11. Hukuk Dairesi 2019/1075 E. , 2019/7666 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 14. HUKUK DAİRESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
Taraflar arasında görülen davada İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 08/11/2017 tarih ve 2017/145 E- 2017/1343 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin kabulüne dair İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi"nce verilen 13/12/2018 tarih ve 2018/621 E- 2018/1523 K. sayılı kararın Yargıtay"ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, 6100 sayılı Kanun"un 369. maddesi gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddiyle dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin, taraflar arasında 15.10.2015 tarihinde akdedilen “Hisse Devri ve Ortaklığın Giderilmesi” sözleşmesiyle, davalı şirkette sahibi olduğu hisselerini davalı şahsa devrettiğini, sözleşmenin “Diğer Koşullar” başlıklı 2. maddesiyle, müvekkiline 15 yıl süreyle ABD ve Kanada’da bulunan şirketlere üretimini yaptığı bazı ürünlerinin satışını yapmama yükümlülüğü getirildiğini ve müvekkilinin rekabet etmemeye ilişkin bu hükme aykırı davranması halinde 1.000.000,00 USD cezai şart ödeyeceğinin öngörüldüğünü, ancak sözü edilen hükmün hukuka aykırı olduğunu zira, sözleşmenin kelepçeleme sözleşmesi niteliğinde olduğunu, ayrıca sözleşmeyle öngörülen cezai şartın ekonomik mahva sebep olacak düzeyde fahiş olduğunu, hükmün sadece müvekkili aleyhine düzenlemeler içerdiğini, davalılar aleyhine herhangi bir yükümlülük öngörmediğini, sözleşmenin bu haliyle edimler arasında aşırı düzeyde orantısızlık oluşturduğunu, sözleşmenin imzalanması sürecinde davalı yanın müvekkiline kendi fabrikasında ürettiği ürünleri satın alacağı yönünde şifahi olarak taahhütte bulunduğunu ancak bu taahüdünü yerine getirmediğini, sözleşmenin anılan hükmünün dürüstlük kurallarına aykırılık oluşturduğu için TBK’nın 27. maddesi gereğince mutlak butlanla batıl olduğunu ileri sürerek, anılan sözleşme hükmünün geçersiz olduğunun tespiti ile sözleşmeyle öngörülen cezai şartın iptalini, bu talep uygun görülmezse cezai şart miktarının tenziline karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, davacıya taraflar arasındaki ticaretin devam edeceğine ilişkin herhangi bir taahhütte bulunulmadığını, basiretli bir tacir gibi davranması gereken davacının attığı imzanın sonuçlarını bilmesi ve katlanması gerektiğini, davacının iddiasının aksine sözleşmenin ahlaka ve adaba aykırı herhangi bir yönü bulunmadığını, sözleşme hürriyetinin Anayasa ve yasalar ile güvence altına alındığını, tarafların da özgür iradeleri ile davaya konu sözleşmeyi tanzim ettiğini ve bir kısım yükümlülükler altına girdiğini savunarak, davanın reddini talep etmiştir.
İlk derece mahkemesince, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, sözleşme özgürlüğü ilkesi gereğince, sözleşmeyi imza altına alan tarafların rekabet yasağına ilişkin düzenlemeler öngörebileceği ancak öngörülen yasağın geçerli olarak kabul edilebilmesi için rekabet etmeme yükümü altına giren tarafın çalışma özgürlüğünü kısıtlayacı nitelikte olmaması ve yasağın zaman, coğrafi bölge, üstlenilen edimin niteliği yada haksız rekabetin çeşidi gibi türlerde sınırlandırılmış olması gerektiği, aksi halin sözleşmeyi uygulamada ve doktirinde kelepçeleme sözleşmesi olarak adlandırılan bir sözleşme haline getireceği, davacının Amerika ve Kanada’ya sözleşmede belirtilen cam, mozaik, mermer ürünleri ithal eden bir şirketin hakim ortağı olduğu da göz önüne alındığında, belirtilen yerlere belirtilen ürünlerin ticaretini 15 yıl süreyle yasaklayan sözleşme hükmünün davacının ticari hayatını engeller nitelikte olduğu, ayrıca sözleşmeyle öngörülen sürenin ve coğrafi sınırların da çok geniş olduğu bu nedenle söz konusu hükmün geçersiz olduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karara karşı davalı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İstinaf mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, tarafların, hisse devir sözleşmeleriyle rekabet yasağı öngörmesinin ve bunu bir cezai şart yaptırımına bağlamalarının genel olarak ahlaka ve kamu düzenine aykırı olmadığı, ancak rekabet yasağı hükmünün çalışma hürriyetini aşırı sınırlandırılması ve kişilik haklarını ihlal etmesi halinde butlanının söz konusu olabileceği, somut olayda, rekabet yasağı belirlenirken, yasağın süre coğrafi alan ve faaliyet olarak açık bir şekilde sınırlandırıldığı, buna göre, söz konusu yasağın davacının çalışma hak ve özgürlüğünü, özüne zarar verecek derecede sınırlandırdığının kabulünün mümkün olmadığı, zira, davacının çalışma ve teşebbüs hürriyetini, sözleşmede gösterilen coğrafi alan dışında, dünyanın her yerinde kullanabileceği, yine sözleşmedeki çoğrafi alan içinde de sözleşmede sınırlı olarak sayılanlar dışındaki konularda ticari faaliyette bulunabileceği, süre sonunda sınırlamanın tamamen kalkacağı, kaldı ki, hisse devir sözleşmesine konulan rekabet yasağının, davacı tarafından devredilen hisselerin bedelinin tespitinde de etkili olduğu, davacının böylece rekabet yasağı karşılığında hisse bedelini tespit ettiği, bunun sonucunda rekabet yasağı karşılığında bir menfaat sağladığı, bu nedenle taraflar arasındaki sözleşme hükmünün geçersiz kılacak bir neden bulunmadığı, davacı yanca terditli olarak cezai şartta indirime gidilmesi talebinde bulunulmuşsa da, davacının tacir olduğunu ikrar ettiği, tacirlerin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunun 22. maddesi uyarınca, kural olarak cezai şartın fahiş olduğundan bahisle tenzilini istemeyeceği, bu kurulan istisnasının ise belirlenen cezai şartın tacirin ekonomik mahvına sebep olması olduğu, ancak cezai şartının tenkisinin istenebilmesi için karşı tarafın cezai şart alacağının doğması ve bunu mahkemeden talep etmiş olması gerektiği, cezai şartın tenkisi koşullarının bulunmadığı gerekçesiyle, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, esas hakkında yeniden hüküm tesis edilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK"nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK"nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK"nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK"nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 02/12/2019 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.