
Esas No: 2013/2187
Karar No: 2013/2187
Karar Tarihi: 19/12/2013
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
SEVİM AKAT EŞKİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/2187) |
|
Karar Tarihi: 19/12/2013 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Serruh KALELİ |
Üyeler |
: |
Mehmet ERTEN |
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ |
|
|
Burhan ÜSTÜN |
|
|
Zühtü ARSLAN |
Raportör |
: |
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER |
Başvurucu |
: |
Sevim AKAT EŞKİ |
Vekili |
: |
Av. İpek KADİRHAN |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, evli kadının
evlilik öncesi soyadını tek başına kullanmasına engel olan 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu’nun 187. maddesine istinaden yapılan uygulama neticesinde, cinsel
olarak ayrımcılığa maruz tutularak özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 10., 12.,
17., 20., 41. ve 90. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri
sürerek, ihlalin tespitiyle, uğradığı manevi zararın tazminine karar
verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 21/3/2013
tarihinde İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm
tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölümün 6/6/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 2/8/2013 tarihli görüş yazısı 12/8/2013 tarihinde başvurucu
vekiline tebliğ edilmiştir.
6. Başvurucu tarafından 23/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan
dilekçesi ibraz edilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesindeki
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. İstanbul Barosuna bağlı
avukat olarak çalışan başvurucu, evlenmekle Akat Eşki
olan soyadının Akat olarak düzeltilmesi istemiyle dava açmıştır.
9. Fatih 1. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 13/11/2007 tarih ve E.2007/277,
K.2007/325 sayılı görevsizlik kararı ile dosya aile mahkemesine devredilmiştir.
10. Fatih 3. Aile Mahkemesinin 17/7/2008 tarih ve E.2008/93, K.2008/511 sayılı kararı ile
nüfus müdürlüğü aleyhine açılan dava husumet yönünden reddedilmiştir.
11. Başvurucu tarafından,
evlilik öncesi soyadının kullanılmasına izin verilmesi talebiyle, eşi hasım
gösterilmek suretiyle Fatih 2. Aile Mahkemesinin E.2009/189 sayılı dosyası
üzerinde açılan davanın yargılaması sırasında, Mahkemece 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu’nun 187. maddesinin Anayasa’nın 2., 10.
ve 41. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne
başvuruda bulunulmuş, Anayasa Mahkemesi’nin 10/3/2011 günlü, E.2009/85,
K.2011/49 sayılı kararıyla talep reddedilmiştir.
12. Fatih 2. Aile Mahkemesinin 14/6/2011 tarih ve E.2009/189, K.2011/386 sayılı kararı ile
başvurucunun davası reddedilmiştir.
13. Başvurucu tarafından yapılan
temyiz talebi Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 24/11/2012
tarih ve E.2011/22361, K.2012/31270 sayılı kararı ile reddedilerek, Yargıtay
ilamı başvurucuya 22/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
14. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu’nun “Kadının
soyadı” kenar başlıklı 187. maddesi şöyledir:
“Kadın, evlenmekle
kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus
idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da
kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı
için yararlanabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
15. Mahkemenin 19/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
21/3/2013 tarih ve 2013/2187 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
16. Başvurucu, İstanbul Barosuna
bağlı avukat olarak çalıştığını, 2005 yılında evlendiğini, ancak evlendikten
sonra uzunca bir süre evlilik öncesindeki soyadını kullanmaya devam ettiğini,
yurt dışına çıkış işlemleri nedeniyle nüfus müdürlüğüne başvurarak evlilik
öncesi soyadı ve evlilik soyadını beraber içeren kimlik belgesi aldığını, fakat
diğer resmi işlemlerini evlilik öncesi soyadı ile yapmaya devam ettiğini, bu
duruma bağlı olarak yaşadığı zorluklar nedeniyle evlilik öncesi soyadının
kullanılmasına izin verilmesi talebiyle açtığı davanın reddedildiğini,
belirtilen durum nedeniyle cinsel olarak ayrımcılığa tabi tutularak özel
hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmediğini belirterek, Anayasa’nın 2., 10., 12., 17., 20., 41. ve 90. maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
17. Başvurunun incelenmesi
neticesinde, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas İnceleme
18. Başvurucu evli kadınların
yalnızca evlilik öncesindeki soyadlarını kullanmasını engelleyen 4721 sayılı
Kanun’un 187. maddesine dayanılarak yapılan uygulama nedeniyle, Anayasa’nın 17.
ve 20. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
19. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM), somut başvuruya benzer
başvurular açısından, evli erkeklerin evlendikten sonra kendi soyadlarını
kullanma imkânları bulunmasına rağmen, evli kadınların evlilikten önceki
soyadlarını tek başına kullanma imkânlarının bulunmamasının cinsiyete dayalı
farklı bir muamele oluşturduğuna ve bu durumun Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesi ile birlikte düşünüldüğünde 14. maddesini
ihlal ettiğine karar verildiği belirtilerek, başvurucu tarafından açılan
davanın 4721 sayılı Kanun’da kadının evlendikten sonra evlilik öncesi soyadını
tek başına kullanabileceğine ilişkin bir hüküm bulunmaması nedeniyle reddedildiğinin
yapılacak değerlendirmede nazara alınması yönünde beyanda bulunulduğu
anlaşılmıştır.
20. Başvurucu Adalet Bakanlığı
görüşüne karşı beyan dilekçesinde, AİHM tarafından verilen ihlal kararlarına
rağmen, iç hukukta gerekli yasal düzenlemenin yapılmadığını ve bu durumun somut
başvuru benzeri birçok ihlal iddiasına neden olduğunu beyan etmiştir.
21. Başvurucu tarafından,
Anayasa’nın 2., 10., 12., 17., 20., 41. ve 90.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği ileri sürülmüş olmakla
beraber, belirtilen ihlal iddiasının mahiyeti gereği sadece Anayasa’nın 17.
maddesi açısından değerlendirme yapılması uygun görülmüştür.
22. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa
ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını
içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B.
No: 2012/1049, § 18, 26/3/2013)
23. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu isim hakkı, Anayasa’nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 8. maddesinde
düzenlenmiştir.
24. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama,
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
25. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve
aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın
kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla
öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin
ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir
tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
26. Özel yaşama saygı hakkı alt
kategorisinde geçen “özel yaşam”
kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin
tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır.
27. Kişinin bireyselliğinin,
yani bir kişiyi diğerlerinden ayıran ve onu bireyselleştiren niteliklerin
hukuken tanınması ve bu unsurların güvence altına alınması son derece
önemlidir. Birçok uluslar arası insan hakları
belgesinde “kişiliğin serbestçe
geliştirilmesi” kavramına yer verilmekle beraber, Sözleşme
kapsamında bu kavrama açıkça işaret edilmediği görülmektedir.
28. Bununla birlikte,
Sözleşme’nin denetim organlarının içtihatlarında, “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi”
kavramının, özel yaşama saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel
alındığı anlaşılmaktadır. Özel yaşamın korunması hakkının sadece mahremiyet
hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında, kişiliğin serbestçe
geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhil
edilmiştir. Bu kapsamda dış dünya ile ilişki kurma noktasında son derece önemli
olan isim hakkı da, Sözleşme denetim organları tarafından ön ad ve soyadını
kapsayacak şekilde maddenin güvence alanı içinde yorumlanmıştır.
29. AİHM, Sözleşmenin 8.
maddesinin ad ve soyadı konusunda açık bir hüküm içermediğini belirtmekle beraber,
kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir araç
olması nedeniyle, belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki kurmayı da
içeren özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkıyla ilgili olduğunu ve bir kamu
hukuku konusu olarak toplumun ve Devletin adların düzenlenmesi konusuyla
ilgilenmesinin bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarından
uzaklaştırmayacağını kabul etmektedir. Bu kapsamda, soyadı
değiştirme ile çocuğun ve kadının soyadı bağlamında AİHM içtihatlarına konu
edildiği görülen soyadının da Sözleşme’nin 8. maddesinin koruma alanında olduğu
anlaşılmaktadır. AİHM’e göre soyadı, mesleki bağlamın
yanı sıra, bireylerin özel ve aile yaşamında diğer insanlarla sosyal, kültürel
ya da diğer türden ilişkiler kurabilmesi için önemli olup, onları dış dünyaya
tanıtma fonksiyonunu üstlenmektedir (Burghartz/İsviçre, B.No: 16213/90, 22/2/1994, § 24; Stjerna/Finlandiya, B.No: 18131/91,
25/11/1994, § 37; Niemietz/Almanya, B.No:
13710/88, 16/12/1992, § 29).
30. Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen maddi ve
manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlük hakkı ile, bireyin kendisini gerçekleştirme
ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir. Bireyin
yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru haline gelen, birey
olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez,
devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkı olan soyadının da
kişinin manevi varlığı kapsamında olduğu açıktır.
31. Cinsiyet, doğum kaydı gibi
kimlik bilgileri ve aile bağlarıyla ilgili bilgiler ile bunlarda değişiklik ve
düzeltme yapılmasını isteme hakkının yanı sıra, isim hakkı da Anayasa Mahkemesi
tarafından, Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir
(E.2011/34, K.2012/48, 30/3/2012; E.2009/85,
K.2011/49, 10/3/2011).
32. Başvuruya konu yargılama
kapsamında başvurucunun sadece evlenmeden önceki soyadını kullanmasına yetkili
idari ve yargısal merciler tarafından izin verilmemesi şeklindeki uygulamanın,
kişinin kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri olan soyadının vazgeçilemezlik, devredilemezlik
ve kişiye sıkı surette bağlı olma niteliklerinin kadının soyadı bakımından
geçerliliğini etkilediği görülmekle, belirtilen uygulamanın Anayasa’nın 17.
maddesinde tanımlanan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına
yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır.
33. Anayasa’nın 17. maddesinde,
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı açısından herhangi bir
sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde
sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların da hakkın doğasından kaynaklanan
bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın diğer
maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da
mümkün olabilir. Bu noktada Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence
ölçütleri işlevsel niteliği haizdir.
34. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
35. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence
rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve
özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz
önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer
alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin,
Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de
gözetilmesi gerektiği açıktır.
36. Hak ve özgürlüklerin yasayla
sınırlanması ölçütü anayasa hukukunda önemli bir yere sahiptir. Hak ya da
özgürlüğe bir müdahale söz olduğunda öncelikle tespiti gereken husus,
müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir
temelinin mevcut olup olmadığıdır.
37. Sözleşme’nin lafzı ve AİHM
içtihadı uyarınca da, Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında yapılacak bir
müdahalenin meşruluğu, öncelikle söz konusu müdahalenin yasa uyarınca
gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuş olup, müdahalenin hukukîlik
unsurunu taşımadığının tespiti halinde, Sözleşmenin 8. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin, müdahalenin
ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (Bkz. Fadeyeva/Rusya, B. No: 55723/00, 9/6/2005,
§ 95; Bykov/Rusya, B. No:4378/02, 10/3/2009, §82).
38. Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamında yapılan bir müdahalenin yasallık şartını sağladığının kabulü için,
müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur.
39. Başvuru konusu olayda
başvurucunun evlilik öncesi soyadını kullanması yönündeki talebinin, ilk derece
mahkemesince, 4721 sayılı Kanun’da evli kadının kocasının soyadı olmaksızın
yalnızca evlenmeden önceki soyadını kullanabileceğine dair bir hüküm
bulunmadığı belirtilerek reddedildiği anlaşılmaktadır.
40. Anayasa’nın “Milletlerarası andlaşmaları
uygun bulma” kenar başlıklı 90. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
“Usulüne göre
yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun
hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla
kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri
esas alınır.”
41. Belirtilen düzenlemeyle,
usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslarası andlaşmalarda yer alan
düzenlemelerin kanun hükmünde olduğu belirtilerek, 7/5/2004 tarihinde yapılan
değişiklikle fıkraya eklenen son cümle ile,
hukukumuzda kanunlar ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşmalar arasında bir çeşit hiyerarşi ihdas edilmiş ve
aralarında uyuşmazlık bulunması halinde andlaşmalara
öncelik tanınacağı hüküm altına alınmıştır. Bu düzenleme uyarınca, temel hak ve
özgürlüklere ilişkin uluslararası bir andlaşma ile
bir kanun hükmünün çatışması halinde, uluslararası andlaşma
hükmünün öncelikle uygulanması gerekir. Bu durumda başta yargı mercileri olmak
üzere, birbiriyle çatışan temel hak ve özürlüklere ilişkin bir uluslararası andlaşma hükmü ile bir kanun hükmünü önlerindeki olaya
uygulamak durumunda olan uygulayıcıların, kanunu göz ardı ederek uluslararası andlaşmayı uygulama yükümlülükleri vardır.
42. Belirtilen düzenleme
uyarınca, uluslararası insan hakları hukukunun temel belgelerinden olan ve
Türkiye’nin usulüne uygun olarak onaylayıp taraf olduğu Sözleşme iç hukukta
doğrudan uygulanma kabiliyetini haizdir. Sözleşme’nin 8. maddesi özel hayata ve
aile hayatına saygıyı ifade ederken, 14. maddesi cinsiyete dayalı ayrımcılığı
yasaklamaktadır. AİHM"in, kişinin soyadını özel hayat
kapsamında değerlendirerek evli kadının kocasının soyadını kullanma zorunluluğunu
özel hayata müdahale olarak kabul ettiği birçok kararında, soyadı kullanımı ile
ilgili başvurular, Sözleşme’nin 8. maddesinde yer alan “özel hayatın ve aile hayatının korunması”
ilkesi kapsamında incelenmiş ve kadının evlendikten sonra yalnızca evlilik öncesi
soyadını kullanmasına ulusal mercilerce izin verilmemesinin, Sözleşmenin özel
hayatın gizliliğini öngören 8. maddesiyle bağlantılı olarak, ayrımcılığı
yasaklayan 14. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır (bkz. Ünal Tekeli/Türkiye, B. No: 29865/96, 16/11/2004; Leventoğlu Abdulkadiroğlu/Türkiye, B. No: 7971/07,
28/5/2013; Tuncer Güneş/Türkiye, B.
No: 26268/08, 3/10/2013; Tanbay Tüten/Türkiye,
B. No:38249/09, 10/12/2013).
43. Cinsiyetler arası eşitlik ve
cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili hususlar, insan hakları ile ilgili diğer
bir takım uluslararası hukuk belgelerinde de yer almaktadır. Türkiye’nin 4/6/2003 tarihinde onayladığı, Birleşmiş Milletler Medeni ve
Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 23. maddesinin 4. fıkrasında taraf devletlerin,
eşlerin evlenirken, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve
sorumluluklara sahip olmalarını sağlamak için gerekli tedbirleri alacakları;
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Sözleşme’nin 16. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendinde ise yine taraf
devletlerin kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı önlemek
için gerekli bütün önlemleri alacakları ve özellikle kadın erkek eşitliğine
dayanılarak aile adı, meslek ve iş seçimi dâhil her iki eş için geçerli, eşit
kişisel haklar sağlayacakları düzenlemesine yer verilmiştir.
44. Anayasa’nın 90. maddenin
beşinci fıkrası uyarınca, sözleşmeler hukuk sistemimizin bir parçası olup,
kanunlar gibi uygulanma özelliğine sahiptir. Yine aynı fıkraya göre, uygulamada
bir kanun hükmü ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin olan sözleşme hükümleri
arasında bir uyuşmazlığın bulunması halinde, sözleşme hükümlerinin esas
alınması zorunludur. Bu kural bir zımni ilga kuralı olup, temel hak ve
özgürlüklere ilişkin sözleşme hükümleriyle çatışan kanun hükümlerinin uygulanma
kabiliyetini ortadan kaldırmaktadır.
45. Başvuruya konu yargılama
kapsamında verilen kararın 4721 sayılı Kanun’un 187. maddesine dayanarak
verildiği anlaşılmaktadır. Ancak, yukarıda yer verilen tespitler ışığında,
ilgili Kanun hükmünün sözü edilen Sözleşme hükümleri ile çatıştığı
görülmektedir. Bu durumda, uyuşmazlığı karara bağlayan derece Mahkemelerinin,
AİHS ve diğer uluslararası insan hakları andlaşmaları
ile çatışan 4721 sayılı Kanun’un 187. maddesini kararlarına esas almayarak,
başvuru konusu uyuşmazlık açısından Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca
uygulanması gereken uluslararası sözleşme hükümlerini dikkate alması gerektiği
sonucuna varılmaktadır.
46. Somut başvuru açısından,
başvurucunun temel hak ve özgürlüklere dair uluslararası andlaşmaların
kanun hükümlerine nazaran öncelikle uygulanacağı ve bu kapsamda Sözleşmenin ve
AİHM içtihadının uyuşmazlığın karara bağlanmasında nazara alınması noktasındaki
itirazlarının yargı mercilerince dikkate alınmadığı ve tartışılmadığı
anlaşılmaktadır.
47. Uluslararası sözleşmelerin,
evli erkek ve kadının evlilik sonrasında soyadları bakımından eşit haklara
sahip olmasını öngören hükümleri ile evli kadının kocasının soyadını kullanması
zorunluluğunu öngören iç hukuk düzenlemelerinin aynı konu hakkında farklı
hükümler içermesi nedeniyle, ilgili sözleşmenin hükümlerinin somut uyuşmazlık
açısından esas alınması gereken hukuk kuralı olduğu sonucuna varılmakla,
başvurucunun manevi varlığı kapsamında güvence altına alınan isim hakkına
yönelik müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşılmaktadır.
48. Yapılan bu tespit
çerçevesinde, söz konusu müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet
edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
49. Belirtilen nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan manevi varlığın
korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
c. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
50. Başvurucu, 10.000,00 TL
manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
51. Adalet Bakanlığı görüşünde,
başvurucunun tazminat talebine ilişkin görüş bildirilmemiştir.
52. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
53. Mevcut başvuruda müdahalenin
kanuniliği şartının sağlanmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için
yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
54. Başvurucu tarafından manevi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, yeniden yargılama yapmak üzere
dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun
ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından,
başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
55. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 2.640,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 2.838,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan manevi varlığın
korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine,
D. Başvurucunun manevi tazminata ilişkin talebinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 2.640,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.838,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
19/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.