
Esas No: 2013/757
Karar No: 2013/757
Karar Tarihi: 13/6/2013
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MARDİN SÜRYANİ KATOLİK KİLİSESİ
VAKFI BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/757) |
|
Karar Tarihi: 13/6/2013 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
Raportör |
: |
Selami ER |
Başvurucu |
: |
Mardin Süryani Katolik Kilisesi Vakfı |
Temsilcisi |
: |
Fuat ÇÖLLÜ |
Vekili |
: |
Av. İbrahim ÖZDİLER |
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, daha önce maliki
olduğu, kilise ve patrikhane olarak kullanılan taşınmazın bir bölümünün 1987
yılında yapılan kadastro çalışması sonucunda Hazine adına tescil edilmesinin
ardından 2009 yılında açtığı tapu tescil ve iptal davasının reddedilmesi
nedeniyle din ve vicdan hürriyeti, hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 24/1/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, 20/2/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm
tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu Mardin Süryani
Katolik Kilisesi Vakfı 5/6/1935 tarih ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu
uyarınca tüzel kişilik kazanmış olup, bu statüsü 2/2/2008 tarih ve 5737 sayılı
Vakıflar Kanunu ile devam etmekte olan bir cemaat vakfıdır.
6. Başvurucu, 2762 sayılı
Kanunun Geçici 1. maddesi uyarınca vakıf mülkiyetinde olan taşınmazlar için
gerekli bildirimi (1936 Beyannamesi) yapmıştır. 1895 yılında yaptırılan
başvuruya konu Meryem Ana Kilisesi ve müştemilatı ile Patrikhane binası,
bildirilen taşınmazlar arasındadır. Mezkûr taşınmaz 24/12/1963 tarihli tapu
senediyle toplam 2.293,95 m2 olarak başvurucu adına tescil edilmiştir.
7. Sözkonusu taşınmazın Patrikhane
bölümünün Kültür Bakanlığı tarafından müze olarak kullanılması amacıyla Mardin
Valiliği İl İdare Kurulunca 8/8/1979 tarihinde kamulaştırılması kararı
alınmıştır.
8. Başvurucu tarafından
kamulaştırma kararına karşı iptal davası açılmış, Danıştay 6. Dairesinin
E.1979/4598, K.1981/2821 sayılı kararıyla davanın reddine karar verilmiş ve
1981 yılında kamulaştırma kararı kesinleşmiştir.
9. Kamulaştırma sonrasında
birbirinden duvar ile ayrılan Patrikhane binasının 1282 m2’si müze olarak
Hazine adına, 1011,95 m2’lik kısım ise kilise olarak tapu siciline tescil
edilmiştir.
10. Mardin Kadastro İl
Müdürlüğünce yapılan kadastro çalışması sonucunda başvurucuya ait kilise 812 m2
olarak başvurucu adına, patrikhane binası ise 1091 m2 olarak Hazine adına
tespit edilmiş ve iki aylık ilan süresinde itiraz edilmediği için 14/3/1988
tarihinde kadastro işlemleri kesinleşerek tapu siciline tescil edilmiştir.
11. Başvurucu 12/1/2011
tarihinde, kilisenin ibadet bölümüne dâhil olup, kilise ile patrikhane binası
arasındaki duvarın kilise kısmında kalan ve kilisenin bayan cemaatin kiliseye
giriş yaptığı, kilise korosunun kıyafetlerini giydiği, ilahilerin okunduğu ve
din adamlarının inzivaya çekildikleri 199,95 m2 alanın kadastro uygulaması
sırasında sınırların yanlış değerlendirilmesi sonucu Hazine adına tescil
edildiği gerekçesiyle kendi adına tescili talebiyle dava açmıştır.
12. Başvurucunun bu talebi,
Mardin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 8/3/2012 tarih ve E.2011/24, K.2012/145
sayılı kararıyla, 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.
maddesinde yer alan 10 yıllık hak düşürücü süre geçtiği gerekçesiyle
reddedilmiş; başvurucu bu kararı temyiz etmiştir.
13. Temyiz başvurusunu inceleyen
Yargıtay 16. Hukuk Dairesi 13/11/2012 tarih ve E.2012/5765, K.2012/9341 sayılı
kararıyla kadastro işleminin kesinleştiği tarih, dava tarihi ile vakfın
niteliği ve davacı vakfın dayandığı tapu kaydında yazılı şerhe göre 3402 sayılı
Kanun’un ek 1. maddesinin (2) numaralı fıkrasının uygulama imkânı bulunmadığı
gerekçesiyle yerel mahkeme kararını onamıştır.
B. İlgili
Hukuk
14. 3402 sayılı Kadastro
Kanunu’nun “Kadastro tutanaklarının
kesinleşmesi ve hak düşürücü süre” başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“30
günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait
sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.
Kadastro müdürü tarafından onaylanarak
kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları;
kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay
içinde tapu kütüklerine kaydedilir.
Bu tutanaklarda belirtilen haklara,
sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on
yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz
olunamaz ve dava açılamaz.( iptal cümle: Anayasa
Mah.12.5.2011 Tarih ve 2009/31 E. 2011/77 K. s.k.)
Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtları,
işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve
tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.
Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle
tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın,
taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla
zilyetliğinde bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve
açılacak olan davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden
yararlanırlar.”
15. 3402 sayılı Kanun’a
22/5/2005 tarih ve 5304 sayılı Kanun ile eklenen “Sayısallaştırma” başlıklı ek 1. madde şöyledir:
“Kadastro veya tapulama haritaları, arazi
kontrolü yapılmak suretiyle sayısal hale getirilir. Yapılan çalışmaların
sonucu, 11 inci maddeye göre ilân edilir ve ilân süresi içerisinde dava
açılmayan taşınmaz malların kayıtlarında gerekli düzeltme yapılır.
Tapu kayıtlarında icareteyn
veya mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12 nci maddenin 3 üncü fıkra
hükümleri uygulanmaz.”
16. 5737 sayılı Kanun’a
22/8/2011 tarih ve 651 sayılı KHK ile eklenen Geçici 11. madde şöyledir:
“Cemaat vakıflarının;
a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik
hanesi açık olan taşınmazları,
b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup
kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel
Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları,
c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu
kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri,
tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde
müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil
müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir.
Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya
cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe
gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen
taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca
tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve
esaslar yönetmelikle düzenlenir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 13/6/2013
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 24/1/2013 tarih ve 2012/757
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, daha önce maliki
olduğu, kilise ve patrikhane olarak kullanılan taşınmazın patrikhane bölümünün
1981 yılında kesinleşen kamulaştırma işlemiyle Hazine adına tescil edildiğini,
1987 yılında yapılan kadastro çalışmasında kilise tarafında kalan, kamulaştırma
kapsamında olmayan ve ibadete tahsis edilmesi gereken yaklaşık 200 m2 alanın da
sınırlarının yanlış tespit edilmesi sonucu Hazine adına tescil edildiğini,
bahsedilen taşınmaz bölümünün kendi adına tescili amacıyla 2011 yılında açtığı davanın
hak düşürücü süre gerekçesiyle reddedildiğini, benzer durumda olan vakıflar
için hak düşürücü sürenin uygulanmayacağına dair yargı kararları olduğunu, bu
sebeplerle din ve vicdan hürriyeti, hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
19. Anayasa’nın 148. maddesi
şöyledir:
Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel
hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi
birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.
Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
20. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
21. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel
başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve
bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır.
Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
22. 12/1/2011 tarihli ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hukukun
uygulanması” kenar başlıklı 33. maddesi şöyledir:
“Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.”
23. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı
fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir.
1- Hak Arama Hürriyeti ve Mülkiyet Hakkı Yönünden İnceleme
24. Bir anayasal hakkın ihlali
iddiası içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden
incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve
Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin
olduğu açıktır. (B. No: 2012/1056 § 34, 16/4/2013)
25. Bahsedilen kurallar
uyarınca, derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış olayların sübutu,
delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması
ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden
adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Anayasa’da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe
derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar da bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin
delilleri takdirinde açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu
takdire müdahalesi söz konusu olamaz. (B. No: 2012/1027, § 26, 12/2/2013)
26. Hukukun genel ilkelerinden
biri hukuk güvenliği prensibidir. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmelerini,
devletin de hukuki düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar. (B. No: 2012/51, § 18, 25/12/2012)
27. Belli bir hakkın mahkemede
ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın
açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil
yargılama hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler,
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da
ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar
hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne
geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet
ederler. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi
içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü
zedelemedikçe Anayasa’da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar.
(AİHM, Stubbings ve Diğerleri, 22083/93; 22095/93 § 51, 22/10/1996)
28. Başvuruya konu olayda kadastro
çalışması 1988 yılında kesinleşmiş, başvurucu bu tarihten 23 sene sonra
kadastro tespitinde hata olduğunu ileri sürerek Asliye Hukuk Mahkemesi önünde
dava açmıştır. Başvurucu kadastro işleminden ne zaman haberdar olduğunu
belirtmediği gibi, geçen 23 sene içinde neden başvuru yollarını kullanmadığına
dair bir açıklama da yapmamış, bunun yerine kendisiyle benzer durumda olan
vakıflar için hak düşürücü sürenin farklı uygulandığı mahkeme kararlarından
bahisle hak düşürücü sürenin kendisi için uygulanmaması gerektiğini ileri
sürmüştür.
29. Başvurucu uyuşmazlığa konu
taşınmaz bölümüyle ilgili mülkiyet hakkının varlığını gösteren tapu sicili gibi
belgeye bağlı somut bir delil sunmamıştır. Başvurucunun mülkiyet hakkıyla
ilgili iddiası ilk derece mahkemesinin davayı esastan görüşmeye açması halinde
ileri sürülebilecek nitelikte ve mahkemenin kadastro işlemini incelemesine
bağlı bir iddiadır. Somut olayda mahkeme, uyuşmazlığın esasına girerek karar
vermemiş, hak düşürücü süre nedeniyle davayı reddetmiştir.
30. Bu durumda başvurucunun
iddiasının özünün derece mahkemelerince dava konusu uyuşmazlığa ilişkin hak
düşürücü sürenin yorumlanmasında isabet olmadığı ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
31. 6100 sayılı Kanun’un 33.
maddesi gereği hukukun uygulanması ve yorumlanması hâkimin resen gözeteceği bir
husustur. Bu kapsamda hak düşürücü sürenin dava konusu uyuşmazlıkta uygulanması
da hâkimin takdir yetkisi içinde ve kanunun açık hükmü karşısında beklenmesi
gereken bir sonuçtur. Derece mahkemelerinin kararlarında hak düşürücü sürenin
uygulanması konusunda açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu
takdire müdahalesi söz konusu olamaz.
32. Bununla birlikte
başvurucunun dile getirdiği yargı kararları incelendiğinde uyuşmazlık
konularının 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa
dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel
idaresi adına kayıtlı taşınmazlarla ilgili olduğu ve 5737 sayılı Kanun’un
geçici 11. maddesi uyarınca bu taşınmazların eski maliki olan vakıflara,
taşınmazları tekrar kendi adlarına tescil ettirmek için Kanun’un yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren bir yıllık yeni başvuru süresi tanındığı,
mahkemelerin bu nedenle 10 yıllık hak düşürücü süreyi dikkate almadığı
anlaşılmaktadır. İhtilafa konu taşınmazın mülkiyeti kamulaştırılmak suretiyle
Hazineye geçtiğinden mülkiyetin Hazineye geçiş işleminin 5737 sayılı Kanun
kapsamında olmadığı açıktır.
33. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkına ilişkin iddialarının kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi
kararlarının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından,
başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2- Din ve Vicdan Hürriyeti Yönünden İnceleme
34. Başvurucu, din ve vicdan
hürriyetinin ihlal edildiği iddiasıyla ilgi olarak hatalı kadastro uygulaması
nedeniyle kiliseye ait olması gereken taşınmaz bölümünün Hazine adına tescil
edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucu bunun dışında din ve vicdan hürriyetini
engelleyen bir kamu gücü kullanımından bahsetmemektedir. Öte yandan başvurucuya
ait 812 m2 alanla birlikte Hazine adına tescilli 199,95 m2’lik alan Mardin
Süryani Katolik Kilisesi tarafından dini ayin ve törenler için kullanılmakta
olup, başvurucu bunun engellendiğine dair bir iddia da ileri sürmemektedir. Bu
durumda din ve vicdan hürriyeti açısından bir ihlalin olmadığı açıktır.
35. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun din ve vicdan hürriyetine ilişkin iddialarına yönelik bir ihlalin
olmadığı anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Başvurunun,
“açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına, 13/6/2013 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.