiye
(k.k.), B. No: 65714/01, 7/3/2002; Akkuş/Türkiye,
B. No: 192639/92, 9/7/1997, §§ 24-31). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması,
mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Mahkemelerde geçen
yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybı
yönünden ise meydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden
kaynaklandığı ve bu konuda kamusal makamların belirli bir takdir yetkisinin
olduğu da gözetilerek bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip
getirmediği incelenerek karar verilmektedir (Aka/Türkiye,
B. No: 19639/92, 23/9/1998, §§ 41-51; Güleç ve Armut/Türkiye (k.k.), B. No: 25969/09, 16/11/2010).
38. AİHM"in Eko-Elda Avee/Yunanistan
kararında (B. No: 10162/02, 09/03/2006), haksız olarak
tahsil edilen verginin beş yıl beş ay sonra faizsiz olarak iade edilmesinin,
belli bir meblağdan yararlanma hakkı uzun süre engellenen başvurucunun mali
durumunda önemli bir zarara yol açması nedeniyle ölçülü görülmemiş ve mülkiyet
hakkının ihlaline karar verilmiştir (Eko-Elda Avee/Yunanistan, §§
23-31).
39. Yine benzer şekilde
Sefine Baş/Türkiye kararında da (B. No: 49548/99, 24/06/2008)
mahkemece hükmedilen alacağın değer kaybına ilişkin şikâyetler incelenmiştir.
Başvuruya konu olayda idare mahkemesince başvurucunun 15/9/2003
tarihinden itibaren geçerli olmak üzere dul aylığına hak kazandığı kabul
edilmiştir. AİHM öncelikle idare mahkemesinin kararının talep edilebilir bir
“alacak” oluşturduğu ve bu nedenle başvurucunun Sözleşme"ye
ek 1 No.lu Protokol"ün 1. maddesi anlamında mülkiyet oluşturan bir hakkının
mevcut olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca bu hakkın, başvurucuya emekli
sandığına başvurduğu tarihten itibaren geçerli olacak şekilde geriye dönük
olarak tanındığını vurgulamıştır. Bununla birlikte AİHM, başvurucuya salt bu
hakkın tanınmış olmasının, başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmadığını
kabul etmiştir. AİHM"e göre mağdur sıfatının ortadan
kalkabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanında hem de mağdurun bu hakkı
kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna
gidilmesi gerekmektedir. Mahkeme bu çerçevede başvurucunun banka hesabına yatırılan
paranın, yargılamada geçen süre zarfında uğranılan maddi kaybın sonuçlarını
gidermeye yetmediğini belirtmiştir. AİHM geçen sürenin yalnızca devlete yarar
sağladığını ve ilgili dönemde Türkiye"de paranın hızla değer kaybettiğini göz
önüne alarak başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Sefine Baş/Türkiye, §§ 58-64).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
40. Mahkemenin 20/7/2017 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
41. Başvurucu, SGK tarafından borçlu Şirketin sigorta prim ve
gecikme zammı borçlarının tahsili kapsamında banka hesaplarındaki parasına
haksız yere haciz konulduğunu belirtmiştir. Başvurucu, bu paranın iadesi
istemiyle Antalya 1. İş Mahkemesinde açtığı (sonradan Antalya 5. İş
Mahkemesinde görülmeye devam edilerek sonuçlanan) istirdat davasının kısmen
kabul edildiğini ifade etmiştir.
42. Başvurucu ilk olarak, 22/8/2008 tarihinde Şirket müdürlüğünden
istifa ettiğinin bilinmesine karşın haksız yere takip başlatıldığı ve alacak da
likit olduğu hâlde derece mahkemelerince yararına icra
inkar tazminatı ödenmesine karar verilmemesinden yakınmaktadır. Başvurucu
ayrıca fazladan tahsil edilen parasının iadesi için açtığı davanın gerekçesiz
olarak kısmen reddedildiğini belirtmektedir. Başvurucu bundan başka Mahkemece
alacağı için %9 oranında kanunî faiz işletilmesine karar verilmesine rağmen bu
oranın alacağına geç kavuşması nedeniyle oluşan güncel zararını
karşılamadığından ve bireysel başvuru tarihi itibarıyla bu paranın tamamının
henüz ödenmediğinden yakınmıştır. Başvurucu bu sebeplerle mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu son olarak kamu kurumlarının
alacakları ile özel kişilerin alacakları yönünden farklı faiz uygulanması
nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
43. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, kamu
kurumlarının alacakları için uygulanan faiz oranının kendi alacağı yönünden de
uygulanması gerektiğini belirterek, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri
sürmektedir. Bununla birlikte bu iddianın ciddiye
alınabilmesi için başvurucunun benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele
ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu
farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel
yönelim ve benzeri ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya
koyması gerekmekte olup somut olayda ise başvurucunun bu yöndeki iddialarını
temellendirecek somut bulgu ve kanıtlar ortaya koyamadığı anlaşılmaktadır. Nitekim
somut olayda başvurucunun bu konudaki temel şikâyetinin, fazladan tahsil edilen
parasının makul olmayan nedenlerle değer kaybetmesi sonucu mülkiyet hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışındaki diğer bütün iddialarının
mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. İcra
İnkâr Tazminatına Hükmedilmemesi Şikâyeti Yönünden
45. Anayasa"nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun Anayasa"yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir.
Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer"
veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti" Anayasa"da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.
Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan,
yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma
beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın
varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).
46. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp
bir kanun hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle ilgili
hukuki bir işleme dayalı beklentidir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, §
28). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme"nin ortak koruma kapsamında olan meşru
beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia
edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanım, mevzuat hükümleri
ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen
Nakliyat Ticaret Ltd. Şti.,
B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Bu çerçevede mülkiyet hakkının ihlal
edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu
kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve
diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §
54).
47. Başvurucu, Mahkemece %40 oranında icra inkar
tazminatına hükmedilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Başvurucuya göre alacak
likit olup davalı SGK ise fazladan tahsilat
yaptığından haksız ve kötü niyetlidir. Başvurucu bu sebeple icra inkar tazminatı koşullarının oluştuğunu ileri sürmektedir.
Başvurucu bu iddiasını ise 2004 sayılı Kanun"un 72. maddesine dayandırmaktadır.
48. Ancak bireysel başvuruya konu dava
ve karar tarihi itibarıyla yürürlükte olan 5510 sayılı Kanun"un 88. maddesinin onsekizinci fıkrasında, SGK alacaklarının imtiyazlı alacak
olduğu ve taraf olduğu her türlü dava ve icra takiplerinin kısmen veya tamamen
aleyhe neticelenmesi halinde 2004 sayılı Kanun"da yazılı tazminat ve cezaların
SGK hakkında uygulanamayacağı açık olarak hüküm altına alınmıştır. Yargıtay içtihatlarının da bu yönde
olduğu görülmektedir (Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 13/2/2012
tarihli ve E.2010/13115, K.2013/15441 sayılı kararı). Dolayısıyla başvurucuya
icra inkar tazminatı hükmedilmesi yönünde "meşru
beklenti" teşkil edecek bir kanun hükmü bulunmadığı gibi başvurucu bu
iddiasını destekler mahiyette yerleşik bir yargısal içtihat da sunamamıştır.
49. Sonuç olarak somut başvuru açısından yeterli bir hukuki
temele dayalı olmadığından, başvurucunun icra inkâr tazminatına hükmedilmemesi
şikâyeti yönünden, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkı kapsamında meşru bir beklentisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
50. Açıklanan gerekçelerle icra inkâr tazminatına hükmedilmemesi
sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Alacağın
Değer Kaybına Uğratılarak Ödendiği Şikâyeti Yönünden
51. Başvurucu öncelikle fazladan tahsil edilen parasının iadesi
için açtığı davanın gerekçesiz olarak kısmen reddedildiğinden yakınmaktadır.
Ancak Mahkemenin 10/12/2012 tarihli ek bilirkişi
raporunu hükme esas alarak 13/2/2013 tarihinde davanın kabulüne karar verdiği
görülmektedir. Kararın temyizi üzerine Dairenin 9/7/2013
tarihli bozma ilamıyla bilirkişi raporunu esas alan hükme ilişkin diğer
itirazlar reddedilmekle birlikte davalının kabul ettiği tutarın 55.379,50 TL
olduğunun raporda gözetilmemesi isabetsiz bulunmuştur. Bozma ilamında varılan
sonucun gerekçeli olarak açıkladığı görülmektedir. Mahkeme de 8/11/2013 tarihinde bozma ilamına uyduğunu belirterek hüküm
kurmuştur. Bu karar da temyiz edilmiş, Dairenin 29/4/2014
tarihli ilamıyla temyiz edilen hükümde yer alan vekâlet ücreti ve harçlar
yanında ayrıca başvurucudan yapılan fazladan tahsilatın mahsubuna ilişkin maddi
hata düzeltilmek suretiyle onanmıştır. Başvurucu ayrı ve açık yanıt gerektiren
hangi iddiasının değerlendirilmediğine ilişkin bir beyanda da bulunmamıştır. Bu
durumda derece mahkemelerinin kararlarında yeterli ve makul gerekçenin
bulunmadığı söylenemez. Başvurucunun alacağın tespiti usul ve esasına ilişkin açık
bir itirazının ise bulunmadığı anlaşılmaktadır.
52. Diğer taraftan başvurucu, yargı kararıyla kesinleşmiş
alacağının yalnızca bir kısmının ödendiğinden yakınmakta ise de bireysel
başvuru öncesinde 9/10/2012 tarihinde 42.152,42 TL
tutarında ödeme yapan SGK tarafından, başvuru tarihinden sonra 14/10/2014,
20/10/2014 ve 27/10/2014 tarihlerinde toplam 30.927,88 TL tutarında daha ödeme
yaptığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun bu kapsamdaki şikâyetinin,
alacağının değer kaybına uğratılarak ödendiği iddiası ile sınırlı olarak
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
53. Anayasa"nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır (Cemile Ünlü, B. No:
2013/382, 16/4/2013, § 26). Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanındaki mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul
edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge,
B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31).
54. Somut olayda başvurucunun banka hesabındaki mevduatından SGK
tarafından fazla tahsilat yapıldığı, bu sebeple
"alacağının" mevcut
olduğu derece mahkemelerince kabul edilmiştir. Başvurucunun bu alacağının
Anayasa"nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkı kapsamında "mülk"
teşkil ettiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
55. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, Anayasa"nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa"nın
35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na
yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına
müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak
mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle, aynı
zamanda "mülkten yoksun bırakma"nın
şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise
mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala
bağlanmak suretiyle, devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve
düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa"nın diğer bazı maddelerinde de devlet
tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi,
mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).
56. Başvuru konusu olayda başvurucu lehine Mahkemece hükmedilen alacağın
değer kaybına uğratılarak ödenmesimülkiyet hakkına
müdahale teşkil etmektedir. Bu müdahalenin ise ne mülkten yoksun bırakma veya
ne de mülkün kullanılmasının kontrolü niteliği taşıdığı değerlendirilmekle
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin "mülkten barışçıl
yararlanma ilkesi"ne ilişkin genel kural
çerçevesinde incelenmesi gerekir.
i. Genel
İlkeler
57. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara
yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan
başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça
dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
58. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa"nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa"nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa"ya
uygun olabilmesi için müdahalenin, kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması
ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
59. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği,
kişilerin mülkiyet haklarına getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmaması ve
ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin sınırlandırılan hakkı arasında adil
bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil denge, mülkiyet hakkına yapılan
müdahaleyle bireye, şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfetin yüklenmesi
durumunda bozulmuş olur.
60. Bir mülkün devir tarihindeki bedelinin daha sonra ödenmesi
durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeniyle paranın değerinde oluşan
hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin
tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da
bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek
haksızlığa uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, 10/2/2011).
61. Anayasa Mahkemesi kanun koyucunun bir hak olarak öngördüğü
veya kamu borcu hâline gelmiş ödemelerin geç yapılması nedeniyle mağdur
olunduğu iddiasıyla yapılan başvurularda, alacakta veya hakka konu bedelde
meydana gelen değer aşınmalarının başvurucular üzerinde orantısız bir yük
oluşturması hâlinde ihlal kararları vermiştir (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013;
Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2013/28,
25/2/2015). Anayasa Mahkemesi ayrıca mahkemelerce hükmedilen tazminatın
yargılamada geçen süre nedeniyle enflasyon karşısında değer kaybettiği bir
başvuruda da ölçülülük yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar
vermiştir (Abdulhalim Bozboğa,
B. No: 2013/6880, 23/3/2016).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
62. Başvuru konusu olayda başvurucunun müdürü olduğu borçlu
Şirketin sigorta prim ve gecikme zammı borçları nedeniyle banka hesaplarındaki
mevduatı, SGK tarafından haczedilmiştir. Ancak başvurucu, 1/4/2008
tarihinde kurulan bu Şirketin müdürlüğünden 22/8/2008 tarihinden istifa
etmiştir. Başvurucu bunun üzerine haciz işlemine itiraz ve menfi tespit
istemiyle Ankara 4. İş Mahkemesinde dava açmıştır. Tefrik edilerek görülen
yargılamalar neticesinde başvurucunun 2008 yılı 5., 6.
ve 7. aylara ait prim ve gecikme zammından sorumlu olduğu, diğer dönemler
yönünden ise sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
63. Başvurucunun fazladan tahsil edilen parasının iadesi
istemiyle Ankara 5. İş Mahkemesinde 18/12/2009
tarihinde açtığı istirdat davası 8/11/2013 tarihinde kısmen kabul edilmiş,
temyiz üzerine hüküm Dairece düzeltilerek onanmıştır. Buna göre derece
mahkemelerince SGK tarafından fazladan tahsil edildiğini belirledikleribaşvurucunun
55.379,50 TL tutarındaki parasının istirdadına karar verilmiştir. Dolayısıyla
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna aykırı olduğu derece
mahkemelerince belirlenmiştir.
64. Yukarıda da değinildiği üzere Antalya 5. İş Mahkemesince
hükmedilen söz konusu alacağın SGK tarafından başvurucuya ödendiği
anlaşılmaktadır (bkz. § 52). Ancak başvurucuya bu alacağın ödenmiş olması tek
başına başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmamaktadır. Başvurucunun
mağdur sıfatının ortadan kalkabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanında
hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre göz önüne alınarak telafi edilmesi
yoluna gidilmesi gerekmektedir (bkz. §§ 35-38).
65. Somut olayda başvurucunun banka hesaplarından fazladan
tahsil edilen alacak tutarı derece mahkemelerince toplam 55.379,50 TL olarak
belirlenmiştir. Başvurucuya bu asıl alacak tutarı iki aşamada ödenmiştir. İlk
olarak 9/10/2012 tarihinde 42.152,42 TL tutarında bir
ödeme yapılmıştır. Başvurucunun banka hesabından fazladan yapılan tahsilatın
ise 15/9/2009 tarihinde yapılan ödemeye ilişkin olduğu
belirlenmiştir. Merkez Bankası verilerine göre başvurucunun banka hesabından
fazladan tahsilatın yapıldığı 2009 yılı Eylül ayı ile 2012 yılı Ekim ayı
tarihleri arasında enflasyonda meydana gelen artış %29,09’dur. Bu durumda
başvurucuya ödenmesi gereken söz konusu alacağın 2012 yılı Ekim ayı itibarıyla
Merkez Bankası verileri kullanılarak enflasyon karşısında değer kaybının
giderilmiş karşılığı 54.415 TL’dir.
66. İkinci olarak ise başvurucunun kalan 13.227,08 TL
tutarındaki alacağı ise 14/10/2014 tarihinde
ödenmiştir. Yine Merkez Bankasının verilerine göre 2009 yılı Eylül ayı ile
ikinci ödemenin yapıldığı 2014 yılı Ekim ayı arasında enflasyonda meydana gelen
artış ise %51,51’dir. Bu durumda başvurucuya ödenmesi gereken söz konusu
alacağın 2014 yılı Ekim ayı itibarıyla Merkez Bankası verileri kullanılarak
enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş karşılığı 20.040 TL’dir.
67. Dolayısıyla yukarıdaki verilere göre başvurucunun mülkiyet
hakkı kapsamındaki toplam 55.379,50 TL tutarındaki alacağın, yapılan ödemelerin
tarihleri dikkate alındığında, enflasyon karşısında değer kaybının giderilmiş
karşılığının 74.455 TL olduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle başvurucunun
alacağının değer kaybını telafi edecek fark 19.075,50 TL"dir. Buna karşılık,
başvurucuya toplam 17.700,80 TL tutarında faiz ödemesi yapıldığı anlaşılmaktadır.
Buna göre ödenen faiz alacağı da dikkate alındığındabaşvurucunun
alacağı yalnızca %2,48 oranında değer kaybetmiştir.
68. Bu koşullar altında somut olaya bakıldığında, başvurucuya
ödenen faizin, aradan geçen sürede alacağının uğradığı değer kaybını büyük
ölçüde karşıladığı anlaşılmaktadır. Yukarıda tespit edilen düzeyde küçük bir
farklılığın ise (%5"den daha az) hesaplama yöntemi sebebiyle oluşabilecek
yanılma farklılığı (hata marjı) kapsamında kaldığı
değerlendirilmelidir. Ayrıca başvurucunun Mahkeme kararıyla tespit edilen
alacağı kısmen yargılama devam ederken ödenmiş, alacağın kalan kısmı da nihai
karar tarihinden yaklaşık dört ay sonra ödenmiştir. Bu durumda alacağın geri
ödenmesi sürecindeki gecikmenin, bu sürede uğranılan zararın karşılanması
amacıyla ödenen faiz miktarı da gözetildiğinde mülkiyet hakkının ihlaline yol
açacak denli ağır sonuçlara yol açmadığı değerlendirilmiştir.
69. Neticede somut olay bakımından
hesaplama konusundaki takdir yetkisi de dikkate alındığında, başvurucudan yersiz
olarak fazladan tahsil edilen parasının değer kaybının makul bir biçimde
karşılandığı anlaşıldığından müdahaleyle başvurucuya şahsi olarak aşırı ve
olağandışı bir külfetin yüklenmediği, dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkı
ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı sonucuna
varılmıştır. Buna göre başvurucunun söz konusu şikâyetiyle ilgili olarak mülkiyet
hakkının ihlali iddiası yönünden açık bir ihlal bulunmamaktadır.
70. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun alacağının değer kaybına
uğratılarak ödendiği şikâyeti yönünden mülkiyet hakkının ihlali iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
71. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
72. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
73. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan iş mahkemeleri
nezdinde açılan davalarda yargılama süresi tespit edilirken sürenin başlangıç
tarihi olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak davanın açıldığı tarih; sürenin
sona erdiği tarih olarak, yargılamanın sona erdiği (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013,
§ 69), yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını
verdiği tarih esas alınır (Mehmet Salih
Ayyıldız, B. No: 2012/397, 17/11/2014, § 25).
74. İş mahkemeleri nezdinde görülen davalarda yargılama
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve
kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Nesrin
Kılıç, § 58).
75. Başvuruya konu uyuşmazlığın iş mahkemesinde görülen bir
alacak davasına ilişkin olduğu görülmektedir. Yapılan yargılamada Antalya 1. İş
Mahkemesinin 20/9/2011 tarihli kararı, Dairenin
20/3/2012 tarihli ilamıyla eksik araştırma nedeniyle bozulmuştur. Bozma ilamı
sonrası dosyanın devredildiği Antalya 5. İş Mahkemesinin 13/2/2013
tarihli kararı da Dairenin 9/7/2013 tarihli ilamıyla bilirkişi raporunda hesap
hatası bulunduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Nihayet, ikinci bozma ilamından
sonra Mahkemenin 8/11/2013 tarihinde verdiği hüküm ise
Dairenin 29/4/2014 tarihli ilamıyla düzeltilerek onanmıştır.
76. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 4 yıl 4 aylık
yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun"un
50. Maddesi Yönünden
78. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
79. Başvurucu manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
80. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
81. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvurucuya net 3.250 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın;
a.
İcra inkar tazminatının ödenmemesi şikâyeti yönünden konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
b.
Alacağın değer kaybına uğratılarak ödendiği şikâyeti yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 3.250 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Antalya 5. İş Mahkemesine (E.2013/432,
K.2013/500) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/7/2017tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.