
Esas No: 2014/9932
Karar No: 2014/9932
Karar Tarihi: 7/6/2017
Anayasa Mahkemesinin bu kararı bireysel başvuru kararı olup kişisel veri içerme ihtimali bulunmaktadır. Her ne kadar yayınlamakta yasal bir sakınca bulunmasa da bunun kişilere zarar verme ihtimali karşısında bu kararı yayınlamıyoruz.
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
|
|
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
HÜSEYİN ACAR ERESEN BAŞVURUSU |
|
(Başvuru Numarası: 2014/9932) |
Karar Tarihi: 7/6/2017 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Nuri
NECİPOĞLU |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ |
Raportör Yrd. |
: |
Halil
İbrahim DURSUN |
Başvurucu |
: |
Hüseyin Acar
ERESEN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; özel bir hastanede yapılan tedavi masraflarının
devlet tarafından karşılanması istemiyle açılan davanın kısmen reddedilmesi ve
yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle maddi ve manevi varlığın
korunması hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) emekli sigortalısı olan
başvurucu, 16/10/2004 tarihinde göğüs ağrısı ve terleme şikâyeti ile I. H. Acil
Ünitesine başvurmuş, burada yapılan muayene neticesinde akut anterior miyokard infarktüsü
(kalp krizi) tanısı ile kroner yoğun bakım ünitesine
yatırılmıştır. Yapılan anjiyografide başvurucunun bazı damarlarında darlık
olduğu saptanmış, bunun üzerine bu darlıklar önce balon ile genişletilmeye
çalışılmış, akabinde ise stent implantasyonu
işlemi gerçekleştirilmiştir. Stent seçiminde, çıplak
metal stenti yerine ilaç salınımlı stent tercih edilmiştir.
9. Başvurucu 20/10/2004 tarihinde yani hastaneye yatırılmasından
dört gün sonra genel durumu iyi bir şekilde taburcu edilmiştir.
10. Başvurucu, tedavi sürecinde yaptığı 16.000 TL"lik
masrafların tarafına ödenmesi istemiyle 27/10/2004 tarihinde SGK"ye müracaat etmiştir. Bu müracaat üzerine SGK,
başvurucuya 1.232,315 TL ödemede bulunmuştur.
11. Başvurucu 24/3/2005 tarihli dilekçe ile özetle tedavi ve
ilaç masrafı olarak 16.000 TL ödeme yaptığını, SGK tarafından kendisine toplam
1.232,315 TL ödeme yapıldığını, Kurum tarafından yapılan ödemenin özel
hastanede yapılan masrafın çok altında kaldığını belirterek 14.768,00 TL.nin SGK"dan tahsil edilerek
tarafına ödenmesi istemiyle İstanbul 1. İş Mahkemesinde dava açmıştır.
12. İstanbul 1. İş Mahkemesi, başvurucunun tedavi giderlerini
tespit edebilmek amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Başvuru formuna
eklenen belgelerden, bilirkişi raporunda 334 TL"si stent
bedeli olmak üzere toplam 3.014 TL"nin başvurucuya ödenmesi gerektiğinin
değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
13. İstanbul 1. İş Mahkemesi 10/7/2008 tarihli ve E.2005/214,
K.2008/354 sayılı karar ile davanın kısmen kabulüne karar vererek 3.014 TL"nin
dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı SGK"dan alınarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.
14. Taraflarca temyiz edilen bu karar, Yargıtay 21. Hukuk
Dairesinin 11/3/2010 tarihli ve E.2009/2314, K.2010/2684 sayılı ilamı ile
bozulmuştur. Bozma gerekçesinde, tedavi giderlerine ilişkin 16.000 TL"lik
faturanın 8.375 TL"lik kısmının ilaç salınımlı stentin
bedeli olduğu, bununla birlikte başvurucuya uygulanan tedavinin ve tedavide
kullanılan ilaç salınımlı stentin zorunlu olup
olmadığı hususunda yerel Mahkemece yeterli bir araştırma yapılmadan hüküm
kurulduğu, bu nedenle kardiyoloji uzmanlarından bilirkişi raporu alınarak
başvurucuya uygulanan tedavinin ve tedavide kullanılan stentin
zorunlu olup olmadığı hususunun saptanması gerektiği, kullanılan stentin zorunlu olduğunun saptanması hâlinde piyasada
bulunan en uygun ilaç salınımlı stent bedelinin
araştırılarak sonuca gidilmesi gerektiği, bu hususular dikkate alınmaksızın 334
TL stent bedeli üzerinden hüküm kurulmasının usul ve
yasaya aykırı olduğu belirtilmiştir.
15.Bozma kararı sonrası yargılamaya devam eden İstanbul 1. İş
Mahkemesi, bozma kararı doğrultusunda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Z.B.den
başvurucuya uygulanan tedavinin ve tedavide kullanılan ilaç salınımlı stentin gerekli olup olmadığı hususunda rapor tanzim etmesi
talebinde bulunmuştur. Bu talep üzerine hazırlanan 3/3/2011 tarihli bilirkişi
raporunun sonuç kısmında tedavide ilaç salınımlı stent
kullanılmasının doğru bir tercih olduğu belirtilmiştir.
16. Mahkeme, tedavi masraflarının hesabı için ayrı bir bilirkişi
raporu daha almıştır. Bu kapsamda hazırlanan 29/5/2012 tarihli bilirkişi
raporunda özetle tıkalı damarların açılmasında kullanılan stentlerin
iki türünün bulunduğu, bunlardan birinin çıplak metal stenti,
diğerinin ise ilaç salınımlı stent olduğu, ilaç
salınımlı stentlerin fiyatının diğerine oranla 8-10
kat daha fazla olduğu, somut olayda hastanın diyabeti olduğundan ilaç salınımlı
stent kullanılmasının doğru bir tercih olduğu, bozma
kararından önce alınan bilirkişi raporunda334 TL"si stent
bedeli olmak üzere tedavi giderlerinin toplam 3.014 TL olarak belirlendiği,
bozma ilamı sadece stent bedeline ilişkin olduğundan
diğer uygulama bedellerinin bozmadan önceki raporda tespit edilen miktarlara
göre belirlenebileceği, buna göre stent bedeli
düşüldüğünde (3.014 TL - 334 TL) diğer uygulama bedellerinin toplam 2.680 TL
olduğu, yapılan araştırmalarda ilaç salınımlı stent
bedelinin 2.500 USD olduğunun tespit edildiği, bu bedelin karşılığının dava
tarihindeki kur esas alınarak hesanlanması sonucunda
(2.500 USD x 1.3568 + 2.680) başvurucunun talep edebileceği masrafların toplam
6.072 TL olarak belirlendiği, bu bedelden SGK tarafından ödenen miktar
düşüldüğünde (6.072 TL - 1.232 TL) başvurucunun talep edebileceği miktarın
4.840 TL olacağı belirtilmiştir.
17. Mahkeme 13/12/2012 tarihli ve E.2010/687, K.2012/1026 sayılı
karar ile bilirkişi raporlarını hüküm kurmaya yeterli görerek davanın kısmen
kabulüne karar vermiş ve 4.840 TL"nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal
faiziyle birlikte davalı SGK"dan alınarak başvurucuya
ödenmesine hükmetmiştir.
18.Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Yargıtay 21.
Hukuk Dairesinin 7/4/2014 tarihli ve E.2013/4681, K.2014/7107 sayılı ilamıyla
onanmıştır.
19.Başvurucu 18/6/2014 tarihinde tebliğ edilen bu karara karşı
19/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
20.17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar
Kanunu"nun "Sağlanan yardımlar"
başlıklı 32. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sigortalıya, iş kazalariyle
meslek hastalıkları sigortası kapsamı dışında kalan hastalıklara da, aşağıda yazılı yardımlar sağlanır:
A) Sağlık yardımı yapılması,
B) Protez, araç ve gereçlerinin standartlara
uygun olarak sağlanması, takılması, onarılması ve yenilenmesi, (Ağız
protezlerine ilişkin yardımlar, Kurumca hazırlanacak yönetmelik esasları
dahilinde sağlanır.)
Protez, araç ve gereç bedellerinin % 20"sini sigortalı öder. Ancak, ilgiliden alınacak katkı
miktarı, ödeme tarihindeki 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı İş
Kanununun 33 üncü maddesine göre sanayi kesiminde çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari
ücretin birbuçuk katından fazla olamaz."
21. 506 sayılı Kanun"un "Sağlık
yardımlarının kapsamı" kenar başlıklı 33. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"Hastalık halinde sigortalıya yapılacak
sağlık yardımları, sigortalının:
A) Hekime muayene ettirilmesi, hekimin
göstereceği lüzum üzerine teşhis için gereken klinik ve laboratuvar
muayenelerinin yaptırılması ve tedavisinin sağlanması,
B) Teşhis ve tedavi için gerekirse sağlık
müessesesine yatırılması,
C) Tedavisi süresince gerekli ilaç ve
iyileştirme vasıtalarının sağlanması, (Ancak, ayakta yapılan tedavilerde
verilen ilaç bedellerinin % 20"sini sigortalı öder.)
Hallerini
kapsar."
22. 506 sayılı Kanun"un 34. maddesinin son fıkrası şöyledir:
"Kurum, sigortalının iyileşmesine yarıyacak,
yahut iş göremezliğini az çok gidermesi için gerekli görülecek protez araç ve
gereçlerini, yukarıda yazılı sağlık yardımları süreleri ile bağlı olmaksızın
sağlamak, onarmak ve tesbit edilen süre ve şartlarla
yenilemekle yükümlüdür."
23. 16/1/2004 tarihli Resmî Gazete"de
yayımlanan 86/25348 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kurumu Sosyal Sigorta
İşlemleri Yönetmeliği"nin (Yönetmelik) başvurucunun tedavi gördüğü dönemde
yürürlükte olan 57. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Kurum sağlık yardımlarından
yararlandırılanların ani ve acil hastalığı dolayısıyla Kurum sağlık tesisleri
dışında bir sağlık tesisine yatırılması halinde, bu husus raporla tevsik
edilmek ve Kurum tarafından kabul olunmak şartıyla;
a)Resmi sağlık tesislerinde yapılan tedavi masrafları aynen,
b) Tedavi özel sağlık tesislerinde yapılmış
ise, Kurum sağlık kuruluşlarında ayakta veya yatırılarak yapılacak muayene ve
tedavilerden alınacak ücret tarifesi üzerinden hesaplanmak suretiyle
ödenir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 7/6/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Maddi ve Manevi
Varlığın Korunması Hakkının İhlal Edildiğe İlişkin
İddia
25.Başvurucu, göğüs ağrısı ve terleme şikâyeti ile başvurduğu
özel bir hastanede yapılan muayene neticesinde kalp krizi tanısı ile kroner yoğun bakım ünitesine yatırıldığını ve burada tedavi
görerek dört gün sonra taburcu edildiğini, özel hastanede yaptığı tedavi
masraflarının karşılığı olarak tarafına çok cüzi bir miktar ödendiğini, bunun
üzerine açtığı davada da yaptığı masrafları karşılamaktan uzak bir miktara
hükmedildiğini, yerel Mahkemenin eksik ve çelişkili raporlara göre karar
verdiğini, sağlık durumunun acil olması nedeniyle evine en yakın olan hastaneye
gittiğini, aciliyet hususu göz ardı edilerek sanki
keyfî olarak özel hastaneye başvurmuş gibi bir muameleye maruz kaldığını, bu
durum gözetilmeksizin devlet hastanesi tarifesi üzerinden ödeme yapıldığını
belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi
takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun şikâyetlerinin özünün Anayasa’nın
17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması
hakkıyla ilgili olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
27. Somut olayda başvurucu, kendisine uygulanan tıbbi tedavinin
eksik veya hatalı olduğunu ileri sürmediği gibi söz konusu tedavi nedeniyle
vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklinde bir iddia da ileri sürmemiştir.
Başvurucu, temel olarak özel hastaneye tedavi ücreti olarak ödediği meblağın
tamamının devlet tarafından karşılanmamasından şikâyet etmektedir. Dolayısıyla
başvurucunun bu başlık altındaki iddiaları, maddi ve manevi varlığın korunması
hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler çerçevesinde
incelenecektir.
28. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
29.Anayasa’nın “Sağlık
hizmetleri ve çevrenin korunması” kenar başlıklı 56. maddesinin
üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:
“Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki
sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine
getirir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine
getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.”
30. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda negatif ve pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51). Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında
yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa"nın 56. maddesinde
herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını(,)
beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (...) amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini"
düzenleyeceği, kamu kesimi ve özel kesimdeki sağlık kurumları ve sosyal
kurumlardan yararlanarak, onları denetleyerek bu görevini yerine getireceği
kurala bağlanmıştır.
31. Devletin vatandaşlarına sağlık hizmetlerini yeterli ölçüde
sağlayamaması durumunda vücut bütünlüğünü koruma konusundaki pozitif
yükümlülüğünü yerine getirmemesi söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda devletin
gerek kamu hastanelerinde gerekse de özel hastanelerde tedavi gören hastaların
vücut bütünlüğünün güvence altına alınması için yasal çerçevenin belirlenmesi
ve belli koşullarda gerekli tedbirlerin alınması konusunda pozitif bir
yükümlülüğü vardır (Salim Sayın,
B. No: 2013/3382, 4/11/2015, § 38).
32. Devletin bireylere sağlık hizmeti sunma konusundaki
yükümlülüğü, ülkenin sosyal ve ekonomik gerçekleriyle yakından ilgilidir. Bu
nedenle devlet, kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılabilmesi noktasında
kaynakların tahsis edildiği alanlara ilişkin bazı sınırlamalar öngörebilir.
Dolayısıyla sağlık hizmeti sunma konusunda devletin pozitif yükümlülüğünün
ekonomik sınırları belirlenirken devletin kamu kaynaklarını kullanma
konusundaki takdir hakkı ile tedavi ücretlerinin bireylere yüklediği ekonomik
külfet arasında makul bir denge kurulmalıdır (Salim
Sayın, § 40).
33. Devletin vücut bütünlüğünü koruma konusundaki ödevi, sağlık
hizmetlerinin mutlak anlamda ücretsiz olarak sağlanacağı şeklinde yorumlanamaz.
Bununla birlikte Anayasa’nın 56. maddesi gereği devletin, sağlık hizmetlerini
düzenleme ve planlama konusunda üzerine yüklenen sorumluluk çerçevesinde
oluşturulan genel sağlık sigortası sistemi vasıtasıyla sağlık hizmetlerinin
finansmanına katılması yasayla öngörülebilir. Ancak bu durumda dahi kamu
kaynaklarını kullanma ve hangi kamu hizmetlerine öncelik tanınacağını belirleme
konusunda kamu otoritelerinin geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır (Salim Sayın, § 41).
34. Somut olayda kendisine acilen tıbbi müdahalede bulunulması
gerekli olan başvurucu, gittiği özel bir hastanede tedavi sürecini
tamamlamasına bağlı olarak özel hastaneye ödediği bedelin tamamının devlet
tarafından karşılanması gerektiğini iddia etmektedir. Bu durumda ani ve acil
bir hastalık dolayısıyla özel bir sağlık kuruluşuna başvurulması hâlinde tedavi
masraflarının karşılanması konusunda devlete düşen pozitif yükümlülüğün
sınırlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
35.Başvurucunun sağlık durumunu acil olarak niteleyen İstanbul
1. İş Mahkemesi, bilirkişi marifetiyle yaptığı hesaplama sonucunda başvurucunun
tedavi masraflarını toplam 6.072 TL olarak belirlemiş ve bu bedelden SGK
tarafından ödenen miktarı mahsup ederek 4.840 TL.nin
dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı SGK"dan alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.
Mahkeme, başvurucuya ödenmesi gereken ücreti 506 sayılı Kanun ile bu Kanun"a
dayanılarak çıkarılan Yönetmelik hükümleri uyarınca Sosyal Sigortalar Kurumuna
bağlı sağlık kuruluşlarında yapılacak muayene ve tedavilerden alınacak ücret
tarifesini esas alarak tespit etmiştir.
36.Ani ve acil hastalığı dolayısıyla özel sağlık tesislerinde
tedavi gören bireylerin tedavi masraflarının Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı
sağlık kuruluşlarında yapılacak muayene ve tedavilerden alınacak ücret tarifesi
üzerinden hesaplanmak suretiyle ödenmesi, kendisine acilen tıbbi müdahalede
bulunulması zorunlu olan bireylerin öngörülemez ve orantısız bir ekonomik
külfetle karşılaşmalarını engelleyici niteliktedir. Bu nedenle devletin, acil
ve zorlayıcı şartlar altında özel sağlık tesislerine başvuran bireyleri
ekonomik anlamda karşılaşılabilecek aşırı bir külfetten koruma konusunda
gerekli mevzuat düzenlemelerini yaptığı görülmektedir. Somut olayda tedavide
kullanılan ilaç salınımlı stentin ve diğer
malzemelerin piyasa fiyatının araştırıldığı ve bu araştırmalar neticesinde
bilirkişi marifetiyle bir hesaplama yapıldığı dikkate alındığında tedavi
masraflarının keyfî şekilde belirlendiğinden de söz edilemez.
37. Somut olayda, ani ve acil bir hastalığı nedeniyle özel bir
sağlık kuruluşuna giden başvurucunun öngörülemez ve aşırı bir ekonomik zorlukla
karşılaşmaması için gerekli düzenlemelerin yapıldığı ve Sosyal Sigortalar
Kurumuna bağlı sağlık kuruluşlarında yapılacak muayene ve tedavilerden alınacak
ücret tarifesi esas alınarak hesaplanan tedavi masraflarının başvurucuya
ödendiği dikkate alındığında maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
kapsamındaki pozitif yükümlülüklere aykırı davranıldığından
bahsedilemeyecektir.
38.Başvurucunun tedavi masrafları için fazladan ödediğini iddia
ettiği yaklaşık 10.000 TL tutarındaki meblağın ise başvurucu ile başvurucunun
tedavisini sağlayan özel sağlık kuruluşu arasındaki hukuki ilişkiden
kaynakladığı, başvurucunun yaptığı ödemeye ilişkin devlete atfedilebilecek
herhangi bir hak ihlalinin söz konusu olmadığı değerlendirilmektedir.
39. Açıklanan nedenlerle maddi ve manevi varlığın korunması
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür. Başvurucu, ayrıca özel hastaneye ödediği bedeli alabilmek için
uzun süre beklemek zorunda kaldığını belirterek mülkiyet hakkının zarar
gördüğünü iddia etmiş ise de yargılamanın uzun sürmesinin sonucu olan bu
iddianın makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
42. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan iş mahkemeleri
nezdinde açılan davalarda yargılama süresi tespit edilirken sürenin başlangıç
tarihi olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak davanın açıldığı tarih; sürenin
sona erdiği tarih olarak yargılamanın sona erdiği (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013 § 69), yargılaması
devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas
alınır (Mehmet Salih Ayyıldız, B.
No: 2012/397, 17/11/2014, § 25).
43. İş mahkemelerinde görülen davalarda yargılama süresinin
makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç
dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu
ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Nesrin
Kılıç, §§ 57, 58).
44. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 9 yıl 1 aylık yargılama
süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun"un
50. Maddesi Yönünden
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
47. Başvurucu, davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle
5.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu, Derece
Mahkemelerince karşılanmayan tedavi masraflarının karşılığı olarak ayrıca maddi
tazminat talep etmiştir.
48. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
49. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya taleple bağlı kalınarak net 5.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
50.Tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında
illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harcın
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
7/6/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.