8. Hukuk Dairesi 2014/17097 E. , 2015/4567 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve terkin
Hazine ile ... aralarındaki dava hakkında. Asliye Hukuk Mahkemesi"nden verilen 17.01.2013 tarih ve 257/15 sayılı hükmün Daire"nin 25.04.2014 gün ve 13453/8177 sayılı ilamıyla onanmasına karar verilmişti. Davalı vekili tarafından süresinde kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Dosya muhtevasına, dava evrakı ile tutanaklar münderecatına ve Yargıtay ilâmında açıklanan gerektirici sebeplere göre yerinde olmayan ve HUMK"nun 440. maddesinde yazılı hallerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteminin REDDİNE, anılan Kanunun 442. maddesi uyarınca (6100 sayılı HMK"nun Geçici 3. maddesi gereğince 1086 sayılı HUMK"nun 427 ila 454. maddeleri yürürlükte bulunduğundan) takdiren 248,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak Hazine"ye irad kaydına ve 3402 sayılı Kanunun 36/A maddesi gereğince harç alınmasına mahal olmadığına 19.02.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Davacı Maliye Hazine"si tarafından açılan dava ile, davalıya ait iki parça taşınmazın, 3621 sayılı Kıyı Kanunu kapsamında kalan Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden kamu malı niteliğinde olduğu ve kişilerin mülkiyetinde kalamayacağını ileri sürülerek; bu bölümün davalılar adına mevcut tapu kaydının iptaliyle kıyı olarak tapu sicilinden terkinine karar verilmesi istenilmiştir.
-//-
Yerel Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme sonucu 08.02.2010 tarihli kararla(Mahkemenin 1. kararı); 3402 S. Kadastro Kanunu"nun 12/3. maddesi uyarınca (10) yıllık hak düşürücü süre geçirilmek suretiyle dava açılmış olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacı Maliye Hazine"si tarafından temyiz edilmiştir. O tarihte bu nitelikteki davalarla ilgili mahkeme kararlarının temyiz incelemesini yapmakla görevli olan Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, temyiz edilen hükmü 06.05.2010 tarihli bozma ilamıyla (Yargıtay’ın 1. bozma ilamı) “…davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, bu yöne değinen Maliye Hazinesi"nin temyiz itirazlarının yerinde olmadığından reddine; ancak bu durumun yargılama sırasında KK.nun 12/3.maddesinde yapılan değişiklikten kaynaklandığı, davanın açıldığı sırada davacı Maliye Hazine"si dava açmada haklı durumda olduğundan, davalının yapılan tüm yargılama gideri ve avukatlık ücretinden sorumlu olacağı gözetilmeden karar verilmesinin isabetli olmadığı…” gerekçesiyle, hükmü sadece yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden bozmuştur. Karar düzeltme aşamasından geçmek suretiyle bu bozma kesinleşmiştir. Yerel mahkemece bu bozma ilamına uyularak verilen 17.03.2011 tarihli kararla, gerekmediği halde davanın esası ile ilgili olarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle, davanın hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle reddine, yargılama gideri ve avukatlık ücreti konusunda yargılama sırasında yürürlüğe giren 3402 S. KK.nun 36/A.maddesi gözetilerek, yaptığı yargılama giderlerinin davacı Maliye Hazine"si üzerinde bırakılmasına, aynı nedenle taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmiştir. (Mahkemenin 2. kararı). Bu ikinci kararın davacı tarafca temyizi üzerine, sonradan temyiz incelemesini yapmakla görevlendirilen Y. 8.HD(Dairemiz). tarafından 25.09.2012 tarihli bozma ilamıyla(Yargıtay’ın 2. bozma ilamı) “ …3402 S Kanunun 12/3.maddesindeki on yıllık hak düşürücü sürenin Maliye Hazine"si tarafından açılan davalarda da uygulanacağına ilişkin hükmün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği, iptal kararının 23.07.2011 tarihli RG.de yayınlanarak yürürlüğe girdiği, derdest davalarda bu durumun gözetilmesi gerektiği, bu sebeple davanın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerektiği, ayrıca sonradan yürürlüğe giren 2402 S. Kanun’un 36/A maddesi uyarınca, Maliye Hazine"sinin açtığı bu gibi davalarda, davalıların yargılama giderleri ve vekalet ücretinden sorumlu tutulamayacağının gözetilerek bir karar verilmesi gerektiği…” gerekçesiyle tekrar bozulmuştur. Yerel mahkemece bu bozma ilamına da uyulması sonucu bu kez mahkemenin 17.01.2013 tarihli kararıyla (Mahkemenin 3. kararı); dava konusu her iki taşınmazın tamamının kıyı kapsamında kaldığı belirtilerek mevcut tapu kaydının iptaliyle sicilden kıyı olarak terkinine, yaptığı yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmiş; hüküm davalı tarafından tüm yönleriyle temyiz edilmiştir. Dairemizce verilen 25.04.2014 tarihli kararla (Yargıtay’ın 3. kararı-onama-) temyiz edilen hükmün onanmasına karar verilmiştir. Şimdi, davalı tarafından onama kararına karşı karar düzeltme isteğinde bulunulmuş ve onama kararının kaldırılarak yerel mahkeme hükmünün bozulması istenmektedir.
Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının (sebeplerinin) kapsamı dışında kalmış olan kısımları (bölümleri) kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeniyle, kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Yani kesinleşmiş olan bu bölümler, o bölümler lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (Baki Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, Cilt V, İstanbul 2001, sh. 4762). Bu sonuç, aynı zamanda Yargıtay’ın 904.02.1959 tarih ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın da bir gereğidir. Yargıtay’ın bu konuda pek çok emsal kararı bulunmaktadır (bkz.Y.HGK.nun 22.04.1999 tarih, 11/290-296 sayılı kararı). Yargıtay, tarafların bildirdiği temyiz sebepleriyle bağlı değilse de (HUMK. m. 439/2), tarafların temyiz talebiyle bağlıdır. Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen
-//-
(ve bu nedenle de kesinleşen) bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamaz. HUMK.439/2.maddesi hükmü, hükmün yalnız temyiz edilen bölümü hakkında uygulanır (Baki Kuru, age. Cilt V, Sh.4626). Bu bakımdan, temyiz edilen hükmün, daha önce Yargıtay denetiminden geçerek, bozma konusu yapılamış bölümleri,onama hükmünde olduğu ve varsayımsal onama kararı kesinleştiği takdirde; kısmi temyiz gibi sonuç doğurur ve hükmün onanmış sayılan bölümleri kesinleşir ve bu nedenle HUMK. 439/2. maddesi uyarınca, Yargıtay’ın tarafların gösterdiği temyiz sebepleriyle bağlı olmadığı gerekçesiyle yeniden temyiz denetime tabi tutulamaz.
”Kamu düzeni ilkesi” atlanmış veya gündeme gelmiş olsa bile, yerel mahkeme kararlarının kesinleşen bölümleri hakkında hükmün kesinleşmeyen bölümleriyle ilgili temyiz incelemesi sırasında, kesinleşen bölümlerine yönelik yeniden temyiz incelemesi yapılamaz. Hükmün kesinleşen bölümleriyle ilgili olarak, Yargıtay’ın temyiz inceleme aşaması için yukarda açıklanan biçimde inceleme yapma yükümlülüğü, yerel mahkemelerin elindeki davaları sonuçlandırması bakımından da geçerlidir. Yerel mahkeme, temyiz süresinin geçirilmesi veya hükmün kısmen temyizi ya da Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucu hükmün bir bölümünün bozmaya konu edilmemesi ve bu nedenlerle kesinleşmesine rağmen, hükmün o bölümü hakkında kendiliğinden önceki hükme aykırı karar verir ya da Yargıtay hükmün o bölümü kesinleştiği halde, o bölümü yeniden temyiz incelemesine tabi tutup o bölüm hakkında kesinleşme sonucuna aykırı olarak yeni bir karar verirse; bu kararların hukuki sonucu ne olacaktır. Kuşkusuz, bu şekildeki yerel mahkeme kararlarının temyiz edilmeleri üzerine Yargıtay tarafından düzeltilmesi olanaklıdır. Ancak Yargıtay bu şekilde hatalı bir bozma kararı verip, yerel mahkeme bu bozma kararına direnmezse ne olacaktır. Yargıtay uygulaması ve öğreti görüşü, bu gibi kararların “yokluk” hükmüyle sakat olacağı ve Yargıtay’ın haber aldığı böyle bir yanlışlığı düzeltilebileceği şeklindedir (Baki Kuru; age. Cilt V. sh. 4565; Y. 7. HD. 18.19.1985 t.371/11115 Esas ve Karar-YKD 1985/12, sh. 1795; Y. 9. HD. 13.12.1967 t. 1057/1095- ...-İş Mahkemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 1969, sh.205). Varılan bu sonuçlar, aynı zamanda Medeni Usul Hukuku’nun temel ilkelerinden “hukuki güvenlik ilkesi”nin de bir gereğidir.
Hukuki güvenlik ve yargıya güven kesin hüküm ilkesi ile sağlanır. Hukuki güvenlik ilkesi; hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşulu olup; hukuk kurallarının herkese eşit ve adil bir şekilde uygulanmasını da içeren bir ilkedir. T.C. Anayasa’sının 2. maddesi’nde Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Hukuk Devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devleti kişilerin hukuki güvenliğini gözeten ve sağlayan bir devlettir. Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Hukuk devleti hukuk kurallarının onu yasalaştıranlar da dahil olmak üzere, her kişi ve kuruluşu bağlamasını ifade eder. Hukuk devleti kavramının özünü devlet organlarının hukuka bağlılığı yani, yönetimin eylem ve işlemlerini hukukun içinde kalarak yerine getirmesi oluşturmaktadır. T.C. Anayasa"sının 36. maddesi; “Herkes… adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmünü içerir. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma başlığı taşıyan 6. maddesinde; “Herkes … davasının …. hakkaniyete uygun …… olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” denilmektedir. Adil yargılanma hakkının en önemli alt kavramlarından birisi, “silahların eşitliği ilkesi”dir. Yargılamada taraflar arasında adil, hakkaniyete uygun bir denge kurulması gerekir. Anayasa’nın 2. maddesiyle benimsenen hukuk devletinde, hukuki güvenliği sağlayan bir düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel unsurlardandır. Hukuk Devletinde yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlı olması gerekir. Yargısı hukuka bağlı olmayan bir Devlette vatandaşların kendilerini güvencede hissedebileceklerini söylemek mümkün değildir. Hukuk
-//-
devletinde bireyler devlete güven duyabilmeli aynı şekilde devlet de bu güveni vatandaşa verebilmelidir. Kesin hükme saygı uluslar arası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul görmektedir. Eğer bir hukuk sistemi içerisinde yargının verdiği ve bağlayıcı olan bir kesin hüküm işlevsiz bir duruma getirilmiş ise, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden söz edemeyiz.
Somut olayda, Mahkemece verilen davanın reddine ilişkin 08.02.2010 tarihli karar (Mahkemenin 1. kararı) esas yönünden, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi nin yukarda belirtilen 06.05.2010 tarihli bozma ilamıyla (Yargıtay’ın 1. bozma ilamı) bozmaya konu edilmeyerek kesinleşmiştir. Kesin hüküm gücü kazanan bir kararın, Yargıtayca yeniden bozmaya konu edilmesi, yerel mahkemenin bozmanın kapsamı dışına çıkarak yeniden karar vermesi; kamu düzenini bozacak ve hukuki güvenlik ilkesini çiğneyecek bir sonuç yaratır.Bu bakımdan, davanın esasına ilişkin olarak verilen gerek yerel mahkemenin gerekse Yargıtay’ın 2 ve 3. kararları yoklukla sakattır. Açıkladığımız nedenlerden dolayı davalının karar düzeltme isteminin kabulüyle; Dairemizin yoklukla sakat olan 2. bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkemenin 3. kararının “davanın esası hakkında verilen davanın reddi kararının kesinleştiği ve bu sebeple davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığı şeklinde bir karar verilmesi gerekirken; esas hakkında kesinleşmeye aykırı olacak şekilde yeniden karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmesi gerektiğini düşünüyor, Değerli çoğunluğun karar düzeltme talebinin reddi kararına bu sebeple katılmıyorum. 19.02.2015